ŞERİATI
BEKLERKEN:
DEVLETİN İSLAMİLEŞMESİNDE YENİ EŞİK!
İstanbul
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Bu soru
atlanamaz: Sivil bürokrasisi, milli eğitimi, yargı organları mensupları,
emniyet, istihbarat ve son olarak ordusu siyasal İslamcı kadrolarla doldurulmuş
bir ülkede şeriata geçmek çok mu zor olur?
2002’den
bu yana yürütülen her açılım ve operasyon görünen amaçlarından ziyade iki şeye
hizmet etti: Otoriterleşme ve İslamizasyon. Toplumun aşağıdan
İslamileştirilmesi stratejisi devletin milli eğitim, adalet, içişleri
(bürokrasisi) kadrolarını İslamileştirmesi ile sürdürülürken son olarak ordunun
İslamileştirilmesi ile bu halka tamamlanmak üzere. Toplumsal yaşamın ve siyasal
sistemin taşıyıcılarının İslamileşmesi sürecini taçlandıracak olan zirve ülkeye
Suudi Arabistan tipi de facto ya da İran tipi hukuki bir anayasal teokratik
yapının egemen kılınması ile şekillenmeyebilir. Türkiye ne İran ne de Suudi
Arabistan olmayacaktır ama Türk tipi şeriat devletinin kuluçkadan çıkmak üzere
olduğunu söylemek için kahin olmaya gerek yok.
Türk tipi
şerileşme kendi modelini çoktan yaratmış ve hiç de hız kesmeden ilerliyor
durumda. Bu model Batı siyasal merkezleri ve küresel ekonomik sistemi ile daha
uyumlu bir şeriatçı stratejiye dayanıyor. Bu tespitin vehim mi yoksa hakikati
yansıtan bir tespit mi olduğunu anlamak için sadece son 14 yıllık getirdiği ve
getirmekte olduğu toplumsal ve siyasal sistem verilerine bakmak yeterli
olacaktır.
Avrupa
Birliği uyum açılımları, Ergenekon ve Balyoz Operasyonları ve son olarak darbe
girişimi sonrası devletin yeniden yapılandırılması operasyonlarında kesintisiz
devam eden süreç siyasal sistemin otoriterleşmesi ve devlet ve toplumun
İslamileştirilmesi olarak son buldu. Çıkarılan eğitim yasaları, vakıflara
ilişkin düzenlemeler, belediyeler ile yürütülen çalışmalar, helal sertifikalı
yemekten hilal sertifikalı otellere İslami devlet bankalarının ( katılım
bankacılığı) tesisinden anaokullarına kadar inen Arapça ve dini eğitim
faaliyetlerine kadar süren ve sürmekte olan uygulamaların önünü açan Ana-yasal
değişimleri saymıyorum bile.
“Milli
Mutabakat”ın İslamcı özü!
28 Şubat
koşullarında kendini “Ak Sakallılar”dan ayırarak yenilenen ve Ordu-ABD-AB ve
hatta CHP (Deniz Baykal) rızası sahne alan “yeni milli görüş” sadece ilk döneminde
geniş merkez sağ (bir tür yeni ANAP) olduğu izlenimi verdi ve bu role uygun
davrandı. 2007 seçimleri ile birlikte parlamento grubunda merkez sağ ağırlığını
azaltıp milli görüş kökenlileri öne çıkaran AKP bu tarihten itibaren bürokrasi
içindeki tahkimatına hız verdi. Eğitimden orduya bu kadrolaşmanın yasadışı bir
biçimde nasıl gerçekleştiğini şimdi iktidara yakın basın tefrika tefrika
kendisi yazıyor. Oysa anlattıkları kendi hikayeleri ve sadece Gülenciler ile de
sınırlı değil. Şimdilerde Gülencilerin yaptıklarına ilişkin yazılan her şeyi
Gülenciler ile birlikte diğer İslamcılar diye ile okumak çok daha gerçekçi bir
tablo oluşturacaktır. Böylelikle FETÖ/PDY temizliğinin devlette şeriatçı
temizliği anlamına hiç ama hiç gelmediğini, sadece Gülenci temizliği ile
sınırlı olduğunu anımsamış oluruz.
Önce sivil
sonra silahlı bürokrasinin İslamcılaştırılması
Cumhurbaşkanlığının
Sezer’den Gül’e geçişi ve yüksek yargı içindeki seküler direncin kontrol alına
alınması ile birlikte devletin İslamileşmesi değilse bile devlet kadrolarının
İslamileşmesi sürecinde esas mesafe kat edildi. Ergenekon ve Balyoz
Operasyonları ile silahlı bürokrasinin seküler direnci ve ileride (geçmişte
olabildiği gibi) gerçekleştirebileceği müdahale olasılıkları bertaraf edildi.
Bunu yaparken dayanılan FETÖ yapılanmasının saf değiştirmesi ile ortaya çıkan
15 temmuz darbe girişimi sonrası devletin yeniden-yapılandırılması
operasyonlarının ortaya koyduğu resim de hiç de AKP’ye eklemlenen MHP’lilerin,
Aydınlıkçıların yahut çeşitli tonda ulusalcıların uydurdukları hayali içerikte
ilerlemiyor: Birkaç Balyoz sanığının komutan olarak yeniden atanmasını öne
çıkaran bu sözde seküler ve gerçekte ise sadece milliyetçi kesimler polisin
ardından ordunun da tam bir parti ordusu olarak yeniden yapılandırıldığını
satır aralarında bile görmek istemiyorlar.
Tüm
bakanlıklarda tamamlanan kadrolaşmanın parti bağından ziyade imama hatip
kökenli olmak yahut (artık Gülenciler dışındaki) cemaatlerden birisine bağlı
olmak gibi kriterlerle yürütüldüğü gerçeği herkesin bildiği bir sır. Bir cemaat
tasfiye edilirken tek başlarına yeterince güçlü olmayan onlarca başka cemaatin
önünün açılmasının devlet kadrolarının şeriatçılara teslim edilmesinden hiç ama
hiç başka sonucu yoktur. Bilhassa Adalet, Milli Eğitim gibi sivil ve İçişleri
gibi silahlı bürokrasiyi barındıran alanlarda bu süreç çoktan geri dönüşü on
yıllar alacak kadar köklü bir düzeye gelmiştir. Ordu’nun İslamileşmesi ve parti
ordusu haline getirilmesi sürecinde ise kritik eşik henüz aşılmamış ancak
kritik eşiği aştıracak anahtar bulunmuştur: Mevcut askeri kadroların
yükseltilme ve atanma mekanizmalarındaki değişim ve askeri okulların yapısına
ve müfredatında ilişkin düzenleme. Artık seküler bir aileden gelen yahut
seküler değerleri benimseyen bir gencin askeri okullarda okuması yahut askerlik
mesleğini seçmesi eğitim ve meslek hayatı boyunca siyah kuğu olmayı kabul
etmesinden geçiyor.
Bu soru
atlanamaz!
Peki hiç
uzatmadan herkesin kaçındığı soruyu soralım: Sivil bürokrasi, milli eğitimi,
yargı organları mensupları, emniyet, istihbarat ve son olarak ordusu siyasal
İslamcı kadrolarla doldurulmuş bir ülkede şeriata geçmek çok mu zor olur?
Türkiye’de
ve Dünya’da milli görüş geleneği ve Türk siyasal İslamcılığını çalışan
akademisyen ve gazeteciler pek çok farklı değerlendirme yapsalar da bu
geleneğin radikal metodları benimsemekten kaçındıkları konusunda
hemfikirdirler. Aslında yakın zamana kadar konuya vakıf olanların büyük bir
kısmı Türkiye’ye şeriat düzeni getirme konusunda milli görüş geleneğinin (AK
Parti’yi bu geleneğin son halkası olarak okuyalım) içsel bir mesafeye sahip
olduğu kanaatinde idiler. Yani süreç oraya gitse bile AKP’liler bizzat
kendileri şeriat istemeyeceklerdir diye düşünülmekte idi. Ancak düne kadar
birkaç uzman dışında hiç kimsenin kelime anlamını bile bilmediği selefizmin bu
topraklarda nasıl hızla yayıldığı gerçeği uzmanları bu konuda bildiklerini rafa
kaldırtmaya yöneltti. Keza artık Türkiye’de “sermayenin rengi olmaz”, “AKP, şeriat
isteyenlerin değil muhafazakar, mütedeyyin kitlelerin partisidir”, “NATO’ya
bağlı bir ülkede şeriatçı rejim gerçekleşemez” türünden klişeler söyleyenlerini
bile şüphede bırakıyor.
Evet öte
yandan Türkiye toplumunun yaklaşık yarısının siyasal İslamcılar ve onlara rıza
gösterenlerle kesin çizgilerle ayrıştığı ve bu kesimlerin kolayca
dönüştürülemeyeceği, Türkiye büyük burjuvazisinin uluslararası ihtiyaçları,
zenginleşmesini siyasal İslamcılıklarına borçlu yeni MÜSİAD burjuvazisinin bile
temkinli duruşu, AKP oy tabanında şeriat isteyenler ile geleneksel muhafazakâr
“merkez sağ” eğilimlilerin yarı yarıya bulunması vb pek çok başka faktör de
mevcuttur. Ancak ne toplumlar ne de ülkelerin siyasal sistemleri doğrusal
gelişim çizgisinde ilerlemezler. Suriye savaşı ve cihatçılarla kurulan
ilişkilerin yarattığı Pakistanlaşma etkisi, dünya ölçeğinde otoriterleşmenin
artması, küresel finansal sitemin İslami finansal sitemlerle uyumlu
eklemlenmesi ve son dönem için belki de en önemlisi milli olan ile İslami
olanın iç içe kodlandığı bir siyasal hegemonya-atmosfer ülkedeki dinselleşme
eğilimini güçlendiren faktörlerdir.
Milli
mutabakatçılar, ABD ile olan gerilimler ve Kürt sorunu çerçevesindeki
hassasiyetleri noktasında belki mevcut rejimde bazı milli ögeler bularak avunabilirler
ancak Althusser’in meşhur kavramı ile söyleyecek olursak “devlet ve devletin
ideolojik aygıtları”nın yeniden üretim mekanizmalarının şeriatçılar ile
doldurulduğu bir ülkede yakın geleceği şekillendiren dinamiklerin neleri
getirmekte olduğun sorusundan uzun süre kaçılamaz.
Gözü ile
görmeden yeni tarımsal usullere geçmeyen çiftçiler gibi Türkiye’de solcuların
da dahil olduğu azımsanmayacak bir seküler kesim ancak polisin başörtüsü
takmasını takiben Türk silahlı kuvvetleri de başörtülü subaylarıyla resmi geçit
töreni yaptığı zaman durumu anlayacaktır. Oysa bu tartışmayı polis ve asker
kadınların başörtüsü takması gibi tuzak bir sahadan yapmaya yahut bu tür
göstergelere dayanmaya hiç gerek yok. Türkiye’de şerileşme sakalını kesmiş
erkek suretinde gerçekleşmektedir. [25.09.2016 – BİRGÜN PAZAR]
BİR YORUM:
ŞERİATI BEKLERKEN: DEVLETİN İSLAMİLEŞMESİNDE
YENİ EŞİK!
Hıristiyanlıktan
sonra ortaya çıkan, Müslümanlık, Hıristiyan dünyası için bir kâbus
olmuştur.
Kudüs
elden gitmiş, Bizans yıkılmış, Endülüs, Avrupa’yı tehdit etmiştir. Selçuklular
haçlı ordularını perişan etmiş, Osmanlı, girilmez denen Avrupa ya girmiştir. Batı için İslâm,
iğdiş edilmelidir ve bu yapılmaktadır. İslâm
dünyası, Batı çıkarına yönlendirilmektedir. 27.09.2016 - Gur-Buz