27 Eylül 2016 Salı

ŞERİATI BEKLERKEN: DEVLETİN İSLAMİLEŞMESİNDE YENİ EŞİK! "Doç. Dr. Hakan GÜNEŞ" İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi

ŞERİATI BEKLERKEN: 
DEVLETİN İSLAMİLEŞMESİNDE YENİ EŞİK!
Doç. Dr. Hakan GÜNEŞ
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi 
Bu soru atlanamaz: Sivil bürokrasisi, milli eğitimi, yargı organları mensupları, emniyet, istihbarat ve son olarak ordusu siyasal İslamcı kadrolarla doldurulmuş bir ülkede şeriata geçmek çok mu zor olur?
2002’den bu yana yürütülen her açılım ve operasyon görünen amaçlarından ziyade iki şeye hizmet etti: Otoriterleşme ve İslamizasyon. Toplumun aşağıdan İslamileştirilmesi stratejisi devletin milli eğitim, adalet, içişleri (bürokrasisi) kadrolarını İslamileştirmesi ile sürdürülürken son olarak ordunun İslamileştirilmesi ile bu halka tamamlanmak üzere. Toplumsal yaşamın ve siyasal sistemin taşıyıcılarının İslamileşmesi sürecini taçlandıracak olan zirve ülkeye Suudi Arabistan tipi de facto ya da İran tipi hukuki bir anayasal teokratik yapının egemen kılınması ile şekillenmeyebilir. Türkiye ne İran ne de Suudi Arabistan olmayacaktır ama Türk tipi şeriat devletinin kuluçkadan çıkmak üzere olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Türk tipi şerileşme kendi modelini çoktan yaratmış ve hiç de hız kesmeden ilerliyor durumda. Bu model Batı siyasal merkezleri ve küresel ekonomik sistemi ile daha uyumlu bir şeriatçı stratejiye dayanıyor. Bu tespitin vehim mi yoksa hakikati yansıtan bir tespit mi olduğunu anlamak için sadece son 14 yıllık getirdiği ve getirmekte olduğu toplumsal ve siyasal sistem verilerine bakmak yeterli olacaktır.
Avrupa Birliği uyum açılımları, Ergenekon ve Balyoz Operasyonları ve son olarak darbe girişimi sonrası devletin yeniden yapılandırılması operasyonlarında kesintisiz devam eden süreç siyasal sistemin otoriterleşmesi ve devlet ve toplumun İslamileştirilmesi olarak son buldu. Çıkarılan eğitim yasaları, vakıflara ilişkin düzenlemeler, belediyeler ile yürütülen çalışmalar, helal sertifikalı yemekten hilal sertifikalı otellere İslami devlet bankalarının ( katılım bankacılığı) tesisinden anaokullarına kadar inen Arapça ve dini eğitim faaliyetlerine kadar süren ve sürmekte olan uygulamaların önünü açan Ana-yasal değişimleri saymıyorum bile.
“Milli Mutabakat”ın İslamcı özü!
28 Şubat koşullarında kendini “Ak Sakallılar”dan ayırarak yenilenen ve Ordu-ABD-AB ve hatta CHP (Deniz Baykal) rızası sahne alan “yeni milli görüş” sadece ilk döneminde geniş merkez sağ (bir tür yeni ANAP) olduğu izlenimi verdi ve bu role uygun davrandı. 2007 seçimleri ile birlikte parlamento grubunda merkez sağ ağırlığını azaltıp milli görüş kökenlileri öne çıkaran AKP bu tarihten itibaren bürokrasi içindeki tahkimatına hız verdi. Eğitimden orduya bu kadrolaşmanın yasadışı bir biçimde nasıl gerçekleştiğini şimdi iktidara yakın basın tefrika tefrika kendisi yazıyor. Oysa anlattıkları kendi hikayeleri ve sadece Gülenciler ile de sınırlı değil. Şimdilerde Gülencilerin yaptıklarına ilişkin yazılan her şeyi Gülenciler ile birlikte diğer İslamcılar diye ile okumak çok daha gerçekçi bir tablo oluşturacaktır. Böylelikle FETÖ/PDY temizliğinin devlette şeriatçı temizliği anlamına hiç ama hiç gelmediğini, sadece Gülenci temizliği ile sınırlı olduğunu anımsamış oluruz.
Önce sivil sonra silahlı bürokrasinin İslamcılaştırılması
Cumhurbaşkanlığının Sezer’den Gül’e geçişi ve yüksek yargı içindeki seküler direncin kontrol alına alınması ile birlikte devletin İslamileşmesi değilse bile devlet kadrolarının İslamileşmesi sürecinde esas mesafe kat edildi. Ergenekon ve Balyoz Operasyonları ile silahlı bürokrasinin seküler direnci ve ileride (geçmişte olabildiği gibi) gerçekleştirebileceği müdahale olasılıkları bertaraf edildi. Bunu yaparken dayanılan FETÖ yapılanmasının saf değiştirmesi ile ortaya çıkan 15 temmuz darbe girişimi sonrası devletin yeniden-yapılandırılması operasyonlarının ortaya koyduğu resim de hiç de AKP’ye eklemlenen MHP’lilerin, Aydınlıkçıların yahut çeşitli tonda ulusalcıların uydurdukları hayali içerikte ilerlemiyor: Birkaç Balyoz sanığının komutan olarak yeniden atanmasını öne çıkaran bu sözde seküler ve gerçekte ise sadece milliyetçi kesimler polisin ardından ordunun da tam bir parti ordusu olarak yeniden yapılandırıldığını satır aralarında bile görmek istemiyorlar.
Tüm bakanlıklarda tamamlanan kadrolaşmanın parti bağından ziyade imama hatip kökenli olmak yahut (artık Gülenciler dışındaki) cemaatlerden birisine bağlı olmak gibi kriterlerle yürütüldüğü gerçeği herkesin bildiği bir sır. Bir cemaat tasfiye edilirken tek başlarına yeterince güçlü olmayan onlarca başka cemaatin önünün açılmasının devlet kadrolarının şeriatçılara teslim edilmesinden hiç ama hiç başka sonucu yoktur. Bilhassa Adalet, Milli Eğitim gibi sivil ve İçişleri gibi silahlı bürokrasiyi barındıran alanlarda bu süreç çoktan geri dönüşü on yıllar alacak kadar köklü bir düzeye gelmiştir. Ordu’nun İslamileşmesi ve parti ordusu haline getirilmesi sürecinde ise kritik eşik henüz aşılmamış ancak kritik eşiği aştıracak anahtar bulunmuştur: Mevcut askeri kadroların yükseltilme ve atanma mekanizmalarındaki değişim ve askeri okulların yapısına ve müfredatında ilişkin düzenleme. Artık seküler bir aileden gelen yahut seküler değerleri benimseyen bir gencin askeri okullarda okuması yahut askerlik mesleğini seçmesi eğitim ve meslek hayatı boyunca siyah kuğu olmayı kabul etmesinden geçiyor.
Bu soru atlanamaz!
Peki hiç uzatmadan herkesin kaçındığı soruyu soralım: Sivil bürokrasi, milli eğitimi, yargı organları mensupları, emniyet, istihbarat ve son olarak ordusu siyasal İslamcı kadrolarla doldurulmuş bir ülkede şeriata geçmek çok mu zor olur?
Türkiye’de ve Dünya’da milli görüş geleneği ve Türk siyasal İslamcılığını çalışan akademisyen ve gazeteciler pek çok farklı değerlendirme yapsalar da bu geleneğin radikal metodları benimsemekten kaçındıkları konusunda hemfikirdirler. Aslında yakın zamana kadar konuya vakıf olanların büyük bir kısmı Türkiye’ye şeriat düzeni getirme konusunda milli görüş geleneğinin (AK Parti’yi bu geleneğin son halkası olarak okuyalım) içsel bir mesafeye sahip olduğu kanaatinde idiler. Yani süreç oraya gitse bile AKP’liler bizzat kendileri şeriat istemeyeceklerdir diye düşünülmekte idi. Ancak düne kadar birkaç uzman dışında hiç kimsenin kelime anlamını bile bilmediği selefizmin bu topraklarda nasıl hızla yayıldığı gerçeği uzmanları bu konuda bildiklerini rafa kaldırtmaya yöneltti. Keza artık Türkiye’de “sermayenin rengi olmaz”, “AKP, şeriat isteyenlerin değil muhafazakar, mütedeyyin kitlelerin partisidir”, “NATO’ya bağlı bir ülkede şeriatçı rejim gerçekleşemez” türünden klişeler söyleyenlerini bile şüphede bırakıyor.
Evet öte yandan Türkiye toplumunun yaklaşık yarısının siyasal İslamcılar ve onlara rıza gösterenlerle kesin çizgilerle ayrıştığı ve bu kesimlerin kolayca dönüştürülemeyeceği, Türkiye büyük burjuvazisinin uluslararası ihtiyaçları, zenginleşmesini siyasal İslamcılıklarına borçlu yeni MÜSİAD burjuvazisinin bile temkinli duruşu, AKP oy tabanında şeriat isteyenler ile geleneksel muhafazakâr “merkez sağ” eğilimlilerin yarı yarıya bulunması vb pek çok başka faktör de mevcuttur. Ancak ne toplumlar ne de ülkelerin siyasal sistemleri doğrusal gelişim çizgisinde ilerlemezler. Suriye savaşı ve cihatçılarla kurulan ilişkilerin yarattığı Pakistanlaşma etkisi, dünya ölçeğinde otoriterleşmenin artması, küresel finansal sitemin İslami finansal sitemlerle uyumlu eklemlenmesi ve son dönem için belki de en önemlisi milli olan ile İslami olanın iç içe kodlandığı bir siyasal hegemonya-atmosfer ülkedeki dinselleşme eğilimini güçlendiren faktörlerdir.
Milli mutabakatçılar, ABD ile olan gerilimler ve Kürt sorunu çerçevesindeki hassasiyetleri noktasında belki mevcut rejimde bazı milli ögeler bularak avunabilirler ancak Althusser’in meşhur kavramı ile söyleyecek olursak “devlet ve devletin ideolojik aygıtları”nın yeniden üretim mekanizmalarının şeriatçılar ile doldurulduğu bir ülkede yakın geleceği şekillendiren dinamiklerin neleri getirmekte olduğun sorusundan uzun süre kaçılamaz.
Gözü ile görmeden yeni tarımsal usullere geçmeyen çiftçiler gibi Türkiye’de solcuların da dahil olduğu azımsanmayacak bir seküler kesim ancak polisin başörtüsü takmasını takiben Türk silahlı kuvvetleri de başörtülü subaylarıyla resmi geçit töreni yaptığı zaman durumu anlayacaktır. Oysa bu tartışmayı polis ve asker kadınların başörtüsü takması gibi tuzak bir sahadan yapmaya yahut bu tür göstergelere dayanmaya hiç gerek yok. Türkiye’de şerileşme sakalını kesmiş erkek suretinde gerçekleşmektedir. [25.09.2016 – BİRGÜN PAZAR]
BİR YORUM:
ŞERİATI BEKLERKEN: DEVLETİN İSLAMİLEŞMESİNDE YENİ EŞİK!
Hıristiyanlıktan sonra  ortaya çıkan, Müslümanlık, Hıristiyan dünyası için bir kâbus olmuştur.
Kudüs elden gitmiş, Bizans yıkılmış, Endülüs, Avrupa’yı tehdit etmiştir. Selçuklular haçlı ordularını perişan etmiş, Osmanlı, girilmez denen Avrupa ya girmiştir. Batı için İslâm, iğdiş edilmelidir ve bu yapılmaktadır. İslâm dünyası, Batı çıkarına  yönlendirilmektedir. 27.09.2016 - Gur-Buz

22 Eylül 2016 Perşembe

Irza tecavüz ve namusa tasallut edenin idam ve en kısa sürede infazı şarttır. Bunu yapmayan milletler veya hükümet'ler "kesinlikle" kahrolmaya mahkûmdur.

Balıkesi'de 5.yaşındaki masum bir KIZ Çocuğuna alçakça tecavüz eden "sureti insan, sireti kâfir köğeği" İmam bozuntusu tutuklandı!..
TECAVÜZE UĞRAYAN 5 YAŞINDAKİ KIZ ÇOCUĞU İSE HAYATINI KAYBETTI?
11 Eylül 2016 Pazar (Kurban Bayramının Arifesi) günü Bigadiç’in kırsal Yukarı Göcek Mahallesi’nde yaşayan köylüler, 5 yaşındaki zavallı bir kız çocuğunu, köyün yakındaki ağaçlık alanda, fırlatılıp atılmış vaziyette ve çok perişan bir halde, yaralar-bereler ve derin acılar içinde kıvranıp, ıstırapla ağlarken buldu. Köylüler tarafın dan derhal hastaneye götürülen Kız çocuğunun kendisine yapılan zulmü anlattığı ve cinsel tacizde bulunduğunu söylediği mahalledeki camide geçici olarak imamlık yapan GÜRKAN DERE (Allahın belâsı lânetli mahluk) iddiaya göre kaçmak isterken köylüler tarafından yakalanıp, jandarmaya teslim edildi. Masum ve korumasız kız çocuğunu “Hediye vereceğim” diyerek şeytanca kandırdığı ve hayvan altı bir varlık mesabesinde kalleşçe cinsel tacizde bulunduğu ileri sürülen Gürkan DERE, sevk edildiği adliyede tutuklandı.

İMAM KILIĞINDAKİ 
LÂNETLİ ŞEYTAN DOMUZU
Komşu Turfullar Köyü’nden olan sözde köy imamı Gürkan Dere’nin, Yukarı göcek Mahallesi camisi imamının kurban bayramı tatili nedeniyle izne çıkması üzerine, ücreti köylüler tarafından ödenmek üzere, muhtarlık aracılığıyla mahalledeki camide geçici olarak görevlendirildiği bildirildi.
Huharca, alçakça ve kesinlikle bir insan veya Müslüman olamayacak kadar aşağılık bir melânet mel’unun menfur saldırısı, tasallut ve tecavüze uğrayan, masum-müsemma kız çocuğu acılar içinde kıvranarak hayatını kaybetti.   Umarız; Şerefli ve soylu Balıkesirliler bu vahşi yaratığı lime-lime linç veya lâyık olduğu biçimde infaz ederek, namus, şeref ve haysiyetlerini kurtarırlar.

8 Eylül 2016 Perşembe

Obama’dan bir ilk daha: ABD’nin ilk Müslüman federal yargıç adayı: Abid Riaz Qureshi

Obama’dan bir ilk daha: 

ABD’nin ilk Müslüman federal yargıç adayı

AMERİKA BÜLTENİ (7 Eylül 2016)
ABD Başkanı Barack Obama, görevinin sona ermesine aylar kala tarihi bir ilke daha imza attı. İlk kez bir Müslüman Amerikalı, federal yargıçlığa aday gösterildi. Obama, Pakistan kökenli yargıç Abid Riaz Qureshi’yi, ABD başkenti Washington DC’yi de içeren federal yargı bölgesinin yargıçlığına aday gösterdi. Eğer Senato da bu ismi onaylarsa, Qureshi ABD tarihinin ilk Müslüman federal yargıcı olacak.
Obama, açıklamasında, ‘’Sayın Qureshi’yi ABD Bölge Mahkemesi Hakimliğine aday göstermenin mutluluğunu yaşıyorum. Amerikan halkına dürüstlük ve adalete güçlü bir sadakatle hizmet edeceğinden şüphem yok.’’ dedi.
Pakistan’da doğan, Obama’nın da mezun olduğu Harvard Hukuk Fakültesinden 1997’de mezun olan ve halen ABD başkentindeki Latham & Watkins LLP adlı hukuk şirketinde avukatlık yapan Qureshi, sağlık sigortası ve kıymetli evrak yolsuzlukları ile mücadelesi ile biliniyor.
Senato’da halen çoğunluğu oluşturan Cumhuriyetçiler, Obama’nın boşalan ABD YÜksek Mahkeme üyeliğine Şubat ayında seçtiği Merrick Garland’ın atamasının onaylanması görüşmelerini yapmaya direndiler. Senato Cumhuriyetçileri, yeni başkan 2017 Ocak ayında göreve başlayıncaya kadar yargısal makamlara atamaları onaylamayı reddettiği için Qureshi’nin atamasının onaylanması beklenmiyor. Ancak Hillary Clinton’ın seçilmesi halinde Qureshi’yi yeniden atama olasılığı yüksek. Obama’nın ABD başkanlık seçimine iki ay kala yaptığı bu tercihin, seçim mitingleri ve TV açıkoturumlarının öncelikli tartışma konularından biri olması bekleniyor.
Obama, Sonia Sotomayor’u seçerek ABD tarihinde Yüksek Mahkeme’nin ilk Hispanik üyesinin atamasını gerçekleştirmişti. Obama 2012 yılında da Hindistan kökenli Sri Srinivasan’ı federal temyiz mahkemesine atayarak bir ilke daha imza atmıştı.

6 Eylül 2016 Salı

BU'DA BİR "KANDIRMA, ALDATMA, İHANETE YARDIM-YATAKLIK, GAFLET VE İKİ YÜZLÜLÜK" // 14 BİN PKK'LI ÖĞRETMENE; İHRAÇ YERİNE TAYİN !..

14 BİN PKK'LI HAİN ÖĞRETMEN!. YARGI YOLU, DAVA, HESAP VE İHRAÇ YERİNE TAYİN!..
MEB'DA İHANETE PRİM, YARDIM-YATAKLIK VE ÇİFTE STANDART EĞİLİMİ
PKK'nın öğretmenleri meselesi Türkiye'nin en büyük sorunlarından biri… Çünkü bu kişilere emanet edilen çocuklar bizim yarınlarımız olacaklar. Dahası yine bu sözde eğitimciler aracılığıyla çok sayıda genç, PKK kadrolarına yönlendiriliyor, dağa çıkıp, Mehmetçiğe, vatandaşa kurşun sıkıyor, yollara bomba döşüyorlar.
Aslında örgütün eğitim kadrolarına (tıpkı FETÖ gibi) önem vermesi ve orada kadrolaşması yeni bir durum değil.  PKK'nın eylemlerine başladığı tarih olarak bilinen 15 Ağustos 1984'ün aksine örgüt, 80 darbesine kadar Güneydoğu ve Doğu Anadolu Bölgesi'nde 248 cinayet işledi. Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Savcılığı tarafından 1981 yılında hazırlanan "PKK-APOCULAR" iddianamesi kapsamında 2331 kişi yakalandı. Bunların 378'i öğrenci, 118'i ise öğretmendi.
BU BİLGİ BİZE 1980 YILINA KADAR İKİ ÖNEMLİ VERİ SUNUYOR.
Birincisi; PKK, devlet tarafından 80 darbesinden sonra da yakından biliniyor ve örgüte karşı mücadele veriliyordu. İkincisi ise; örgütün ilk kadrolarının içinde 496 öğrenci ve öğretmen vardı. PKK'nın eğitimde kadrolaşması o dönemde bile ciddi boyutlardaydı.
Aradan neredeyse 40 sene geçmesine rağmen durum daha da vahim boyutlara ulaşmış durumda. Şu anda PKK'nın eğitim ayağında; sendikal ve dernek örgütlenmesi en üst düzeyde. En ufak bir soruşturmada hemen devreye girip, olayı çözüyorlar. Bu yapılara ne bir soruşturma açılıyor, ne de bir önlem alınıyor.
PKK sözde eğitimcilerinin kadrolara yerleşmesi de ayan-beyan yasa dışı yollardan gerçekleşiyor. Kopyalarla, başkasının yerine sınavlara girerek alınan puanlarla önce üniversiteye giriliyor. Üniversite bittikten sonra da yine aynı metotlarla KPSS'den en iyi puanlar alınıp, örgütün belirttiği devlet okullarına yerleşiyorlar. Kadro atamalarında "güvenlik soruşturması" her ne hikmetse yapılmıyor. Tıpkı sağlıkta olduğu gibi…
PKK'LI ÖĞRETMENLERİ TAYİN EDECEĞİZ
Başbakan Binali Yıldırım önceki gün aynen şöyle bir açıklama yaptı "Terör örgütüyle bir şekilde ilişkiye girmiş öğretmenleri de değiştiriyoruz. Buna karar aldık. 14 bin civarında öğretmeni, maalesef başka yerlere alma mecburiyeti var. Bunlar eğitim yerine terör örgütünün amaçlarına hizmet eder hale gelmişler."
Bu sözlerden şunu anlıyoruz; Devlet, 14 bin PKK'lı eğitimcinin varlığını biliyor, tespit ediyor ve örgüt adına çalıştıklarından emin. Bunların ihraç edilip, yargılanmaları yerine "maalesef" sözleriyle "tayin" kararı alınıyor. Örgütün ekmeğine adeta yağ sürülüyor. Kısacası Doğu ve Güneydoğu'da tespit edilen 14 bin PKK'lı öğretmen, Batı illerine tayin edilecek ve çocuklarımızı eğitecekler!
Bu durumu; akılla, mantıkla, kelimelerle ifade edebilmek mümkün değil! FETÖ'ye göz yumarak bugünlere getiren anlayışla bu durumun arasında hiçbir fark yoktur.
KUL'A KUL'LUK EDENLER KÜLLİ KÂFİR OLSA GEREK!..
PKK'nın tespit edilen eğitimcilerine ihraç yerine "tayin" müjdesi verilirken, geçtiğimiz yıl kardeşini PKK terörüne şehit vermiş, verdiği tepkisiyle sembolleşmiş Yarbay Mehmet Alkan, savunması bile alınmaksızın, tek bir cümle ile ihraç ediliyor. PKK'lılara tayin kararının üzerinden 24 saat geçmeden 21 şehit haberi alıyoruz. Bir türlü hakkında soruşturma başlatılamayan HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ise "Türkiye'nin en büyük Kürt kenti İstanbul'dur" açıklaması yapıyor.
Tüm bunlar olurken SGK da boş durmuyor! Şehit ve gazilerin ölüm ve yaralanma tarihlerinin mesai içinde olup olmadığına bakıp "şehit değil", "gazi değil" diyerek aileleri bir kez daha yıkıyor.
Protokol beklemesin diye şehidin mezarına kepçeyle toprak atan Bedeviler ise ortalıkta kol geziyor! [HABER & MAKALE: Batuhan ÇOLAK]

5 Eylül 2016 Pazartesi

ÜLKEMİZDEKİ EN ACAYİP 10 KANDIRILMA ŞEKLİ!.. & KANDIRILAN İNSANLA KANMAYAN İNSANIN 5 KİŞİLİK FARKLILIĞI!

ÜLKEMİZDEKİ "EN ACAYİP" 10 KANDIRILMA ŞEKLİ
YAZAR
Sosyal hayatımızı meşgul eden en önemli gündemlerden biri hiç şüphesiz kandırılmak. Yıllardır kandırılanların haberleri basında hep en önde sunulur. Evlilik vaadiyle kandırılan kız haberleri artık toplumsal bir olgu seviyesine gelmiştir. Neredeyse kandırılmayı insani bir erdem olarak kabul edeceğiz. Neden sürekli kandırıldığımızı öğrenmeye bir türlü yanaşmıyoruz. Hakikaten çok tuhaf.
Kandırılma sorununu aşmanın ilk aşaması öncelikle problemi açık şekilde tanımlayabilmektir. Halkımızın nasıl kandırıldığını anlayabilirsek sorunun nerede olduğunu daha iyi görür ve çözüm için gerekli adımları atabiliriz. Peki öyleyse sorun nerede?
Ülkemizde bu konu üzerine çalışan ender akademisyenlerden biri Dr.Abdurrahman Yılmaz. Yılmaz’ın “Türkiye’de Dolandırıcılık Tipolojileri” adlı makalesi kandırılmanın ekonomik ve sosyal nedenleri üzerine hiç şüphesiz elimizdeki en önemli bilimsel çalışma. 2010 ila 2014 yılları arasında Jandarma sorumluluk sahasında meydana gelen 9.779 dolandırıcılık vakası tek tek incelenerek insanların nasıl kandırıldığı araştırılmış ve sonuçlar rakamlarla ortaya konmuş. Makaleyi okurken insan gerçekten hayretler içine kalıyor.
Makalede yer verilen kandırılma yöntemlerini inceleyerek en tuhaf 10 tanesini sizler için derledik. Nasıl aldatıldığımızı merak edenler için bir liste oluşturduk ve “yok artık” seviyesine göre sıraladık. Vakit kaybetmeden geri sayıma başlayalım isterseniz.
Ülkemizdeki en acayip 10 kandırılma şekli:
10- Kazadan sonra kasko
Trafik kazası geçiren vatandaş kazadan hemen sonra bir kasko şirketine gider ve kaza yaptığı araç için bir kasko sigortası yaptırır. Birkaç gün sonra sigorta şirketine başvurur ve kaza yaptığını söyler. Cana geleceğine mala gelsin!
9- Anlaşarak boşanma
SGK'dan yetim maaşı alabilmek amacıyla anlaşmalı olarak boşanılır ama aynı evde yaşamaya devam edilir. Çünkü boşanma geçimsizlikten değil maaş içindir. Evlilik aşkı da öldürmemiş olur böylece.
8- Senaryolu yüksek fiyattan satış
Dini içerikli kitap, sınava hazırlık kitapları ve tıbbi cihaz gibi ürünleri değerinin çok üstünde satabilmek için Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı veya Diyanet İşleri Başkanlığı'ndan gelindiği beyan edilir. Bakanlıktan toptan fiyatına perakende!
7- Olmayan yerin satılması-kiralanması
Genellikle cep telefonuna gönderilen mesajlar, internette verilen ilanlar, tanıtımlar ve sözde uygun fırsat kampanyaları ile gerçekte var olmayan genellikle tarla, ev, otel, pansiyon, günlük kiraya verilen villa vb. yerin satılması veya kiraya verilmesi şeklinde yapılır. Bu çağda! Üçüncü köprüyü satmazlar inşallah!
6- Büyü
Halk dilinde “bohçacı” olarak bilinen kadınların kılığında mahalle mahalle gezerek güya satış maksadıyla evlere girip, genellikle evde “büyü” olduğunu, bazen de “evin bereketinin artması” için evdeki altın ve paraların bir araya toplanıp okunması gerektiği söylenmekte bu sayede el çabukluğu ile altın ve paralar yürütülür. Bazen ev sahibine, çocuğu ya da yakınında büyü olduğu, 13 büyü bozulmazsa gün içerisinde öleceği söylenerek de ev sahibi belirtilen altın ve paraları getirmeye ikna edilir. Biraz büyü be anam!
5- Evlendirme vaadi
Evlenmek isteyen, genellikle yaşlı bir erkeğin evlendirileceği vaadiyle bir miktar para alınması, ardından imam nikâhı yapılması ve birkaç gün sonra gelinin kendisini gelinin ağabeyi, dayısı vb. yakını olarak tanıtan aracı ile birlikte takı ve paraları alarak kaçması şeklinde yapılır. En azından “one night stand” var, buna da şükür!
4- Alkollü şoförün değiştirilmesi
Şoförün kaza sırasında alkollü olması nedeniyle kaskodan yararlanabilmek amacıyla kaza sırasında bir başkasının sürücü olduğu beyan edilir. Şoför koltuğunda durduğu gibi durmuyor meret!
3- Hayvancılık
Hastalanan veya ölen hayvanın kulak küpesinin sigortalı olan hayvanınki ile değiştirilmesiyle sigortadan para alınması suretiyle yapılır. Kulağınıza küpe olsun!
2- Ölenin maaşını alma
Bu tür olaylarda vefat eden yakının maaşı, bankamatik veya daha önce verilmiş vekâletname yoluyla alınmaya devam edilir. Ölüm hak, bankamatik helal!
1- Üfürükçülük
Karı-koca vb. kişiler arası sorunun giderilmesi veya kanser, bel fıtığı gibi hastalıklar ile şizofreni vb. psikolojik rahatsızlıkları bitkisel tedavi, masaj veya dini inançların istismarı (muska yazılması vb.) yoluyla tedavi edilebileceğinin vaat edilmesi yoluyla yapılır. Seni düzenbaz illüzyonist seni, sufi tenefüs ha!. Bunları okuyunca sağlıklı bir beynin toplum hakkında düşünebileceği tek şey var: Sen kandırıldığın kadar kandırıyorsun da…
***
KANDIRILAN İNSANLA KANMAYAN İNSANIN 5 KİŞİLİK FARKLILIĞI!
Son dönemin önemli kavramı kandırılmak. Toplumun birçok sınıfı, bir tür ters mühendislik örneğiyle (devleti oluşturan en dip noktadaki her kademeye kendi müridini oturtarak belirli bir süre sonra devletin tüm gücüne o insanlar vasıtasıyla ulaşmak) devleti ele geçiren bir terör örgütü tarafından kandırıldığını söylüyor. Bir düşünce hatası sonucu ortaya çıkan kandırılma durumu bazı insanlarda oluşurken diğerlerinde oluşmadığı da herkesin malumudur. Peki bazı insanlar kandırılırken diğerleri neden kanmaz? İşte bu sorunun yanıtı davranışsal psikoloji tarafından yıllardır ortaya çıkarılmaya çalışılıyor. Ulaşılan son verileri de dikkate alarak kandırılanların neden kandığını, kanmayanların ise neden kanmadığını gelin hep beraber yeniden hatırlayalım.
Kandırılanların sıklıkla yaptıkları 5 düşünce hatası:
1- Abilane paradoksu
Hayatta öyle zamanlar vardır ki, içinde bulunduğumuz topluluk istiyor diye (ya da istediğini varsayarak), hiç yapmak istemediğimiz şeyleri kendi tercihimizmiş gibi yaparız. Sonuçta ise ortaya şu çıkar: Hiçbirimiz istemiyoruz ama hepimiz yapıyoruz. Peki, hiçbirimiz istemiyorduk da neden yaptık öyleyse? Ya da güncelleştirerek söylersek, bu kadar çok kişi devletin her kademesine nasıl yerleştirildi? İşte, Abilane paradoksu bu soruyu sorar ve yanıtı da yine kendi verir: Çünkü o topluluktaki insanlar birbirlerini sevmektedirler.
2- Çoğulcu cehalet
Kavram basitçe şunu söyler: Kimse inanmıyor ama herkes herkesin inandığını düşünüyor. Bir topluluktaki insanlar bir fikre kesinkes inanmamakla birlikte diğerlerinin inandıklarını zannederek inanmayı sürdürürler. Herkesin balığı elle yemeyi arzularken çatal bıçakla yemek zorunda olduğu durum buna örnektir. Bir toplulukta çoğunluğu oluşturanlar herkesin o şekilde düşündüklerini sanarak susarlarsa, bir süre sonra yanlış bir düşünce norma dönüşür. Tıpkı kariyerde ilerlemenin bu terör örgütüne yakın durmakla sağlandığını sanan milyonlar gibi.
3- Thomas teoremi
William Thomas şu uyarıda bulunur: Yaşadığınız gerçekliği yaratan sizsiniz, o nedenle bazı şeyleri düşünürken dikkatli olmalısınız! Yani der ki, bir durum gerçek olarak algılanmaya başlanırsa sonuçları gerçek olur. Açıktır ki, yaşadığımız dünya toplumsal olarak kurgulanan bir dünyadır ve gerçeklikler ortaklaşa inşa edilir. Yani sen bir tarikat liderinin, toplum ve devlet gibi son derece karmaşık yapıları, herkesin refah ve mutluluğu adına dizayn edebileceği gerçekliğine (saçmalığına) inanırsan, en azından bu saçmalığın sonuçlarına katlanırsın.
4- Suskunluk sarmalı
Alman siyaset bilimci E.Neumann suskunluk sarmalı teorisinde şunu söyler: Bir kişinin savunduğu fikir, mensubu olduğu toplumun kabul ettiği görüşlere uygun değilse, bu kişi toplumdan dışlanma korkusu nedeniyle konuşurken kendini kısıtlar veya fikrini söylemekten vazgeçer. Aynı kişi fikrinin toplum nezdinde yaygınlaşmaya başladığını sezerse, bu kez fikrini yüksek sesle söylemeye başlar. İşte son günlerde yaşananlar tam olarak budur. Daha önceden yüksek sesle konuşup kutsal düşüncelerini savunan milyonlar şimdi bizi de kandırdılar demektedir.
5- Bystander etkisi
İnsanların çevrede başkaları varken, acil durumlara müdahale etmeyip kayıtsız kaldıklarını anlatır bu düşünce hatası. Yani basitçe ne der, biliyor musun: Kandırıldık diye televizyonlara çıkıp bağırıp durma, git bir polise ya da mahkemeye ve doğru kişiden yardım iste. Ya da daha genel olarak ne der, bilir misin: Yaşadığın devrin kölesi olma diye çalışan o kadar çok bilim insanı var ki, yapman gereken tek şey okumak; bir tarikat liderine inanmak değil.
İşte, kandırılan insanla kanmayan insanın farkı bu beş düşünce hatasında saklıdır. 

1 Eylül 2016 Perşembe

FARKINDAYSAK.. Serendip Altındal - ORDU MİLLET

Serendip
ALTINDAL
FARKINDAYSAK..
                                                                      Serendip Altındal & 01.09.2016
            Yargıtay’ın sarayda toplanması ne alakaysa, bunun ABD ile alakası da o kadar alakadır işte. Erdoğan şapkası altında bir milli birlik, ne kadar oluşabilirse, işte aynen de bu kadar oluşabilir ancak. Kendi şapkalarınızı önünüze koyun ve bunu da bir düşünün bakalım şimdi kardeşler. ABD ile savaş halindeymişken bunlar nasıl oluşuyor diye düşünebiliyorsak, o zaman biz ABD ile hakikaten savaş halinde miyiz sorusunu da kendimize sormamız gerekmez mi? Beklediğimiz gibi cereyan eden, ikircikli ve yanak yanağa son Biden maskaralığından da, hala bir şeyler alamadık mı yoksa?
            AKP Hükümetinin verdiği bulanık görüntüye bakınca bir ikilem önünde olduğumuzu da görüyoruz. Yoksa Erdoğan’ın Hükümet kontrolü elinden alındı da KHK’lar artık ona bile haber vermeden gizli eller(!) tarafından mı çıkartılıyor. Çaresiz kalan ve yalnızlaşan Erdoğan ise kendi kurtuluşunu, Atatürk’e sığınıp nedamet tezahürleriyle ulusalcı kanada yanaşmakta mı görüyor. Yoksa yine rol mü kesiyor. Hepsi iyi de, koltukçu Bahçeliyi tenzih etmek kaydıyla, muhalefetin(!) geri kalanı bu durumlara ne diyor acaba.
            Sarayda ikamet eden Cumhur başı davet ediyor diye davete icabet etmekte sakınca görmeyen; ama aslında siyaset dışında kalması ve hiçbir siyasi otoriteye itibar etmemesi gereken yüksek yargının, bağımsız vakur ciddiyeti ve siyaset üstü dik duruşu, nerede kalıyor o zaman.
Ki bunlara GENKUR Başkanı Hulusi Akar’ın, olur olmaz siyasi açılışlarda resmi kıyafetli yer alışları da dâhildir. Yüzyılın GATA’sının anahtarını, sırıtarak yerini alacak olan türbanlı bacısına elleriyle teslim eden badem Paşasını ise, bahse konu bile etmek istemiyorum. Daha doğrusu da içimden gelmiyor, elim varmıyor buna.
Her şeyi ABD organizasyonlarıyla kıyaslayan bazı çokbilmiş, danışman müsveddelerini de uyaralım ki; koskoca şanlı Türk tarihini dışarıda bile bıraksak, Türkiye Cumhuriyeti bir ulus devlettir ve ordusu da bir ulusal ordudur. Sizden danışmanlık aldığını sanan adamı da boşuna yanıltmayın. Onun da başını yakacaksınız sonuçta. Oysa ABD bir federatif devletler topluluğu kampüsüdür, dolayısıyla da ordu denilen aslında egemen burjuva sınıfının paralı koruma gücüdür, yani bir Türk, İngiliz, Fransız, Alman vb orduları gibi gerçek bir ulusal ordu değildir.
            Ve Türklerde olduğu gibi bir Ordu millet vasfı da asla mevcut olamaz ABD ordusunda. Şimdi bunun nesini kendinize emsal alabileceğinizi düşünüyorsunuz. Jeopolitik büyük riskler taşıyan coğrafyamızda, bizi ayakta ve tek parça halinde tutan ve en kıymetli varlığımız olan ordumuzun, orasıyla burasıyla oynamaya kalkarsanız, ABD ordusundan bile daha fazla milli vasfını kaybetmiş yoz bir profesyonel kadro beslemiş olursunuz. Ki bunun artık asker kimliği de kalmamıştır ve sonuç adınıza facia olur.
            Çünkü ona sizden fazla ödeyen, sizin sandığınız orduyu size karşı da kullanır. Madem Osmanlıcısınız, Yeniçeri geçmişinizden de bir şeyler öğrenemediniz mi? Bilin ki, taşıdığınız bu kafayla da asla kan durmaz, gözyaşları dinmez ülkemizde. Her şeyden önce de vurdu mu oturtacak olan güçlü ordusudur, Türk’ün bileğini bükülemez kılan. Ve sokun artık bunu o(!) kafalarınıza. Son varlığınızı da yitirmeden.
            Aynı bağlamda kişiselleştirerek, saraydaki sembolik otoritenin kendi koltukaltını işaret eden bir opsiyonla meclisin arkasından dolanarak, aslında sınıflar üstü kalmak zorunda olan yüksek yargının; Burjuvanın biatkâr sınıfına (ayak işleri yapan) devşirilmesini, hele de Yargıtay’ın başına atanan şahıs nasıl göremez. Bunu yaparken de, gerçekte kendi tarafgirliğini ve kimin adamı olduğunu bütün açıklığı ile ortaya koyduğunun ve aynı zamanda onların adına da karar verdiği için, diğer statü arkadaşlarının mesleki saygınlıklarını da bir çırpıda sıfırlayarak, kendi seviyesine indirgediğinin de nasıl idrakine varamaz.
            ABD’nin milli birliğimizi ve ulusal bütünlüğümüzü içimizden yıkmak üzere angaje ettiği iki piyonu vardır, biri Vatikan İslam’ı bağlamında ruhani lideri Feto, diğeri de müstevli siyaseti lideri Erdoğan’dır. Önce Feto’yu sonuna kadar kullanmıştır, hala da kullanmaktadır. Millet bu yemi hazmetmekle meşgulken, Erdoğan’ı da Türkiye Cumhuriyetine nihai darbesini vurmak üzere yükseklerde uçurtmaktaydı.
            15 Temmuzla bu durum değişti ve artık Erdoğan Cumhuriyetimizi hadım etmek üzere Fetonun yerini tam yetkiyle – ki buraya bir acaba koymak gerekiyor, çünkü gerçek birinci adam gizli tutuluyor olabilir -  ele aldı ve satha inişe geçirildi. İşte 15 Temmuzdan sonra birbiri peşine çıkarılan ani KHK’lar da, bu inişli çıkışlı devri Teslim’in, en güncel tutanaklarıdır.
            Türkiye’mizin önlenemez yükselişi ABD’yi şüphesiz şiddetli bir endişeye düşürmektedir. Bünyemizde ki asla vazgeçilemez laik, Atatürkçü, tam bağımsızlıktır onları asıl korkutan da. Ne ki başka türlü yapıda bir Türkiye’nin de, bir gelecek planı ve prognostik analizi olabilir miydi hiç. Oysa Rusya, Türkiye’nin Kemalist rotada büyümesinden ziyadesiyle mutlu olacaktır. Çünkü çok iyi bilirler ki, böyle bir Türkiye kendi müktesebatlarının da garantörü olacaktır.
            İstiklal dönemimizde, şayet Mustafa Kemal Türkiye’sine güvenmiyor olsalardı, hem de yeni bir devrim kargaşası arasında, zafere kadar ki süreçte bize tam destek sağlayacakları düşünülebilir miydi? Hiç sanmıyorum. Demek oluyor ki Rusya’nın, Türkiye’nin Kemalist ilkeli perspektifle yükselişinden asla endişe duymayacağı da açıktır.
            Bilakis ancak böyle bir Türkiye ile bütün güçlerini birleştirecektir. Çünkü bu Türkiye’nin, işgal caydırıcılığı yanında, kuşkusuz tek bir emeli olacaktır yine: ‘YURTTA SULH, CİHANDA SULH’. Rusya da bunun aksini düşünmüyor ki esasen. İşte bu nedenle de emperyaliste, bu doğrultuda ve kendisinden bağımsız olarak yükselen, yani kontrol edemeyeceği bir ulusal gelecek planı, karabasan oluyor ya zaten.
            Bu arada Rusya ile aramız düzeliyor diye seviniyorduk. Oysa Putin, ‘biz Türkiye’de Atatürkçü laik bir Hükümet görmek istiyoruz’ derken, bütün samimiyetiyle de kalbini ortaya koyuyordu. Böylece, ‘ancak böylesi bir Hükümete kalben güvenebiliriz’ mesajını da iletmekteydi, memleketimin bütün Kemalist milliyetçilerine. Yani ‘çıkaramıyor musunuz aranızdan adam gibi laik, Atatürkçü, güvenilir bir milli Hükümet’ ifadesi yüklü bir sitem olarak da okunabilirdi bu mesaj. Ve sanki de, o zaman, ikinci Kurtuluş savaşınıza tam ve ondan da öte destek yine bizden ve arif olan anlar dercesine!
            Erdoğan bundan neyi, ne kadar anlayabildi bilemeyiz. Bunu tam değerlendirmek içinse yeterli beklemek ve gelişen safahatı da izlemek gerekiyor. Oysa daha şimdiden yeni polis alımlarıyla, hızla polis devletine doğru tam gaz yola devam ediyor ve bu mesajı tersinden okuduğunu da adeta suratımıza çarpıyor.
            Diğer tarafta hala birileri ABD ile savaş halinde olduğumuzu haykırıp duruyor. Öyle ya ordumuz Cerablus’da ABD tekerine çomak sokuyor, bu yeterli delil değil mi denebilir de kuşkusuz. İyi de hangi ABD tekerine acaba, o kadar çok tekerlek var ki. Bırakalım koridorları, ÖSO, PYD, PKK, IŞİD, KCK, Kürdistan, Elbistan başlıklı yeni La Fontaine masallarını da, her şeyden önce askerimizin kasıtlı olarak bölgede meçhul (fantom) bir düşmana karşı dik durduğunu veya durdurulduğunu ve bu arada maalesef zayiat verdiğini de sakın unutmayalım.
            Aşağıda Banu Avar’ın son mesajından yaptığım bir alıntıyla, belki sizin de kafalarınızda haliyle oluşan bazı karanlık noktalar aydınlanacaktır. Amerika’yı yeniden keşfetmek yerine, keşfedilmiş haliyle burada sözü sevgili Avar’a bırakıyorum. Şimdilik hoşça ve sağlıkla kalın dostlar…
            CIA uzantılı  ‘terör şirketleri’
            “5 yıldır bir görünüp bir kaybolan ve içinde her ülkeden paralı askerlerin bulunduğu birlikler Irak’ı,  Somali’yi, Libya’yı, Yemen’i Lübnan’ı, Suriye’yi kana bulamıştır. Blackwaters ya da Xe ya da yeni adıyla Academi adlı CIA uzantılı  ‘terör şirketleri’  Afrika’dan Asya’ya topladıkları gençleri her ülkede kullanmaktadır. Bu şirketlerin  İntihar bombacısı çocuklardan, ‘Diktatörü devirme’ oyunu oynayan  sosyal medya trollerine, ve sahada bilfiil ağır silahlarla katliam yapan gruplara kadar kendilerine bağlı  ‘çalışanları’ vardır.. 2011 ortasından itibaren Suriye’de ortaya çıkan onlarca terör örgütünden biridir ÖSO. Özgür Suriye Ordusu.Önce İngilizce web sitesiyle kendini dünyaya duyurdu.. Free Syrian Army. Birileri ona ‘ılımlı muhalif’ adını verdi..  ‘Ilımlı muhalifler’   Halep şehir merkezinde okulların olduğu bölgede 2 ton bomba patlatarak ne kadar ılımlı olduklarını göstermişlerdi. 2011 Temmuzunda Esad’ı devirme amacıyla ortaya çıkan ve İslam’ı kullanarak reklamını yapan onlarca grup arasında ilk olarak adını duyuran silahlı gruptu ÖSO. İnternette kısa bir araştırma meraklısına yüzlerce haber bilgi, belge sunacaktır. ABD, Fransa, İngiltere, Ürdün, İsrail ve Türkiye tarafından desteklendiğine ilişkin belge ve bilgiler basında çokça yer almıştır. Katar hükümetinin  örgütü palazlandırmak için  Suriye'nin elçilerine rüşvet teklif ettiği  belgelenmiştir. Wikileaks belgelerine göre, Özgür Suriye Ordusu İsrail gizli servisleriyle eşgüdümlüdür. ABD hükümeti 2012 itibariyle Özgür Suriye Ordusu ve diğer muhalif güçlere askeri destek verme kararını açıklamıştır. (http://www.reuters.com/article/us-usa-syria-obama-order-idUSBRE8701OK20120802) Türk ve dış basında Özgür Suriye Ordusu'na katılmak isteyenler Türkiye'nin Adana ilindeki gizli bir askeri kampta silahlı eğitimden geçirildiklerine ilişkin haberler yayılmıştır. (Alıntı: CERABLUS VE ÖZGÜR SURİYE ORDUSU! YA ‘KANDIRILIYORSAK’ 29.8.2016 - Banu AVAR)