28 Aralık 2016 Çarşamba

BİR İTİRAF DA ONDAN GELDİ & Müyesser Yıldız

BİR İTİRAF DA ONDAN GELDİ
Müyesser Yıldız
Türkiye-Barzani ilişkileri ve Peşmergenin Kasım 2015'te “fethettiği” Sincar(Şengal)'ın bugün PKK'nın eline geçmesi, burasının ikinci bir Kandil olması endişesi, hem AKP dönemi dış politikamız, hem de nasıl aldatıldığımız konusunda derslerle dolu.
Bir vakitler Erdoğan'ın, “Türkiye olarak bizim muhatabımız Barzani olamaz ki... Türkiye olarak bizim muhatabımız Irak'ın merkezi yönetimidir... Kaldı ki, Barzani'nin şunu çok açık net ortaya koyması lazım; Terör örgütüyle ilgili olarak terör örgütüne o bölgede yataklık yapar durumdalar. Olay budur. Uluslararası hukuk noktasında ne anlama geldiği de bellidir” dediği Barzani, bugün Türkiye'nin neredeyse tek müttefiki... Hatta PKK'yla mücadelede yegâne umudu!..
Yine bir vakitler AKP'nin önemli isimlerinden Cemil Çiçek'in, “Dünün postal yalayıcısı” dediği Barzani bugün artık bir “Sayın”!..
Konumuz; “Barzani'nin egemenlik alanında” olduğu söylenen Sincar'da ikinci bir Kandil doğması.
Terör ve bölücülüğün karargâhı birinci Kandil'i anlatmaya gerek yok. Orası da “Barzani'nin egemenlik alanında” ve on yıllardır bölücü teröristleri buradan çıkartmak için parmağını dahi oynatmadı.
2015 Kasım'ından beri ise gözümüzün önünde ikinci Kandil'i kuruyorlar.
“Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani” birkaç gün önce Duhok Amerikan Üniversitesi'nde düzenlenen “Bağımsızlık Sonrası Kürdistan” (Konu başlığına lütfen dikkat. Bağımsızlık, yani 'Kürdistan” işi hallolmuş, 'sonrasını' konuşuyorlar) konferansında, PKK'nın Sincar bölgesinden çıkması gerektiğini belirtirken şunları söyledi:
“PKK'nın Sincar'daki varlığı bölgede istikrarsızlığa sebep oluyor. Sincar'ın yeniden inşa edilememesinin sebeplerinden biri de PKK'nın oradaki varlığıdır. PKK'nın şunu anlaması lazım; halkın yararı için bölgeden çıkması gerekiyor.”
PKK'ya “rica”da bulundu yani. Ancak, “Eğer PKK Sincar'da kalma ısrarına devam ederse güç kullanırız imasında mı bulunuyorsunuz?” diye sorulunca, “evet” karşılığını verip, “ricasını” şöyle sürdürdü:
“Sincar'ın nasıl yönetileceğine, Sincar halkı karar vermeli. Bu yüzden Sincar'a müdahale eden güçler orada kalmamalı. Bize göre PKK'nın Sincar'da kalmasına gerek yok. Bölgeden çıkmalıdırlar.”
Saraylarda ve en üst düzeyde ağırladığımız bu şahsın, “Sincar'a müdahale eden güçler” ifadesine de dikkat. Yani PKK terörist, terör örgütü değil, “güç”müş!..
Barzani'nin bu sözleri Ankara'yı memnun etti. Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak'tan şu açıklama geldi: “Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız çeşitli defalar ilân ettiler, MGK'nın çeşitli toplantılarının sonuç bildirisinde bunları açıkladılar; Şengal'de yeni bir Kandil oluşumuna asla müsaade etmeyiz. Bu ülkemize yeni bir mikrop yuvası kapısı açmak demektir. Ülkemize yeni bir mikrop sirayet edecek bir merkezin oluşmasına Türkiye Cumhuriyeti hükümeti asla müsaade etmez. Tabii Barzani kendi egemenlik sınırları içerisinde olduğu için kendi görevini yapıyor. Sayın Barzani'nin başarılı bir netice alması en büyük dileğimiz, ama olmadığı takdirde bunun gereğini Türkiye TSK marifetiyle yerine getirecektir.”
ABD izin vermediği için birinci Kandil'e hava operasyonu dışında müdahale edemezken, ikinci Kandil'e müdahale edeceğiz!.. Hani Musul'da da hem masada, hem sahada olacaktık?!.. Neyse ki, umudumuz “Sayın Barzani”!..
CUMHURBAŞKANLIĞI BAŞDANIŞMANI DA DAVUTOĞLU'NUN ALDATTIĞINI İTİRAF ETTİ 
Normal bir ülkenin 1 yılda yaşayamayacağı şeyleri 1 günde yaşıyoruz. Şoklardayız. Üstüne unutkanlığımızı ekleyince, Sincar'da neler olduğunu yeniden hatırlamak gerekiyor.
Sincar IŞİD'in eline geçmişti... Yıllardır, “Kandil'i temizlemek için yeterli gücümüz yok” diyen Barzani, IŞİD'le mücadele için 50 bin kişilik güç oluşturdu.
2015 Kasım'ının ilk haftasıydı; burası IŞİD'den kurtarıldı.
Medyamız bu gelişmeyi, “Peşmerge güçlerinin başarılı askeri harekâtı” diye aktardı ve peşmergeleri Türk Özel Kuvvetleri'nin eğittiğini vurguladı.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da Barzani'yi arayıp, kutladı. Davutoğlu'nun, “Sözkonusu operasyondaki başarının münhasıran peşmerge güçlerine ait olduğunun herkesçe bilinmesi gerekir” dediği açıklandı.
Oysa Ankara görmezden, bilmezden gelse ve Barzani cenahı reddediyor görünse de o operasyonda PKK'nın oluşturduğu Şengal Savunma Güçleri (YPŞ) de yer almıştı... Nitekim o günlerde Peşmerge Güçleri Dicle Batı ve Doğu Cephesi Sorumlusu Zaim Ali'nin, “Başkan Barzani söz verdi. Hayatta olduğu sürece kardeş kavgasının olmasına müsaade etmeyeceğini söyledi. Bu yüzden biz asla PKK ile savaşmayı aklımızdan geçirmiyoruz” sözleri herşeyi açıklıyordu.
ABD cenahında da, “PYD-PKK’nın, Barzani’ye bağlı peşmergelerle birlikte Ezidi kenti Sincar’ı IŞİD’den geri alması” büyük bir övgüyle anlatılıyor ve bu, “Batı için Kobani’den sonra IŞİD’e karşı ikinci büyük başarı” olarak nitelendiriliyordu.
İktidar ve medyamız, Sincar'ın PKK'nın elinde olduğunu ve burada ikinci bir Kandil yaratıldığını, yani 2015'te “aldatıldığımızı” ne zaman anladı veya itiraf etti; Bu sene!..
Bugün bu konuda bir itiraf da geçmişte Barzani'nin danışmanlığını yapan, şimdi Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan İlnur Çevik'ten geldi. Yeni Birlik Gazetesi'ndeki köşesinde, “Barzani de Artık PKK'dan Yıldı” başlıklı bir yazı kaleme alan Çevik, “Barzani'nin, PKK'nın silah zoruyla Kandil'den temizlenemeyeceğini anlayıp, siyasi çözüm, hatta arabuluculuk teklifinde bulunduğunu, ama ne zaman PKK’nın kendilerine de doğrudan tehdit olduğunu anlayınca işler değiştiğini” belirtip, Neçirvan Barzani'nin son açıklamalarına atıfla şunları anlattı:
“DEAŞ, Sincar’ı ele geçirince, PKK Ezidileri kurtarma bahanesi ile hem Suriye’den hem de Kandil’den güçlerini Sincar’a kaydırıp, orayı Peşmergelerle birlikte kurtardıktan sonra oraya da çöreklendi. Peşmergeleri oradan sürdü ve Barzani’yi güneyden, doğudan ve batıdan kuşatmaya başladı… Sonunda Barzani de bizim sözümüze geliyor. Yani Türkiye artık Sincar’da PKK’ya ağır darbeler vurabilir ve bilhassa Barzani, 'ne yapıyorsunuz?' demez, hatta yardım eder.”
Acaba?.. Barzani'nin, “Hayatta olduğum sürece kardeş kavgasına izin vermeyeceğim” sözü bir yana, ABD'nin, “Durun, siz kardeşsiniz” diyeceği belli değil mi?
Barzani Ailesi'nin, “Kürdistan'ın bağımsızlık” işi tamamlanana kadar Türkiye'yi oyaladığı, “PKK'ya karşıymış” gibi yaparak sadece milletimizi uyutmaya çalıştığı o kadar ortada ki!..
Erdoğan geçen yılın başında kelimesi kelimesine şunları söylemişti:
“Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye... Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır.”
İki gün önce İstanbul'daki bir açılışta ise, “Biz, Kuzey Suriye'de yeniden bir devlet kurulmasına müsaade etmeyeceğiz, bu böyle biline” dedi.
“Kuzey Irak'la ilgili duruşumuza” ne oldu?.. “Barzanistan oluşumu, hatta bağımsızlığı büyük sıkıntılara yol açmayacak” mı yani?
Bir de; MHP'nin muhalif isimlerinden Meral Akşener, ikidir İmralı ile görüşmelerin sürdüğünü iddia ediyor. Niye kimse çıkıp da yalanlamıyor?!.
Eğer doğruysa, Barzani bu görüşmelerin neresinde?..
Ve Sincar'a karşılık, Suriye'nin kuzeyinde PKK-PYD için yeni bir yerlerin denklemi mi kuruluyor?.. 
***
ENSEMİZDEKİ ASIL TEHLİKEYİ DE GÖRMELİYİZ…
NECDET BULUZ
Şimdilerde Dolar ile yatıp, Dolar ile kalkıyoruz. Dolar’ın ekonomimize nasıl bir etki yapacağı tartışmaları da sürüyor. İç ve dış siyasi belirsizliğin Doları zıplattığını söyleyen ekonomistler de var. Bizi yönetenler, Dolardaki yükselişin suni olduğunu, FETÖ terör örgütünün Türkiye üzerinde ekonomide oyun oynadığını söylüyorlar. Bu yaşananların da gelip geçici olduğuna vurgu yapıyorlar.
Hiç kuşkusuz bizim için sadece önemli olan Dolar ve ekonomik göstergeler olmamalıdır. Etrafımızdaki tehlikeyi de görmeliyiz. Özellikle Suriye ve Irak’taki yapılaşma ve gelecekte bölgedeki haritalardaki değişikliklerin bizi nasıl etkileyeceğinin de hesaplarını şimdiden yapmak durumundayız.
Sanki bizi Dolar ile baş başa bırakıp, bütün dikkatlerimizi buraya toplayıp, sınırlarımız dışında bizi daha da sıkıntıya sokacak adımların rahat atılmasının yolları aranıyor gibi geliyor. Özellikle Suriye’deki gelişmelere bakacak olursak durumu daha iyi anlamış olacağız.
Ensemizde çok büyük bir tehlike var. O tehlikenin adı Suriye’deki PYD/YPG güçleridir. Bu güçlerin içine sızan ve birlikte hareket eden terör örgütü PKK’nın durumudur.
Amerikalı yetkililer PYD/YPG güçleri için daha önce ne demişlerdi?
“Bu güçleri silahlandırıyoruz. Bizim kara gücümüz gibi hareket ediyor. En büyük düşman IŞİD’dır. IŞİD ile mücadelede büyük başarı gösteren PYD/YPG güçlerine bundan sonra da desteğimiz sürecektir. Silahlandırmaya da devam edeceğiz.”
Amerika’nın yeni Başkanı Trump’un dış politika danışmanları da bu görüşleri destekliyor. Yeni Başkanın ekibinden Mary Beth Long da son yaptığı açıklamada PYD güçlerine desteği sürdüreceklerinin mesajını verdi. Trump’da göreve başlamadı ama konu hakkında PYD/YPG konusundaki politikaların devam edeceğini açıkladı.
Burada asıl önemli olan şudur:
Amerika PYD/YPG güçlerini sadece IŞİD ile mücadele için kullanmıyor.
IŞİD, Suriye’deki varlığını yitirse bile Türkiye Amerika’nın desteğindeki PYD ve onun silahlı gücü YPG ile baş başa kalacak gibi görünüyor. İşte sözünü ettiğimiz “Ensemizdeki tehlike” budur.
Çünkü Amerika, Rusya’yı, İran’ı ve Esad’ı halen düşman görüyor. Bugün işbirliği yapmak durumunda olduğu bu isimlere karşı bölgede kendi çıkarları için “tampon bölge” konumunda gördüğü koridoru mutlaka hayata geçirmek istiyor. Bu koridor PYD/YPG güçlerince oluşturulacak ve korunacak. Böylece Suriye’nin Kuzeyinde Rusya-İran-Esad tehlikesine karşı bir kale inşa edilmiş olacak.
İşte bu proje Türkiye’nin bölgedeki, özellikle de Suriye üzerindeki “kırmızı çizgi” ve görüşlerine tamamen aykırıdır.
Şimdi sinsice oluşturulmak istenilen bu projeyi tehlikeli olarak görmeyecek miyiz? “Ensemizdeki en büyük tehlike” demeyecek miyiz? Bu oluşum bütün hızı ile sürüyor. Biz halen Dolar ile uğraşıyoruz ve tüm dikkatlerimizi bu tehlikeden uzaklaştırıyoruz.
Rusya ile uçak krizinden sonra “yakınlaşıyoruz” diyoruz ya, işte bu oluşumlar Rusya ile yakınlaşma stratejilerimize de uzak kalıyor. Rusya, bölgede çıkarları neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket ediyor. Esad ve Halep üzerindeki tüm hesaplarımızın kapanmasını isteyenin de Rusya olduğunu unutmayalım.
Bütün bu gelişmelere karşı nasıl bir hazırlık içindeyiz, projelerimiz ne, neler oluyor, neler bitiyor bunları da şu an için bilemiyoruz. Çünkü bütün meselemiz Dolar’ın sonunun ne olacağı üzerine kurulmuş durumda.
“Fırat Kalkanı” adı altında Suriye topraklarında ÖSO ile başlattığımız operasyonların sonucu ne olacak? Daha açıkçası “Fırat Kalkanı” hedefine ulaştı mı? Dikkat edilecek olursa Amerika sürekli olarak bunu engelliyor. Özellikle de PYD/YPG güçlerine karşı hiçbir şekilde hareket edilmemesini istiyor.
Halep’teki Türkmen vatandaşlarımız şu anda evlerini terk etmiş durumda. “Fırat Kalkanı” ile Tükmenler’i de korumaya alacaktık. Ancak Rusya karşı çıktı. Halep’teki rejim güçleri dışında kalanları da “terörist” ilan etti. Hiçbir şey yapamıyoruz, sesimizi de çıkaramadık. Çünkü Dolar’ın ne olacağı ile uğraşıyoruz.
Bazı güçler bizi bölgeden koparmak istiyor. Önümüze tuzaklar kuruluyor. Ekonomimizle oynayarak önümüzü görmemiz engelleniyor.
Suriye’deki “Kürt Koridoru”nun sadece Suriye ile sınırlı olmayacağı, bunun Kuzey Irak uzantısının da olacağını yine ABD’nin yeni Başkanı Trump’un ekibinden Mary Beth Long açıklıyor. Yanı başımızda gelecekte Bağımsız bir Kürt Devleti’nin temellerinin atılmak üzere olduğunu görmekteyiz.
Nitekim Kuzey Irak’taki Peşmergebaşı Barzani ve ekibi de bu konuda yaptıkları açıklamalarda “Yeni devlet için gün sayıyoruz “demiyorlar mı?
Özetleyecek olursak, sınırlarımızdaki sorunlarımız henüz aşılmış değil ve daha da tehlikeli duruma gelmek üzere. Eğer Amerika, güney sınırımız boyunca uzanacak bir Kürt tampon bölgesi kurarsa –ki kurmakta kararlı- ne yapacağız? Bu bölgesinin oluşmasına Rusya da ses çıkarmıyor.
Batı ise gerek Suriye, gerek Irak ve gerekse bölgedeki gelişmelerde ve oluşumunda baştan bu yana Amerika’nın yanında yer alıyor. Biz hala adı geçen bu ülkelere “dost” ya da “müttefik” diyebilir miyiz?
necdetbuluz@gmail.com

27 Aralık 2016 Salı

NE EKERSENİZ, ONU BİÇERSİNİZ “Dindar ve kindar bir gençlik oluşturacağız” - Prof. Dr. Ali Demirsoy

NE EKERSENİZ, ONU BİÇERSİNİZ
“Dindar ve kindar bir gençlik oluşturacağız”
Prof. Dr. Ali Demirsoy
            Atasözü deyip geçmeyin, onların içinde yüzyılların felsefesi, ibret verici öğretileri ve yol gösteren öğütleri vardır. Belli ki atalarımız hiçbir şeyin durup dururken ortaya çıkmadığını, onları yaratan, tetikleyen ve en önemlisi teşvik eden bir şeylerin toplumda bulunmasının bir sonucu olarak kendini gösterdiğini gözleyerek atasözlerini edebiyatımıza sokmuşlardır.
            Bugün isterseniz çok sayıda ibret verici atasözlerimizden birini alarak bu gün yaşadıklarımızı yorumlayalım. Bunun için bilimsel yöntemi kullanacağız; yani benzerleri ile karşılaştıracağız.
            Geniş anlamda bu coğrafya, dar anlamda Türkiye, ivmesi gittikçe artan çağdışı, gerici, rezil, ahlaksız, insanlık dışı sosyal olaylarla özellikle terörizmle dünyayı sarsmakta; onların tarihten gelen nefret duygularını iyice kaşımaktadır.
            Eğitimde bilinen en önemli yöntemin, sözle akıl verme, övünme, iyilik perisi rolüne bürünme olmadığını, bizzat davranışı ile bir bir yaşayarak örnek olmadır. Siz ne kadar benim ailem, benim ırkım, benim kültürüm, benim dinim insancıldır, barışçıdır, hoşgörülüdür gibi fiyakalı sözlerle geçmişinizi ve şu andaki durumunuzu övseniz de uygar ve bilimsel yöntemi rehber almış insanları ve toplumları kandıramazsınız. Onlar insanlarınızın değerlerine ve davranışlarına göre notlarını verirler.
            Eğer bir yönetim ya da bir felsefe ya da bir toplum gençliğini belirli bir hedefe göre eğitmeye yeltenir ve o davranışları teşvik edici söylemlerde bulunursa er ya da geç tatlı ya da acı meyvelerini toplar. Bu yönlendirmede en etkili yol ise kuşkusuz o kişilerin hiçbir insani yasa ya da kural ile karşılaştırılamayacak manevi duygularını önce güçlendirmek, daha sonra da kaşımak olacaktır. Bu coğrafyanın tarihine baktığımızda insanların manevi duygularının kaşınması ve yönlendirilmesi ile sayısız katliamların ve acıların yaşandığı görülecektir. Bu şekilde formatlanmış insanın hiçbir insani, ahlaki ve evrensel değeri yoktur; öğretisinin kurbanıdır. Verilen görevi yorumlamadan yapacak duruma gelmiştir. Bu nedenlerle her gün görsel basında anasını, babasını, kardeşini, akrabasını manevi değerler adını taktığı bahanelerle hiç uğruna öldüren sayısız insana tanık olmaktayız. Her defasında çıkıp bu insanları lanetliyoruz; ama bunların bu hale gelmesine neden olan insanları ve düşünceyi masaya yatıramıyoruz.
            Diyelim ki farklı bir dine, kültüre ya da ırka karşı oluşturulan kin ile bu katliamları işlediniz; en azından –akıllı bir adamın kabul etmese bile- benden değildi diyerek buna bir gerekçe bulabilirsiniz. Ancak İslam dünyasına dönüyoruz; son 30 yılda terör ile dünyada 11 milyon insan öldürülmüş; bunun 10 milyonu Müslümanmış ve en çarpıcı yanı ise bu 10 milyon Müslümanın hemen hepsi kendi dindaşları tarafından öldürülmüş. Öbür dinler de geçmişte farklı değildi; ancak insani değerlerle dinlerini reform tabii tuttukları için yıkım büyük ölçüde azaldı. O nedenle insanca yaşamak için herkes bu reformu yapan ülkelere hücum ediyor. Bu ülkelerin manevi profiline bakıyorsunuz (özellikle kuzey ülkelerine), %80-90’nı ateist ya da benzer düşüncede; dini eğitim yaşamlarında bazı ritüeller hariç yer almıyor.
            Bayanlar, beyler! Önümüzde çözmemiz gereken önemli bir sorun var. Sorunlarınızın üzerine doğrudan yürümez çevresinden dolanırsanız, olumsuzluklarınıza hiç ilgisi olmayan içten ya da dıştan sorumlu bulmaya kalkışırsanız ve olanları komik ve eften püften mazeretlerle kapatmaya çalışırsanız yaranız gittikçe derinleşir ve bulunduğunuz toplum, bulunduğunuz coğrafya kana boğulur. Bizim yaşadıklarımız tümüyle böyledir. Son yarım yüzyıldır silahlı ya da silahsız, el kol, parmak işaretiyle ötekileştirilen, laikliğin dinsizlik olarak öğretildiği; kin pompalanan toplumun yetiştireceği insan olsa tekbirle Rus Büyükelçisini öldüren insandan başkası olmayacaktı.
            Kürsülerden “dindar ve kindar gençlik yetiştirme bizim amacımızdır” denen bu ülkeye, birileri, size, buyurun istediğiniz dindar ve kindar gençlik birileri tarafından yetiştirildi diyor. Bunu ve bunları, cahillik, eğitimsizlik, bilinçsizlik ve manevi değerlerin eksikliği diye de geçiştiremiyorsunuz. Yetiştirilen öyle bir kuşak ki, meclisine, kendi askerine, vatandaşına, komutanına gözünü kırpmadan mermi yağdırdı. Bunların hiç biri cahil ve eğitimsiz de değildi; küçük yaştan beri en yoğun dini eğitimle de yetiştirilmişlerdi. Hiç kimse bunların dinsiz olduğunu söyleyemez. Bugün FETO olarak lanetlediğimiz terör ekibinin en eğitimsizi görünürde öğretmen ve polistir; büyük bir kısmı paşalar, kurmaylar, rektörler, profesörler, önemli iş adamları ve üst bürokratlardan oluşmuştur. Bu toplumda bundan daha eğitimli bir kitle oluşturamazsınız. Büyük bir kısmının batılı ülkelerde eğitimi ve kalmışlığı da bulunmaktadır. Ancak hepsinin düşünce sisteminin altında köklü bir din eğitimi bulunmaktadır. Bunlara verilen din eğitimi, bu gün ilkokullara kadar yaygınlaştırılan din eğitiminden tek bir harfi bile farklı değildir. Bu terör örgütünü sapkın olarak nitelendirebilirsiniz. İyi de o zaman sorarlar, bugün dünyadaki en cani, ahlaksız, korkulan, hiçbir insanı değeri olmayan 20 terör örgütünün hepsi Müslüman, kafa keserken hepsi tekbir getiriyor. Coğrafyaları, tarihi geçmişleri, ırk yapısı, dilleri, her şeyleri farklı olan bu insanların benzer değil aynı cinneti göstermelerini nasıl açıklayacaksınız? Batı bunun yanıtını bulduğu için bizi içlerine almak istemiyor. Bu rezillik bu güne mahsus da değil; bu coğrafyanın tarihi din, mezhep savaşları ve katliamları ile yazılmıştır. Hatta dinimizin kurulduğu yıllar da benzer şekilde kanla yazılmıştır.
            Bütün bu gerçekler gözümüzün önünde iken, “dindar ve kindar gençlik yetiştirme” söylemlerini nasıl değerlendirmeliyiz? Buyurun! Siz yetiştirmeseniz (yardımlarınızı şimdilik unutalım) bile birileri hem dindar hem de kindar bir kuşak yetiştirdi ve başımıza bela etti. Sakın sevinmeyin, dine dayalı bu terör örgütü temizlense bile, bugün kol kola gezdiğiniz (bir zamanlar gezdikleriniz gibi) ya da haz etmediğiniz başka dini örgütler zaman içinde onların yerini alacaktır. Siz din eğitimini düzenli eğitime soktukça, siz yönetimde dini söylemleri rehber yaptıkça, siz dindar ve kindar geçinenleri bir yerlere getirmede ceberut davrandıkça bu beladan ne siz ne ülke ne de bu coğrafya hiçbir zaman kurulamayacaktır.
            Bilim ve bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmakla yükümlü tek kuruluşumuz TÜBİTAK, son 10 yılda onlarcasının arasından birkaç örnek vermek gerekirse ilişikteki projeleri seçerek ödüllendirdi: Besmele okuyarak ekmeği taze tutan ekmek kutuları, dua ile kanserin iyileştirilmesi, dua okuyup Kabe’yi tavaf eden pilli robot, “papaz eriğini imam eriğine çevirme makinesi, ayet okunarak üç kat daha fazla büyütülen fasulye ve diğerleri. Şimdi be soruyorum: Ne bekliyorsunuz? Avrupa bizim bu dehşet verici projelerimizi destekleyen kurumlarımızı ve onları düşünen yaratıcı insanlarımızı mı büyük bir özlemle bekliyor?
            Atatürk’ün laik devlet yapısını sözde değil özde kurmadıkça hiçbir İslam ülkesi terör belasından kurtulamayacaktır. Kandırıldık, bilmiyorduk gibi afaki laflarla suçunuzu ileride kapatmaya kalkışmayın; bu ülkenin yarım yüzyıllık bir öğretim üyesi olarak, en azından 600 yıldan beri Müslüman olan bir ailenin bireyi olarak sizi, öğrencilerimi, toplumu ve siyasileri bu yazımla bir daha uyarıyorum: Dini eğitim dünyanın hiçbir yerinde bulunduğu topluma hayır getirmemiştir. Gelin! Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda çatışmayı, kini, nefreti önlemeye yönelik, bölünmeye ve sürtüşmeye izin vermeyen laik felsefeyi bir daha salim kafayla ön yargımız olmadan gözden geçirelim. Tek bir kurtuluş yolumuz var: Cumhuriyetimizin kuruluş evresindeki laik felsefeyi ödün vermeden uygulamaktır. Bana (en azından bir defa) inanın! Bu coğrafyaya halifeliği getirmeyle, mezhepçiliği kaşımayla, hatta yönetimlerdeki insanların dini söylemleriyle -iyi niyetle de olsa- kürsülerde devlet politikası gibi sık sık söylemesi ile bu coğrafyaya hizmet edemezsiniz. Bu coğrafyayı ve Müslümanları, cumhuriyeti kurarken yola çıktığımızda bin bir tehlikeyi, güçlüğü göze alarak getirdiğimiz ve daha sonra (1945’lerden sonra; hatta 10 Kasım 1938’den sonra) altını oyarak, binbir desise ile piç ettiğimiz laiklik ile kurtarabiliriz.
            Bir insanın tanımadığı bir insanı ya da insanları hatta kendisini gözünü kırpmadan öldürmesi, bugün bilimin söylediği gibi, ancak, onu Tanrı yolunda öldürmenin kutsal bir görev olduğuna inandırmanız ile gerçekleşmektedir. Dünyadaki katliamların hemen hepsinin böyle bir tutkudan (illa Tanrı tanıması ile olmayabilir, bir kişiye ya da düşünceye katıksız bağlanmasıyla da olabilir) beslenmesi bir rastlantı değildir. Tekrar söylüyorum: Küçük yaşta çocuklara din eğitimi verilmesi ve ırkçılık aşılanması gelecekteki sürtüşmelerin temelini oluşturacaktır.
            Avrupa geçmişinde din ve mezhep çatışmalarına dayalı 30-40 ve 100 yıl savaşlarını yaşadı; milyonlarca insan inançları nedeniyle hunharca öldürüldü (bu gün Müslüman ülkelerde yaşandığı gibi). Sonunda dini yönetimlerinden ve eğitimlerinden kesin olarak uzaklaştırarak barışa ulaşabildiler. Aptallar bundan ders almamış olabilirler; ancak bu coğrafyada en azından bir kişi bu yaşananlardan örnek alarak cumhuriyeti kurarken, laikliği olmaz ise olmaz biçimde yasalarına yerleştirdi. Aslında Atatürk sadece bu nedenle bile bu coğrafyanın 1000 yıllık makus talihini değiştirmek üzere ortaya çıkmıştı; bu nedenle –şu anda içimizdeki bazı meczuplar ne derse desin- tüm dünya tarafından 100 yılın en büyük adamı olarak seçildi. Geçmişte, bugün FETO örgütünü (keza El Kaide ve IŞID gibi örgütleri kuran ve) manipüle eden güçler, 1980 yılından öncede de insanlarımızı sağ ve sol olarak bölüp bir çeşit çatışmaya (terörizme) zemin hazırlamıştı; özellikle solun ezilmesi ile sağın radikal kısmının gelecekte yeşermesine zemin hazırlamıştı. Bugün bazı çevreler Türkiye’de bu denli gerici, dini temelli terörün patlarcasına gelişmesini, 1982 Anayasasındaki din eğitiminin zorunlu hale getirilmesine bağlasa da; bunun tek başına bir etken olduğunu söyleyemeyiz.
            Batı dünyasının Müslümanlara ve Türklere bakışı hiçbir zaman olumlu olmamıştır. Bunun kendilerine göre tarihsel bir nedeni vardır. Ancak Müslüman ülkelerde artan köktenciliğe paralel olarak Batı Dünyası artık bu kültürle, bu insanlarla birlikte yaşamak istemiyor. Ben bunu söylediğimde insanlar bana kızıyor. İyi de bana niye kızıyorsunuz. Gidin onlara sorun neden bizimle birlikte yaşamak istemiyorsunuz diye? Avrupa Birliğine almakta ayak diretiyorlar. Ekonomimiz oradaki birçok ülkeden daha iyi, yasalarımızı birçoğundan daha hızlı uyumlu hale getirdik, çıkarları için kurdukları birçok örgüte herkesten çok hizmet ettik neden bu insanlar bizi almıyorlar diye ateş püskürüyoruz. Bakın ben size bir şey daha söyleyeyim: Bütün yasaları aynen uygulasak, ekonomimizi daha düzenli hale koysak, ne isterlerse onu yapsak; ancak Müslümanlığın emrettiği yaşam tarzından taviz vermezsek size kesin olarak söyleyebilirim ki bizi içlerine almayacaklar. Bir batılının azınlık Müslümanlarla değil (dünyanın birçok ülkesinde artık azınlık Müslümanlar da istenmiyor), eşit haklara sahip Müslümanlarla aynı yerde yaşamasını beklemeyiniz. Türkiye laik devlet görünümü ile bir şans yakalamıştı; ben o şansın artık geçerli olduğunu söyleyemem. Türkiye makas değiştirdi…
            Bütün bu yargılara nereden vardın diye sorabilirsiniz? Artık ondan bundan örnek vermeyi bıraktım. Bizatihi yaşadıklarımı anlatırsam belki bu yazıyı okuyanların daha anlamasını sağlayabilirim.
            Ben 20 küsur yaşlarında, genç bir akademisyen olarak ilk olarak Almanya’ya gittim ve zaman zaman başka ülkelerde de bulundum. Uzun boylu, sarışın ve mavi gözlü olmam nedeniyle, ağzımı açmadığım ve kimliğimi söylemediğim sürece çok büyük itibar gördüm[1]. Ancak Türk ve özellikle Müslüman olduğumu söylediğimde insanlarda bir hayal kırıklığı olduğunu gözledim. Kinlendim, üzüldüm; hiç olmadığı kadarıyla daha milliyetçi ve hatta dindar oldum. Ancak gözlemlerin biriktikçe ve öfkemi yenmeye başladıkça, sis perdesinin açıldığını ve daha empatik yorum yapmaya başladım. İlk olarak şuradan başlamalıyım, ben çocuklarımı ömrü billah bir Müslüman ülkede yaşamaya zorlayabilir miyim? Kendim bir Müslüman ülkede yaşamı hedef olarak koyabilir miyim? Mezhepçiliğe, tarikatçılığa, dinciliğe, bürünmüş bu insanlarla aynı apartmanda bir ömür geçirebilir miyim? Müslümanım diyen bir insanın namusuna, tarafsızlığına, doğruluğuna, düzgünlüğüne, adaletine, hoşgörüsüne, iyi niyetine, demokrasi anlayışına, laikliğine inanabilir miyim? İnsanı insan yapan yüzlerce değer konusunda benzer soruyu sordum, ben belirli bir sonuca ulaştım. Batı dünyası da bir sonuç ulaşmış olmalı ki bizle birlikte yaşamak istemiyorlar. Avrupa’da birçok ülkede yaklaşan seçimler nedeniyle partiler, Türkleri ve özellikle Müslümanları ülkelerinden sürmek taahhüdü ile oy istiyorlar. Ben utanç duyuyorum.
            Bizzat benim yaşadıklarım ve gözlemlerim bir başka gerçeği daha üstü kapalı yansıtmıştı. Bana ya da benim gibi görünenlere Türk’e benzemiyorsun, Avrupalı gibi görünüyorsun dendiğinde çevremdeki Türklerin bana gıpta ile baktığını ya da tersi sen bir doğulu gibi görünüyorsun dendiğinde onu bir iltifat olarak değil bir aşağılama olarak algılandığını çok büyük bir üzüntü ile hep gözledim. Yani benim ülkemin insanı, bana yabancı ülkede ikinci sınıf bir insan gibi bakıyordu. İster istemiz Avrupalının bu davranışının nedenini anlamak için onların gözüyle bakarak durumu anlamaya çalışıyorum. Görünen manzara şöyle:
            Müslüman ülkelerin hiç birinde, hatta Müslümanların azınlıkta olduğu ülkelerde hep huzursuzluk var. İnsanlar birbirini yiyiyor. En korkulan, vahşi teröristler bu dinden çıkıyor. Öldürdükleri insanların başında dini sloganlar atıyorlar. Müslüman ülkelerde rüşvet, yolsuzluk, yetkiyi kötüye kullanması; yöneticilerinin ailesi ve çevresi ile birlikte inanılmaz zenginliklere ulaşması;  demokrasi düşmanlığı; başka ırk ve dinlere hatta kendi dininin mezheplerine öldüresiye düşmanlığı; birçoğunun elindeki büyük gelirlere karşın insanlığa tek bir teknik ya da sanatsal katkısının olmaması; çevreye saygınlıklarının yeterince olmaması bu ülkelerin genel özelliği olarak kayda geçiriliyor. Bu ülkeler kendi topraklarında yaşasalar belki sorun olmayacak. Ancak, şu özellikleri ile kendi toplumlarının içine girmelerini istemiyorlar:
            Giyimleri, kılıkları kıyafetleri kendilerine tamamen aykırı; kadınları çarşaflar ve örtüler içinde, erkekleri kendilerine göre garip bıyıklı (biz badem diyoruz), erkeklerinin yakası paçası açık; günde beş vakit namaz için çalışmasını bırakan (hâlbuki kendileri bir saniyenin muhasebesini yapıyor); bir günde milyonlarca hayvanı sokaklarda kendilerine göre vahşice boğazlayıp kanlarını parklara ve yollara akıtan; biriktirdiği birkaç kuruşu kültürel faaliyetlere ayıracağına hacca giden (kendi ülkesinde yeşil kart kullanan), senenin bir ayında gün ne kadar uzun olursa olsun yemeyip içmeyip dikkatli işlerde aksamalara neden olan, yerlere tüküren, kırmızı ışıkta geçen, bağırarak konuşan, fırsat bulduğunda eğri büğrü işlerin hepsini yapan bir topluluk olarak görüyorlar.
            Kültürlerinin önemli bir kısmı heykel, resim, tiyatro, opera ve müzikle örülmüş. İçlerine girmeye çalışanlar ise heykel, resim, opera, tiyatro düşmanı. Dünyanın en gözde heykellerinin Afganistan’da, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Libya’da darmadağın edilmesine yakın zamanda tanık oldular. En liberal ve laik geçinen Müslüman ülkelerinin liderlerini bir defa olsun heykel, resim, opera, tiyatro salonlarında ya da açılışlarında görmediler.
            Tüm dünya yılbaşını senin benim törem ya da bayramım demeden iyi dilekler sunarak kutluyor. Bunu kardeşliğin bir harcı olarak görüyor. Öyle mi? Yıl 2016 Aralık ayı, Mili Eğitim Bakanlığından gelen bir tamimle, okullarda yılbaşı kutlaması, Noel Baba figürü, süsleme ve benzeri tüm kutlamalar yasaklanıyor. Hiç kuşkunuz olmasın yakın bir tarihte yılbaşını kutlayanlar, bu kafa ile yetiştirilen meczuplar tarafından, elçiyi öldüren formatlanmış insanın sözleriyle darp edilecektir. Kaldı ki Noel Baba’nın Demre’de yaşayan bir Anadolu çocuğu olduğunu ileri sürerek, şapelini göstererek turist çekmeye çalışıyoruz. Ayrıca 1 Ocak yılbaşı Hz. İsa’nın doğum günü değil (Hz. İsa’nın doğum günü 24-26; genel kabul 25 aralıktır), yani sadece Hıristiyanların kutlaması için kurulmuş bir gün değil; Gregoryen takviminin tüm insanların ortak olarak paylaşması için konmuş ortak bir değerdir.
            Ben bu ülkelere birlikte yaşamamız için sanatımızla, bilime katkılarımızla, müziğimizle, teknik bilgimizle davet edilmemizi isterim. Alınmamız için peşimize düşülmesini isterim. Gel gelelim ki, Avrupa’ya alınmamız için ileri sürdüğümüz gerekçelere bir bakalım: Enerji hatlarının üzerinde bulunuyoruz; birçok ülkenin coğrafik olarak merkezinde bulunuyoruz; dünyanın 3’üncüsü en kalabalık ordusunu besliyoruz; işsizler ordumuzu yaşlanmakta olan kıtanın hizmetine sunuyoruz. Bu nedenle bizi almalarının kaçınılmaz olduğunu ileri sürüyoruz. Doğrusu bu sözleri duydukça kahrımdan ölüyorum; Atatürk’ün büyüklüğünü bir daha kavrıyorum.
            Batı dünyası bu cümleden Avrupa Birliği İçine aldığı insanlarla ortak değerleri ve günlük yaşamı paylaşmak istiyor. Bu nedenle ortak yasalara bağlı olarak yaşamanın yollarını arıyorlar. Ancak bize gelince önemli bir sorun var. İçine girmeye çalışan topluluğun kadınlarının elini sıkamıyor, yüzlerini göremiyor, aynı mekânda birlikte oturamıyor; hatta sohbet edemiyor. Erkekleri, kadınları gibi giymeyenleri üstü kapalı olsa da fahişe gibi olarak görüyor. Dört kadınla evlenmeyi ibadet sayıyor; kadınları dövmeyi hak olarak kabul ediyor. Mali durumu ne olursa olsun çok çocuk yapmayı sevap görüyor.
            Eğitilmemiş analarından dolayı ve çok çocuk yapmanın sonucu ülkelerindeki okullarda bu kesimin çocukları en alt sırayı oluşturuyor. Hatta Almanya’da Sonderschule (öğrenme kıtlığı olan) sınıfların neredeyse tümünü bu kesim oluşturuyor.
            Aynı şeyleri yiyip içemiyorlar (çünkü bir seri haramlar yasağı var). Domuz eti değmiştir diye kullandıkları bıçağı ve mutfak tezgâhını kullanmıyorlar. Bir yerlerde yemek ve içmek isterlerse ister istemez ayrı bir teşkilat ve hizmet bekliyorlar. Suyun ve çayın dışında hiçbir şeyi birlikte içemiyorlar. Geçmişte belki hoş görülebilirdi; ancak günümüzde tuvalet kâğıdı yaygın olarak kullanılmasına karşın hala taharetlenmeyi bir dini ibadet görmeleri nedeniyle bu kesimi besin endüstrisinde çalıştırmaktan çekiniyorlar.
            Bütün bunları da belki hoş görebilirlerdi. Ancak bir gözlemleri var ki, buna asla tahammül edemiyorlar. Yaklaşık 1964 yılından bu yana Avrupa’ya yerleşmiş olan Müslümanların ve Türklerin katı tutucu kesimleri ne doğru dürüst dil öğrenebiliyor, ne de ortama uyum sağlayabiliyor. Geldikleri kültürü, giyimi, kuşamı, geleneği, göreneği hiç değiştirmeden sürdürüyor; fırsat bulunca da çevrelerine kendileri gibi olmayı dayatıyor. Sanat, kültür ortamında, sosyal organizasyonlarda dini kesimden kimseyi göremiyorlar. Bu çemberi kırıp da gerekli uyumu yapanlar batı dünyasına mükemmel uyum yapıp başarıya ulaşıyorlar. Bugün özellikle Alevi kökenli vatandaşlarımızın Avrupa’da önemli yerlerde bulunmasının nedeni değişebilir olmalarından, yeniliklere yatkın olmalarından ve dinin katı kurallarından kurtulmuş olmalarındandır. Bütün bunları gözleyen biri, özellikle dininin katı kurallarından arınan kişilerin uygar dünyaya uyum yapıp başarılı işlere imza attığını görünce, ister istemez faturayı Müslümanlığa çıkarıyor.
            Diyelim ki Avrupa tarihten gelen korkusu ve kini nedeniyle böyle bir saplantı içindedir. İyi de bu yıl içinde yapılan bir ankette (CNN Marsall anketleri, CNN TV, 23 Aralık 2016, saat 23.20), bu ülkede dini ve özellikle siyasi görüşleri farklı olan insanlar 4 grup halinde toplanıp onlara belirli soruları içeren bir anket uygulanıyor. Bu gruplardaki insanların %80 küsuru, başka bir gruptan kız alıp vermeyi, aynı apartmanda oturmayı istemiyor. Durum gerçekten bu ise kimseyi suçlamaya hakkımız olduğunu düşünmüyorum. Bu oranın diğer Müslüman ülkelerde farklı olduğuna inanılmıyor. Çünkü hepsi birbirini yiyiyor. Hepsinde din eğitimi zirve yapmış durumda. Eğer bu ülkeler dinlerini farklı kitaplardan öğrenmiş olsalardı, kusuru farklı yazılmış kitaplara yüklerdik. Ancak hepsi kelimesi kelimesine aynı olan bir kitaptan yani Kur’an’dan öğrenmiş durumdalar. Bununla ilgili yorumu gerisini size bırakıyorum…
            Bizim zaman geçirmeden gerekli reformları yapıp, laik eğitim ve yönetim düzenlemesi ile önce halkımızı ve daha sonra da model olarak bu coğrafyayı bataklıktan kurtarmamız gerekiyor. Bunu için çok fazla zamanımız olduğunu söyleyemeyiz. Bu coğrafyanın her bakımdan kilit taşı Atatürk ilkeleri doğrultusunda belirli bir yere gelmiş, laik düzenini yeniden inşa edecek Türkiye Cumhuriyetidir. Sadece bir ülkenin değil bu coğrafyanın geleceği bizim sorumluluğumuzdadır.
Prof. Dr. Ali Demirsoy
***
Değerli Kardeşim
Bu coğrafya ve Türkiye ektiklerini biçmeye başladı. Sorunları hep bir yerlerde arıyoruz; dönüp kendimize bakma cesaretini ve olgunluğunu gösteremiyoruz.
Avrupa’ya girişimizi sürüncemeye bırakmalarının nedenini farklı yerlerde arıyoruz; görmemiz gerekeni görmekten kaçınıyoruz.
Eğer yanlıştan dönülmez ise bu coğrafya ve biz çok büyük zorlukları gittikçe artan bir ivme ile yaşayacağa benziyoruz.
Soruna tam tanı koyamaz isek, gerçek çözümü de bulamayız. Herkesi suçlamayla bir yere gidemeyeceğimiz anlaşıldı. Gelin eksikliklerimizi, kusurlarımızı ve tarihsel çıkmazlarımızı bir daha masaya yatıralım.
Yeni yılın sloganı şöyle olmalı: İyilikler dua ve dilemekle hiçbir zaman elde edilemez; doğru uygulamalar ile kazanılır; kötülükler de beddua ve kınamalar ile giderilemez; gerekli önlemler ile bitirilir.


[1]  Suriye’den kaçan insanların bir kısmı Almanya’ya sığındı. 25.12.2016 tarihinde Haber Türk Televizyonu tartışmasında gündeme geldiği gibi, bu ülkeye giren 10.000 çocuktan haber alınamıyor. İşin en ilginç ve ırkçılık açısından ürkütücü tarafı, haber alınamayan çocuklar sarışın; büyük bir kısmı da mavi gözlüymüş. 

10 Aralık 2016 Cumartesi

HEM “DOST VE MÜTTEFİK”, HEM DE “DÜŞMAN”… NECDET BULUZ

HEM 
“DOST VE MÜTTEFİK”, 
HEM DE, AMANSIZ BİR “DÜŞMAN”…
NECDET BULUZ
Artık bazı gerçekleri görüp, kararlarımızı da bu gerçekler ışığı altında vermemiz gerekiyor. Yıllardır, Amerika için “dost ve müttefikimiz” deyimini kullandık, halen de kullanıyoruz. Ancak, bir ülke hem “dost ve müttefik” hem de “düşman” olabilir mi? Olabiliyor. Son gelişmeler bunu çok açık ortaya koyuyor.
Bilenler biliyor!.. 
Geriye bakmaya, olup bitenleri burada teker teker dökmeye gerek yok. Bilenler biliyor. Son Suriye ve bölgemizdeki olaylara baktığımızda dost ve müttefik olarak değerlendirdiğimiz Amerika’nın Türkiye için adeta düşman gibi hareket ettiğini görmekteyiz.
Türkiye yıllardır PKK terör örgütü ile mücadele ediyor. Suriye’nin güneyindeki PYD güçlerini de PKK’nın devamı olarak görüyor. Bu konuda PYD’ ye her türlü desteği veren dost ve müttefikimiz Amerika’ya da “PYD, terör örgütü PKK’nın devamıdır” açıklamalarını en üst seviyeden ilettik, halen de iletiyoruz.
Ancak, Amerika bu sesimize bugüne kadar kulak vermedi. Tam aksine PYD ve onun silahlı gücü YPG’ ye olan ilgisini, desteğini ve silah yardımını daha da artırdı.
İşin önemli ve düşündürücü tarafı şu:
PYD’ ye verilen Amerikan silahları terör örgütü PKK’nın da eline geçiyor. Doğu ve Güneydoğu’da güvenlik güçlerimiz ile çatışan ve öldürülen PKK’lıların elinde bu silahlar bulunuyor. Bunların da raporlarını ve belgelerini yine Amerikalı yetkililere iletiyoruz.
Yine sesimizi duyuramıyoruz, yine dost ve müttefikimiz bildiğini okuyor.
Şimdi de Suriye’deki PYD/YPG güçlerine Amerika Stinger füzeleri verecek.
Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde yürüttüğü “Fırat Kalkanı” harekâtını önlemek için PYD ‘yi daha da güçlendirecek.
Uçak, helikopter, İHA’lara ve keşif uçaklarına karşı omuzdan atılan Stinger füzeleri 5 kilometrelik alanda etkili oluyor.
İşin bir başka tarafına da bakalım:
Bugüne kadar PYD’nin elinde olan silahlar PKK’nın eline geçtiğine göre Amerika’nın Stinger füzeleri de PKK’nın eline geçmiş olmayacak mı? Amerika gibi bir ülke bunu bilmez mi?
Nitekim Başkan Obama, Suriye’de ABD’nin terörle mücadele operasyonlarına destek veren gruplara silah yardımını sınırlayan yasa hükümlerini devre dışı bırakacak bir başkanlık kararnamesi yayımladı. Çıkarılan kararnamede, “Faaliyetler, kuşatıcı savunma koşullarının maddeleri ve yabancı güçlere yardım, düzensiz birlikler, gruplar veya ABD’nin Suriye’de terör karşıtı operasyonlarını destekleyen bireyler, ABD’nin ulusal güvenlik çıkarları için esastır.” ifadelerine yer veriliyor.
Görüldüğü gibi Amerika çıkarları gereği her şeyi yapıyor. Bizim “terörist” dediğimiz gruplara da her türlü desteği vermekten kaçınmıyor.
Suriye’deki PYD güçlerini neredeyse Türkiye ile bir tutup, devlet statüsünde görecekler. Zaten PYD güçleri için “Bizim kara gücümüz” diyorlar. Adeta müttefikleri gibi davranıyorlar.
Şimdi biz yazımızın başlığını “hem dost ve müttefik, hem düşman” diye attık. Bütün bu gelişmeler ışığı altında bunda bir yanlış var mı? Hem dost olacaksınız, hem müttefiklikten söz edeceksiniz, hem de düşmanca hareketler içine gireceksiniz. Bununu başka bir adı olabilir mi?
Burada oynanan oyun çok yönlüdür.
Amerika, uzun zamandır PKK’ya perde arkasından destek veriyor. Bunu Körfez Savaşı öncesi Türkiye’de konuşlandırılan Çekiç Güç döneminde de gördük. Çekiç Güç’e bağlı helikopterlerin dağlardaki PKK’lılara yiyecek, giyecek, ilaç ve silah attığı belgelerle ispatlanmıştır.
Eşref Bitlis Paşa’nın uçağının düşürülüp öldürülmesinin bir başka nedeninin de bu olduğuna dair şüphelerin halen giderilmemiş olduğunu de görüyoruz.
Türkiye, haklı olarak sınırlarını korumak, terör belasından kurtulmak için Suriye sınırı boyunca mücadele veriyor. IŞİD’a karşı da harekât düzenliyor. PKK’nın Suriye uzantısı olarak gördüğü PYD güçlerinin de belirlenen “kırmızı çizgiler” içine girmemesinde direniyor.
Şimdi, Dışişleri Bakanlığımız ve yetkililerimiz Amerika’ya Stinger füzeleri konusunda uyarılarda bulunuyor. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu, açıklamasında “ABD tarafından söz konusu teçhizatın Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerinin eline geçmemesi bakımından uyarı yapılmıştır” deniliyor.
Bu uyarılar yerini bulur mu, sanmıyoruz. 
Daha önce yaptığımız hangi uyarılarımızı Amerika dikkate aldı ki?
O halde kendi göbeğimizi kendimiz kesmek durumundayız.

Amerika olan ilişkilerimizi yeniden düzene sokmak, attığımız her adıma dikkat etmek ve artık “hem dost ve müttefiklik” ile “düşmanlığın” birlikte olamayacağını bilmemiz gerekiyor.
Bu arada Rusya’nın dostluğuna da güvenilir mi, bunu da bir başka yazımızda enine boyuna tartışıp, görüşlerimizi sizlere yansıtacağız.
necdetbuluz@gmail.com
www.facebook.com/necdet.buluz

7 Aralık 2016 Çarşamba

KADER KONUSU VE ALLAH IN TAKDİRİ., Haluk Gümüştabak

KADER KONUSU VE ALLAH'IN TAKDİRİ
Haluk Gümüştabak
Bizler kader konusunu, öyle yanlış anlıyoruz ve topluma anlatıyoruz ki, adeta bu anlayışımızla Allah a saygısızlık yapıyor ve Allah ın adaletini zerre kadar anlayamıyoruz. Kur’an da geçen Kader kelimesi Allah ın TAKDİRİ, ÖLÇÜSÜ ANLAMINDADIR. Kur’an kader kelimesini, dünyanın, tabiatın ve canlıların yaratılması ve onun eşsiz yapısını anlatırken de kullanır. Örneğin Rad suresi 8. ayetinde, ONUN KATINDA HER ŞEY ÖLÇÜ İLEDİR diyerek, bu âlemin şaşmaz bir ölçüyle, düzenle, dengede yaratıldığını anlatır bizlere. Yani Allah ın yarattığı kaderde, düzende asla bozulma, düzensizlik, kargaşa yoktur.
KARGAŞANIN, BOZGUNCULUĞUN OLDUĞU HER YERDE, İNSANLARIN USLANMAZ NEFİSLERİNİN AZGINLIĞI VARDIR.
Allah bizleri yaratırken nasıl bir takdir, yani kader ölçüsü kullanmış, onu anlamaya çalışalım Kur’an dan. Önce Allah ın bizler için takdiri, yani kaderimizde adaletsizliğin olamayacağını unutmamalıyız. Kader konusunun, çok hassas bir konu olduğunu söylemek isterim.  Bazen bir yere gelip, oradan öteye gidemeye biliyor insan. Çünkü bunun nedeni, sebep sonuç ilişkisini kuramadığımızdan, bu konunun da detayına Kur’an, çok fazla girmediğinden diyebiliriz. Allah anlayabileceğimiz kadarını bizlere bildirmiştir. Yaradan bu dünyada sizleri, imtihan ediyorum der bizlere.  Bu imtihanın sonucunda da, yaptıklarımızın karşılığı olarak, bakın neler yaptığı bilgisini veriyor.
Nisa 79: Sana gelen iyilik Allah'tandır. BAŞINA GELEN KÖTÜLÜK İSE NEFSİNDENDİR. Seni insanlara elçi gönderdik; şahit olarak da Allah yeter. (Diyanet vakfı meali)
Bu ayetten de anlıyoruz ki, yaşantımızda başımıza gelen her musibet, şer bizlerin yaptıklarının karşılığı olduğunu çok açık bildiriyor.  Yani ne yapıyorsak, onun karşılığını görüyoruz bu dünyada. Bu konu üzerinde düşünelim şimdide. Her ne hikmetse çok büyük acılar, keder ve üzüntüler, acaba neden Müslüman toplumlarının başına geliyor, hiç düşündünüz mü? 
Geçen gün bir kız yurdunda çıkan yangında, küçük masum kızlarımız öldü. Acil tahliye kapısından, sanırım açık olmadığı için çıkamamışlar. Buna Allah ın takdiri diyebilir miyiz? Allah böyle istemiş, takdir etmiş diyen bir insan, ALLAH A SAYGISIZLIĞIN EN BÜYÜĞÜNÜ YAPMIŞ DEMEKTİR. Allah adaletsiz değildir. Adaletsiz bizleriz. Allah da yaptıklarımızın karşılığında, ortaya çıkan acı ve kederin oluşmasını engellemiyor, lütfen dikkat TAKDİR ETMİYOR. Yukarıdaki ayette olduğu gibi, başımıza gelen musibetler, kötülükler bizlerin elleriyle yaptıklarının karşılığıdır.
KENDİ SUÇUMUZU ALLAHA ATARAK, BU İŞİN İÇİNDEN SIYRILACAĞIMIZI SANMAYALIM. 
Böyle gidersek, daha çok acılar çekeriz. 
Bir insanın elinde olmayan bir kaderi vardır ki, buda dünyaya gelişi ile ilgilidir. Bu konuda da sanırım hiç birimizin, konuşmaya yetkisi olacağını zannetmiyorum. Çünkü konuyla ilgili hiçbir bilgiye sahip değiliz. Bununda bu dünyada, imtihanımızla ilgili bir nedeni mutlaka vardır. Kader konusunda Kur’an dan öyle ayet örnekleri veriyorlar ki bazı kişiler, batıl inançlarına delil yaratmaya çalışıyorlar. Çünkü öyle bir inanca sahipler ki, Allah bizlerin hayatını daha önceden yazmış, bizlerde bu yazgıyı/kaderi yaşıyoruz. Hani bu dünyada, imtihan ediyordu bizleri Allah? Bu nasıl adaletsiz bir imtihan ki, bizlerin hayatımızda hiç takdir hakkı yok. Böyle bir adaleti, Yaradan a nispet etmekten Allah a sığınırım.
Tevbe 51: De ki: ALLAH'IN BİZİM İÇİN YAZDIĞINDAN BAŞKASI BİZE ASLA ERİŞMEZ. O bizim Mevlâmızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler. ( Diyanet vakfı meali)
Kader konusundaki yanlış inanç sahipleri, bakın bu ayette Allah, bizim için yazdığından başkası bize erişmez diyor, demek ki Allah bizler için her şeyi yazmış, bizde onu yaşıyoruz diyecek kadar, Kur’an dan ve Allah ın adaletinden uzak bir inanç yaşıyoruz. Bu ayetin bir öncesini yazalım şimdide.
Tevbe 50: Eğer sana bir iyilik erişirse, bu onları üzer. Ve eğer başına bir musibet gelirse, «İyi ki biz daha önce tedbirimizi almışız» derler ve böbürlenerek dönüp giderler. (Diyanet vakfı meali)
Bakın Allah,  inkârcıların sözlerine karşı, Allah bunu söylemiş ve demiş ki iman etmeyenlere,  ALLAH NE TAKDİR ETTİYSE O OLUR. SİZLER BOŞUNA KONUŞUYORSUNUZ. Allah bu ayetinde, tüm iman edenlere hitaben, siz ne yaparsanız yapın, ben sizin için ne takdir ettiysem o olur demiyor. Ayetleri doğru anlamak için, Kur’an ın diğer ayetleri ile mutlaka bağlantı kurmalıyız. Çünkü Allah bir ayetinde söylediğinin, diğer bir ayette tersini asla söylemez.
Kader konusunda, yanlış algıladığımız bir konu daha var. Bir insan sarhoş, ya da ehliyetsiz trafik kazası geçiriyor ölüyor. Kişilerin hataları sonucu, depremlerde yanlış yapılmış eksik malzeme konmuş binalarda, binlerce kadın, erkek, çocuklar ölüyor, birileri çıkıyor diyor ki, ALLAH IN TAKDİRİ İLAHİSİ BUYMUŞ. Bunları söyleyenler nasıl bir RAB edinmişler bilemem, ama benim Allah ım, Rabbim asla adaletsiz değildir. Bunu da onun gönderdiği rehberinden anlıyorum.
Kendi rezilliklerini, adaletsizliklerini, hırsızlıklarını örtmek için, ALLAH IN İSMİNİ MASKE OLARAK KULLANANLAR, BİR GÜN MUTLAKA BU DÜNYADA VE MAHŞERDE CEZALARINI BULACAKLARDIR. Din simsarcılarına sormak isterim, kurallara ve kaidelere uyarak binalar yapan, depremlerde neredeyse hiç can kaybı olmayan ve neredeyse her gün deprem olan Japonya yı Allah, bizlerden daha mı çok seviyor? Oradaki insanların kaderinde, depremden ölmeyi Allah yazmamış mı? 
Allah yarattığı tüm kullarına, Fatır suresi 37. ayetinde, SİZE DÜŞÜNECEK OLANIN, DÜŞÜNECEĞİ KADAR BİR ÖMÜR VERMEDİK Mİ? der. Bu sözleri hatırlayalım ve üzerinde düşünelim. Demek ki Allah ın takdiri bu yönde, imtihan için eşit zaman takdir edilmiş.  Peki, erken ölenler ne olacak? Onlara Allah gereken yaşamı vermemiş mi? Elbette onlarında hakkı gözetilmiş ve Kur’an da bununda bilgisini veriyor ve diyor ki Allah;
Vakıa 60,61: Sizin yerinize benzerlerinizi getirmek ve SİZİ BİLEMEYECEĞİNİZ BİR ŞEKİLDE YENİDEN YARATMAK ÜZERE ARANIZDA ÖLÜMÜ BİZ TAKDİR ETTİK. (Bu konuda) bizim önümüze geçilmez.(Diyanet meali)
Rum 11: Allah yaratmayı ilkin yapar, SONRA DA ÇEVİRİR ONU YENİDEN YAPAR; SONRA HEP DÖNDÜRÜLÜP O'NA GÖTÜRÜLECEKSİNİZ.(Elmalı Hamdi meali)
Buradan da anlıyoruz ki,  imtihan için verilen zamandan önce ölenler, tekrar dünyaya gelip imtihanlarını tamamlıyorlar. Tabi imtihan vakti kadar bu dünyada kalanların, tekrar dünyaya gelmeleri mümkün değil.  Bu bilgilerden yola çıkarak, kader konusunu değerlendirdiğimizde, şunları söylemeliyiz. Bir kişiyi, başka bir insan öldürdüğünde, bu trafik kazası da olabilir, silahla da olabilir, hatta gereken önlemleri alınmamış bir evde, okulda çıkan yangında ölenlerde olabilir, depremde gereken ölçülerde yapılmamış bir evin yıkılmasında ölen insanlara, BU ALLAH IN TAKDİRİDR, ONLARIN KADERİDİR DEMEMİZ BÜYÜK HATA OLUR. HATTA BU SÖZLER, KENDİ HATAMIZI ALLAH IN ÜSTÜNE ATMAKTIR, İFTİRADIR.
Neden hata olur, çünkü bu konuda hiçbir bilgimiz yok. Bilgimiz olmayan bir şeyi, nasıl olur da Allah a nispetle söyleriz. Allah ne diyordu. Benden şer gelmez. Başınıza gelen kötülük, sizlerin yaptıklarınızdandır diyordu. Bu durumda nasıl olur da, Allah a böyle bir adaletsizliği nispet ederek, kendi hatalarımızı gizleriz. Küçücük çocuğun yanarak yurtta ölmesini, NASIL OLUR DA ALLAH IN TAKDİRİ DERİZ VE ALLAH IN ÜSTÜNE SUÇÜ YÜKLERİZ. Bu kadar m ı azgın nefislere sahip olduk, bu kadar mı Kur’an dan uzaklaştık. 
Kader konusu gerçekten çok hassas bir konu. Onun içinde bilmediğimiz bir şeyi, hele hele adaletsiz bir düşünceyi, lütfen Allah a nispet etmeyelim. Allah Kur’an da geleceği bildiğini söyler ama Allah ın geleceği görmesi, önlem almayacağı anlamında elbette değildir.  Onun içinde bizlere elçiler ve kitaplar göndererek uyarmıştır.  Sırf imtihanımız da başarılı olalım diyedir, Allah ın bu çabası. Çok dikkat çekici olan ise, Allah ın takdir ettiği ömürde, bazen kısaltmalarında yapıldığı, ama hepsinin kayıt altında olduğu, bilindiği bilgisini de verir bizlere.  
Fatır 11: Allah sizi (önce) topraktan, sonra meniden yarattı. Sonra sizi çiftler (erkek-dişi) kıldı. O'nun bilgisi olmadan hiç bir dişi ne gebe kalır ne de doğurur. BİR CANLIYA ÖMÜR VERİLMESİ DE, ONUN ÖMRÜNDEN AZALTILMASI da mutlaka bir kitaptadır. Şüphesiz bunlar, Allah'a kolaydır (Diyanet vakfı meali)
Bu ayetten de anlaşılacağı gibi, Allah her kulu için, gerekli ve adaletli bir ömür belirlemiştir. Elbette Allah bu ömrün yaşanmasını, kullarına imtihanları gereği kendilerine bırakmıştır. Örneğin kendi isteğiyle intihar etmeleri gibi. Ya da bir kişinin, diğer bir kişiyi değişik nedenlerden öldürmesi gibi diyebiliriz. Bizlerin yaptığı hatalar neticesinde, bir başkasının başına gelen bir musibet, kötü bir durumun, asla Allah ın bir diğer kulu için yazılan kaderi/takdiri olamayacağını bilmeliyiz. Ne yazık ki ayetlere öyle anlamlar veriyor ve bu yolla batıl inançlarımıza kanıt yaratmaya çalışıyoruz ki, ayetlerin anlamları farklılaşıyor. 
Hadid 22: Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen HERHANGİ BİR MUSİBET YOKTUR Kİ, BİZ ONU YARATMADAN ÖNCE, BİR KİTAPTA YAZILMIŞ OLMASIN. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. (Diyanet vakfı meali)
Bu ayette örnek gösterilerek, Allah ın her şeyi önceden yazdığını ve bizlerin bu yazgıyı yaşadığımızı söylüyorlar. Hâlbuki bu ayette dikkat ettiyseniz, başınıza gelen yalnız musibetlerden, yani cezadan bahsediyor. Allah bu musibetleri, yani cezayı neden verdiğini bir ayetinde açıklamıştı. Kendi ellerinizin yaptıklarınızın karşılığı demişti. Allah adaletsiz değildir. İncir çekirdeği kadar yapılan bir şeyin karşılığını alacaksak, Allah ın vereceği musibetin, cezanın nedenini doğru anlamalıyız.  
Allah bizlere üç şey için musibet verebilir.  İMTİHANIMIZ İÇİN.  YAPACAĞIMIZ KÖTÜ BİR ŞEYİ YAPMADAN, UYARI OLSUN DİYE. YA DA YAPTIKLARIMIZIN KARŞILIĞI, CEZA OLSUN DİYE. Bunların hiç birisini bizler takdir edemeyiz, nedenlerini bilemeyiz. Ama kendi yaptıklarımızı çok iyi biliriz. Eğer bizler, başımıza gelen tüm bu musibetlerden dersler almak istiyorsak, YAŞANTIMIZDA BAŞIMIZA GELEN MUSİBETLERİN, ASIL NEDENLERİNİ ARAŞTIRMALIYIZ. Eğer araştırmadan, ders çıkarmadan gerçeklere gözlerimizi yumarak, BUNLAR ALLAH IN TAKDİRİDİR, KADER DİYEREK, ALLAH IN ADALETİNE SAYGISIZLIK YAPAMAYA DEVAM EDERSEK, bilelim ki bu musibetler hem kişisel olarak, hem de toplum olarak, başımızdan hiç eksik olmayacaktır.
Saygılarımla
Haluk GÜMÜŞTABAK
***
https://www.facebook.com/Kuranadavet1/?ref=aymt_homepage_panel
http://halukgta.blogcu.com/
http://kuranyolu.blogcu.com/
http://hakyolkuran.com/

REVAL'den BERİSİ... Yalçın KOÇAK

REVAL'den BERİSİ...
Yalçın KOÇAK
IMF borçlarını kapatmış bir Türkiye AB sınırları dışında mali olarak sömürülmeyen bir yapıdır. Hasta adam iyileşmeye mi başladı ne? Sorusu ve korkusuyla, nezaret altındadır.
Yazdık yetmedi, televizyon programlarında söyledik S&P, Moddy’s ve Fich tam anlamıyla ekonomik tetikçilik kuruluşlarıdır ve mali kredi notlarında tam anlamıyla pislik yapmaktadırlar. 
Sömürücü kemirgenlerin öncü kuvvetleridirler.
Tarih tekerrür ettirmek isteyen bu Şer trio bize 1854 yılın da Ruslarla aramızı açarak bizi yoktan yere Kırım savaşına sokan içeride Galata Bankerleri destekli Sabataycı azgın azınlık ile; İngiltere’yi ele geçirmiş Siyonist azınlıkların müşterek sahneledikleri İngiltere Kraliyet ailesi hariç Dünyada ki tüm asil genetiklerin, hanedanların devlet idarelerinden uzaklaştırılarak kendi hegemonyaları eliyle yönetilecek “ Yeni Dünya Düzeni” Hürriyet, Adalet, Eşitlik, Müsavat mavraları ile rutubetli dehlizlerinde kötü niyetli, cin fikirlerin dolaştığı demokrasi piramitleri inşa ettiklerini, tamamen Batı sokuntusu ve sahte bir aldatmaca olan Liberal düşünceler, halk idareleri ayakları ile aldatılan tarih, kandırılan milyonlar, kaybedilen asaletler, büyük göçler, savaşlar, telefat ve hala bitmemiş bir Dünya savaşları. 
Osmanlı İmparatorluğunu kaybetti, Hanedan tehcir edildi. 
Avusturya Macaristan parçalandı, Habsburg’lar devre dışı kaldı. 
Siyonist akıllı Fransız ihtilali ile Fransa Kraliyetini sonlandırdı. 
Beyaz Rus'un Bolşevik ihtilali ile Rusya Çarlığını, Alman İmparatorluğunu kaybetti ama İngiltere Krallığı ayakta,  bu nasıl iş ; İş tarihçilerin algımızı yönettikleri arada galiba. 
1908 yılında İngiliz Kralı Henry ile Rus Çarı Nikola arasındaki Reval görüşmeleri ile bizim Kırım harbimiz (1854) arasındaki 50 sene de başımıza örülen çorabı bir çözebilsek bu gün üzerine oyun kurulan değil, günün oyun kurucusu oluruz. 
Adı ne olsun derseniz ''Horasan İnisiyatifi'' tam coğrafyanın ve kitabın ortasından olur, herkese aittir. 
BOP bitti eş başkanlıklar gitti, HOP’u devreye alalım (Hazar Ortak Pazarı). 
KEİK’i canlandırıp (Karadeniz Ekonomik İşbirliği) HOP üzerinden Şanghay 5'lisine bağlayalım. Nefis bir İpek yolu projesi olur. Çin- Avrupa demir yolunda müessir ortak olmalıyız. Otoyol, Pipe-Line boru hatlarıyla gaz ve petrol taşımacılığı, Enerji platformu ve kulvarı yapılanması ve fiber optik altyapısı ile tek DİL, tek Gümrük. İşkodradan- Mançurya ya. 
Kazak Steplerindeki milyonlarca dönümde Dünyayı açlıktan kurtaracak alüvyon toprak ekecek adam bekliyor. Mavera ün nehir suladığı otlaklara sahip çıkacak çobanlarını arıyor.
Moğolistanın kıymetli Neodium, Lityum madenlerini ve mücevher kızlarını unutmayın, 20 bin damat istiyor.???
Fikir olsun, fakirin de katkısı bulunsun istedik.
Batıya ait okumaları ve Garbiyat çalışmalarımızı çoğaltmalı ve hızlandırmalıyız. Moldovya’dan Gökoğuz Türk çocuklarımızdan çok öğrenci okutmalıyız ve her birini çok iyi Ortodoks din alimi seviyesinde eğitmeliyiz. Rus Ortodoks aleminin Türk aşısına her asırda ihtiyacı vardır, unutulmamalıdır.? Altın renkli tenekelerimizin hali ortada.
Bülbül dağını ve Meryem kült'ünü akıllı bir şekilde Batıyı ve Batılıyı manipüle edecek şekilde kullanmalıyız.?
Yeni Anayasayı Yasama ve Yürütme ergi ile sınırlamalı, Yargıya haksızca ihtilallerle verilen hak geri alınmalıdır. Türkiye kuruluş manifestosundan saptırılmıştır. Hürriyetperver demokrasi parlamenter rejimin esasıdır. Başkanlık daha konuşulmamalıdır, kuvveden fiiliyata geçilmelidir. 40 yıl bir işi konuşmak gaflettir.
Din ve vicdan hürriyeti en önemli vazgeçilmezimizdir, istismarcıları ve ondan geçinenleri en ağır ceza ile cezalandırılmalıdır. Din adına çorba kaynatanlar, torba dolduranlar, kurslarımızda çocuk okutuyoruz dümeni ile zekat yiyenler afişe edilmelidir.
Kuruluş felsefemizde ki Bektaşi’yi de Caferi’yi de kapsayan Maturidi-Yesevi çizgisi taviz verilmeyen, vazgeçilmezimiz olmalıdır. 
Kimsenin toprağında gözümüz olmadığı gibi,
Bizim Toprak kaybına da tahammülümüz yoktur.
Ne diyor Avrupalı, birliğine almama gerekçesi olarak?
Çok kalabalıksınız.
Çok büyüksünüz.
Çok borçlusunuz.
Yazılı olmayanı da yazalım Müslümansınız.
Ey Avrupa; şimdi Suriyeli ve Iraklı akrabalarımızla daha da kalabalık olduk, aklını başına al benim ekonomimi berhava etmeye uğraşma, elinden geliyorsa ucuzlat dövizini de bu eşyası “denk” de duranlara hizmeti buradan vereyim yoksa kafana “ dank” edecek ama iş işten geçecek. İşte şer'deki hayır, politikasını üretebilene...
Dengi sırtında olanın kervanı Batıya gider.

25 Kasım 2016 Cuma

ZORUNLU BİR ALINTI: "BİR SÜBYANCI MEL’ÂNET., BU İKTİBAS ŞART OLDU!.. CEMAAT'İN ABİSİNİN ÇOCUK TECAVÜZLERİ BÖYLE KAPATILDI"

BİR SÜBYANCI MEL’ÂNET., BU İKTİBAS ŞART OLDU!.. 
CEMAAT'İN ABİSİNİN ÇOCUK TECAVÜZLERİ BÖYLE KAPATILDI
Nihat Genç (Saygı ve şükranlarımızla) 
Kitabın çıkmış hikayeyi baştan sona anlatmışsın ama olsun kamuoyu bir daha benim sütunumda okur. Tabii Taner önce cemaatin resmi avukatlığını yapan CHP’li Atilla Kart okusun hikâyeni… Cemaatin bu resmi avukatlarını Halk TV ekranına çıkartanlar okusun...
“24.11.2016, Adı: Taner Topsakal...
Meslekten atılalı 10 yılı geçiyor.
Hikayesini okumayı mide kaldırmıyor.
İnsanlık kaldırmıyor.
Hukuk kaldırmıyor.
Kendisi de bir zamanlar ‘cemaatçi’ tabir edilen bir polisti...
Bir cemaatçi rehber öğretmeni dokuz çocuğu hukuki terimle fiili livata suçuyla kıskıvrak yakaladı.
Başına gelmeyen kalmadı, sen misin yakalayan bir buçuk yıl hapis yatırdılar.
On yıldır bir iş güç sahibi olamadı...
Mesleğinde kalsaydı bugün III. Sınıf emniyet amiri olacaktı...
Onu meslekten kovanların bir kısmı hala görevinde, diğer kısmı FETÖ’den yakalandı ama hala maaşlarını hapiste bile almaya devam ediyor.
Taner Topsakal’ı hizmetçilik yapan eşi geçindiriyor.
Beş parasız hapis sonrası günlerinde bir de annesi öldü...
Ey ülkemin TV programcıları, ey senaristleri, bu akıl dışı insanlık ötesi ‘hikayelerini’ neden okumazsınız...
Anlat Taner, tane tane anlat...
Taner Topsakal: Anlattım ağbi, ‘FETÖ Sıfır’ı Tüketiyor’ kitabımda başımdan geçenleri…
-Bu kitabı nerden bulabilirim...
Taner Topsakal: Cemaat kitabı yasaklayıp kaldırdı ağbi, bulamazsın, belki bir arkadaşımızda varsa...
-Bana bir tane gönderebilir misiniz?
Taner Topsakal: Kitabı da oku, karşılaştır ağbi, ben sadece başlangıç olayını kısaca anlatayım...
-Hepsini anlat Taner?
Taner Topsakal: Sayfana sığmaz ağbi, giriş hikayesi yeter...
İNGİLİZ POLİSLER SUNUM YAPIYOR
-Bir özet geç, o zaman...
Taner Topsakal: Şöyle ağbi, meslekteyken görevimiz Cinsel suçlar... İngiltere’ye toplantıya gidiyoruz. Cinsel Suçların Soruşturulması Komisyonu var... İngiliz polisler sunumda bize şunları söylediler: İngiltere merkezli bir internet sitesi var... Bu internet sitesinin ana teması çocuk pornografisi... Resimler, videolar, iğrenç resimler... Ülkelerinde çok ağır suç... Yakalanan 15-20 yıldan aşağı kurtulamaz…
- Sonra...
Taner Topsakal: İşte bunları anlattılar. Toplam 22 ülkeden bu siteye giriş varmış. Söz konusu ülkelerle ilgili operasyon yaptıklarını, ancak bunlardan ikisine, biri Türkiye, operasyon yapamadıklarını anlattılar. Zoruma gitti. 'Biz niye yapamıyoruz', dedik. ‘Bizim teknolojik altyapımızın, emniyetçi birikimimizin, Türkiye’de çocuk pornocularını yakalamaya yetmeyeceğini düşündüklerini’ söylediler...
-İngiliz polisler sizi aşağıladı mı?
Taner Topsakal: Yok ağbi, ağrımıza gitti, milli mesele yaptık, ‘biz bu operasyonu yapacağız’ dedik. O dönem İngilizlerin dediği kadar olmasa da geriydik biraz... Döndük Türkiye’ye ‘bilişim uzmanı’ aramaya başladık. Bilişim sektöründen profesyonel arkadaşlarımız vardı. Onlarla oturduk toplantılar yaptık. Bize... ‘Bu ICQ numarasına bir mesaj gönderin. Mesajı açtığı, okuduğu zaman bize mesaj düşecek. Oradan IP’sine ulaşabilirsiniz’ dedi…
-Film başladı yani…
SİSTEM KURULDU
Taner Topsakal: Nerden bilebilirdik, sonumuz başladı ağbi... Biz sistemi kurduk. Mesajı yolladık, beklemeye başladık. Açtı nihayet. IP numarası çıktı. Hemen servis sağlayıcısını tespit ettik. Ankara savcılıktan bir karar çıkarttık, servis sağlayıcısının bilgileri vermesini içeren bir yazı. Bilgileri aldık. Bursa’da bir telefon numarası çıktı. Telefonun sahibini de adresini de bulduk...
-Hatırladım, gazeteler televizyonlarda haberleri çıktı, o pornocu cemaatçi öğretmen olayı..
Taner Topsakal: Cemaatçi rehber öğretmen, adı: Özgen İmamoğlu isimli bir şahıs... Bakan adına bir görevlendirme ile 10 kişilik bir ekip olarak gittik Bursa’ya. Müdürümüzün adı Mutlu... Sıkı bir şekilde tembih etti. Çok hassas konu. Kimseye bahsedilmeyecek. Eşleriniz bile duymayacak. Bursa Emniyet müdürü Reşat Altay’dı. Ona da ne için geldiğimizi söylemedik, rahatsız bile oldu hatta.
-Eee sonra...
Taner Topsakal: Özgen İmamoğlu hakkında araştırma yapmaya koyulduk. Geçmişine baktık. Gördük ki cemaate bağlı bir okulda rehber öğretmenlik yapıyor. Daha önce Gaziantep’te zihinsel engelli çocuklarla ilgili bir devlet okulundaymış... Sonra bağlantılı olduğu şahıslara baktık. Bir kuruyemişçi bir de şekerlemeci esnaf var. Onunla sıkı irtibatta olduğunu gördük. O siteye, o dükkandan da girilmiş. Esnaf da cemaatten birisiydi...
-Hem himmet topluyor hem çocukları düzüyorlar yani...
Taner Topsakal: Bu sapık tek katlı evde oturuyor. Evin karşısında şansımıza bir inşaat var. Müteahhidine dedik ki, ‘karayollarından geliyoruz, karşıda yolun yoğunluğunu ölçeceğiz, müsaade eder misin? Gerekirse kira filan de veririz...’ Zaten hava şartları kötü inşaat da durmuş. Etrafta kimse yok yani. Bu arada Bursa Emniyeti bizden huylandı. Onlar da bizi takip ediyor... Komedi...
-Eee, polisler polislere karşı birbirinize mi girdiniz...
Taner Topsakal: Komedi. Köşe kapmaca oynuyoruz. Etrafa soruyoruz çaktırmadan, herkes ‘çok iyi adamdır, çocuklara ücretsiz ders verir’ filan diyor. Gerçekten de evine sürekli 10-11 yaşlarında çocuklar geliyor. Bir çocuk geliyor. O içerdeyken başka çocuk gelirse içeri almıyor. Çocuk ısrarla zile basarsa camdan ‘yarım saat sonra gel’ diye bağırıyor. Çocukları tespit ettik.
‘Bu çocuklarla mülakat yapalım’ dedik ama sıkıntılı bir iş. Hem psikolojileri açısından hem olayın gizlenmesi açısından…
-Sonra Taner?
Taner Topsakal: Bir pedagog bulduk, bir hanım. Operasyonla ilgili bilgi verdik. Bir senaryo hazırladık. Resmi yazıları yazdık. Çocukların okuluna gittik. ‘Milli Eğitim Bakanlığı’ndan geliyoruz testler yapacağız’ diyerek. Tabii asıl Özgen İmamoğlu’nun (cemaatçi sapığın) evine girip çıkan çocuklara odaklanıyoruz. Uzman bize, bir rapor hazırladı: ‘Bu adam bu çocuklara tecavüz edecek, henüz etmemiş ama hazırlanıyor. Küçük küçük istismarlara başlamış. Beyinlerini de hazırlıyor’.
-Tecavüze hazırlandığını nasıl anladınız?
Taner Topsakal: Mesela ders çalışırken ‘hadi biraz dinlenelim’ diyor. Bilgisayar da çok yaygın değil o zamanlar çocukların ilgisini çekiyor. Ekranda oyun oynarken birden porno bir resim çıkartıyor. Çocuk şaşırıyor, bu gülüyor filan. Görüntüler genelde çocuk pornosu, erkek çocuk pornosu... O görüntü sanki çok normalmiş gibi davranıyor. Aşama aşama yapıyor bunları. Zaten kendisini sevdiriyor. Hediyeler alıyor, derslerine yardım ediyor...
FETHULLAH’IN KİTAPLARI HER YERDE
-Eee sonra?
Taner Topsakal: Bir ay takip ettik. Neden uzattınız derseniz ailelerin infialini dikkate alıyoruz. Bir de cemaat mensubu ya... Cemaat ‘bize çamur atıyorsunuz’ demesin diye, hiç hata olmasın istiyoruz... ‘Suçüstü yapabilir miyiz?’ derdindeyiz. Sonunda yüzün üstünde bir polis ekibiyle operasyona karar verdik. Biz eve girinceye kadar delilleri yok eder diye endişeleniyoruz. Her sabah aynı saatte evden çıkıyor. Kapısının önüne çıktığında... Bursa Ahlak Büro Amiri Hakan Yüksel koluna girdi. Dondu kaldı...
-Kıskıvrak yakalandı…
Taner Topsakal: Gözaltına alındığını söyledi. Taşkınlık yapmadı, sonra Mutlu müdür koluna girdi, ne için geldiğimizi biliyor musunuz, dedi. Bu (sapık) ‘evet biliyorum’ dedi... CD‘ler, fotolar, artık onların peşindeyiz. Eve girdik aramaya başladık. Cemaat’in Fethullah’ın kitapları sağda solda. Ve çekyatın altında bir çanta... İçinde belki binlerce çocuk pornosu görüntüsü... CD’ler var, çıktılar alınmış... Bilgisayarını aldık, sildiği dosyalara ulaştık. Binlerce görüntü.
-Kurtulma şansı kalmadı...
Taner Topsakal: Sorun şu ki bizim mevzuatımızda bu ağır suç değil, mevzuatın ‘kabahatler’ bölümünde düzenlenmiş. Gülünç bir parayla yırtabilir. İçimiz içimizi yiyor. Biliyoruz bu adam sapık, ama adama tırnağımızı geçiremiyoruz...
-İyi de kanıtlarıyla yakaladınız işte...
Taner Topsakal: Dur ağbi, avukatları akın etmeye başladı. Bir anda 5-6 avukat. Birisi de abisi. Kötü davranışlar tersleşmeler başladı. Sanki haksız hukuksuz bir operasyon yapmışız gibi. Bu arada görüntüleri incelemeye devam ediyoruz. Gaziantep’teki okulda da yapmış, duştaki çocukları çekmiş. Bir yandan avukatlarla boğuşuyoruz. Biri geliyor diğeri gidiyor. ‘Yargısız infaz yapıyorsunuz’ diye bağırış çağırış... Biri de ‘siz bu cemaat’i karalamak için yapıyorsunuz, sizinle hesaplaşacağız’ diyor...
İNSANIN MİDESİ KALDIRMIYOR
-Eee sonra...
Taner Topsakal: Tam o sırada ağbi, inanılmaz bir şey oldu, yukarıdan bağırtı sesleri geldi. Baktık, bizim kaset seyretsin diye koyduğumuz memur... ‘Acil gelin’ diye bağırıyor... Çıktık yukarı. Özgen İmamoğlu, engelli çocuklara tecavüz ediyor... Alenen fiili livata...
 -Filme almış, çocukları düzerken kasete almış, kaydetmiş…
 Taner Topsakal: Sekiz dokuz ayrı çocuğa ayrı ayrı... Hatta bir tane bebe var iki yaşında çocuğa...
 -Ya ne diyorsun sen ya…
 Taner Topsakal: Ağbi sıkı dur, bir de Özgen İmamoğlu’nun (sapık) yeğeni var, ona da tacizde bulunuyor. Üstelik misafirlikte. Çocuk uyurken gitmiş, soymaya çalışıyor filan çocuğu... Midemiz kalktı, kustuk ağbi, bildiğin kustuk, bu görüntülere dayanılır mı ağbi, kustuk...
 -Eee Taner?
 Taner Topsakal: Bu da sorguda bir şeyler anlatıyor, psikolojik terimler kullanıyor, neymiş ‘geriye dönüş hastalığıymış...' O da kendisini çocuk zannediyormuş zaman zaman... İşte öyle oyunlar oynuyormuş... Ama artık sorgunun da bir hükmü yok. Kasetler elimizde kapı gibi maddi deliller. Gittik yanına, ‘bulduk’ dedik, gösterdik, o dakikadan sonra sustu, kitledi kendisini...
 -Ee mahkeme?
 Taner Topsakal: Dur ağbi, avukatlar sardı etrafımızı, ‘siz cemaate komplo kuruyorsunuz’ diye yeri göğü yıkıyorlar. ‘Gel’ dedim avukata, 'sana bir şey göstereyim. Kaset 90 dakika sürüyor ama 10 dakikadan fazla dayanıp izleyecek misin?...' Gene de izletmedim. Görüntülerden çıktı aldım. Özgen İmamoğlu, net, çocuk net, fiili livata net. Bağıran adam gördü... Gözleri doldu. Kağıtları ters çevirdi. Şunları söyledi... ‘Özür dilerim, cemaat’in imamları bizi çağırdılar. Bize karşı bir iftira kampanyası başlatıldı. Öğretmenimize iftira atıyorlar. Gidin kurtarın. Ona istinaden geldik. Olayın bu boyutlarını bilmiyorduk’ dediler...
 -Avukatlar davadan çekildiler mi?
 Taner Topsakal: Hayır ağbi, beş avukat vardı, üçü böyle dedi. Ama ikisi, birisi Özgen İmamoğlu’nun (sapığın) ağbisi. Onlar devam ettiler. Görüntüleri gördükleri halde, hala hakaret diklenme... ‘Ben hem abisi hem müvekkiliyim, görmek istiyorum müvekkilimi’ dedi... İtiraz ettim...
 -Avukatlığına güveniyor…
 LİNÇ ETMEYE GELDİLER
 Taner Topsakal: ‘Siz avukatlığını yapamazsınız çünkü siz de mağdursunuz’ dedim, şaşırdı... Sonra cinsel taciz görüntülerini izlettim. ‘Bakın’ dedim, ‘mağdur çocuklardan birisi de sizin çocuğunuz... Sizin evinizde yapmış bunu...'
 -Çıldıracağım...
 Taner Topsakal: Avukatın karısı da yanındaydı, kadın görüntüleri görünce düştü bayıldı. Adam da şok oldu. Aldılar götürdüler. Bir daha hiç görmedim onları, müşteki de olmadılar.
 -Ee Taner?
 Taner Topsakal: Olay patladı. Gelen giden il müdürü ortalık fena karıştı. Kamuoyu duyunca halk galeyana geldi. Bursa emniyet müdürlüğünün önünde beş-altı bin kişi. Linç etmek istiyorlar. Mutlu müdür ‘Çok hassas operasyon, hakaret istemiyorum’ dedi. Fiske değmeyecek. Bir polis arkadaşımızın annesi TV’den görmüş, oğlunu arıyor, ‘Ona bir tane vurmazsan hakkımı helal etmem’ diyor. Gitti müdüre, müdürüm, annem hakkını helal etmem diyor bir tane vurmam lazım, gitti bir yumruk attı.
Adliyeye çıkarttık, fırıldaklar başladı. Fezlekeyi psikolog hanımın raporuna yaslıyoruz, görüntüler de var. Çocukları çağırmaya başladık. İlk tuhaflık, Ağır Ceza bakması gerekirken Basın Savcılığına verildi iş. Neyse basın savcısı geldi, okudu, dosyalara baktı, çocukları çağırdı...
Savcıya 'ne yapacaksınız’ dedik, ‘çocukların ifadesini alacağım’ dedi... ‘Böyle sorgu olmaz, çocuklara testlerle filan yaklaştık, hem zaten psikoloğun raporunda her şey var. Maddi deliller de var.’ Savcı tersledi bizi. ‘İşime karışmayın’ dedi... Soruları kendisi önceden hazırlamış. Aynen şu kelimelerle soruyor: ‘Özgen İmamoğlu sana cinsel istismarda bulundu mu?’ Şimdi bunu sorduğu çocuk 12 yaşında. Çocuk istismarı ne bilir. ‘Yok bulunmadı’ diyor. Bu arada emniyete gelen Özgen İmamoğlu’nun avukatları, zaten öğrencilerin yakınlarını, ailelerini bağlamışlar. Çocuklarla yapılan uzman mülakat raporları var... Biz istiyoruz ki çocuklar en az hasarla kurtulsun. Gerekirse gelmesin, müşteki bile olmasın. Uzman psikolog böyle ifade alınır mı diyerek isyan etti, bağıra çağıra çıktı odadan...
Mutlu müdürle biz girdik içeri. Müdür, savcıya resmen hakaret etti. ‘Sen ne yaptığını sanıyorsun, neyin peşindesin?’ diyerek. O da dedi ki: ‘Ben savcıyım, ifadelerini alıyorum...’ İfadeyi aldık baktık, kargacık burgacık ismini yazmış altını da imzalamış. Oysa temel kuraldır hukukta 12 yaşındaki çocuğun ben şikayetçiyim ya da değilim deme durumu yok, onun adına babası annesi gelir ifade verir, şikayetçi olur veya olmaz...
GÖRÜNTÜLERİ YOK ETTİLER
-Ve cemaatle savaş başladı…
Taner Topsakal: Cemaat bu işin üzerini kapatacak. Bir yolunu bulup kurtaracaklar eminiz. Mutlu müdür, Adalet Bakanlığı'nı aradı, biz arıyoruz. Tanıdığımız hakim savcı bulalım telaşındayız. Yok olmadı... Savcı çocukların ifadesini o şekilde aldı... Bir yolunu bulup kurtaracaklar...
-Eee Taner?
Taner Topsakal: Biz Ankara’ya döndük... Bir hafta on gün geçti. Bursa Cumhuriyet Savcılığı daha doğrusu Bursa Mahkemesi ‘Bursa’da yaşanılan olaylarla ilgili, cinsel istismarla ilgili, delil tespit edilmediğini, zaten bu konuda hiçbir mağdurun şikayetçi olmadığını, delil görüntülerde şahsın daha önce çalışmış olduğu Gaziantep ilindeki okul öğrencileri olduğu için, olay yerinin Gaziantep olması sebebiyle dosyanın Gaziantep Mahkemesine gönderilmesi, yetkisizlik kararı verilmesi’, doğrultusunda bir açıklama yaptı. Özgen İmamoğlu da Gaziantep’e gönderildi. Gaziantep Mahkemesi de ‘delil bulunmadığı’ gerekçesiyle bu sapığı tahliye etti.
-Film yeni başlıyor yani…
Taner Topsakal: Şok olduk. Hakimi aradık. ‘bunu nasıl tahliye edersin...’ Hakim gelen dosyaların içinde bir şey olmadığını. Şikayetçi bulunmadığını. Sadece ifadesinin gönderildiğini söyledi. Kasetleri hatırlattık. '13 tane tecavüz görüntüleri de var’ dedik. ‘Yok’ dedi, 12 tane geldi bana onlarda da parkta filan çocukları çekmiş. Bunda bir şey yok ki... Resmen kaseti yok etmişler. Mutlu müdür ta başından kasetleri yok ederler diye kopyalar çıkartmıştı.
-Eee sonra Taner?
Taner Topsakal: Bir sabah işe geldik, bu işe bakan kim varsa çekmecesi zorlanmış, bazısı kırılmış, görüntüleri aramışlar. Ama hiçbirimiz görüntüleri büroda tutmuyorduk zaten...
ANA HABER’DE YAYINLANDI
-Kasetleri basına verseydiniz?
Taner Topsakal: Aynen öyle yaptık ağbi, duyarlılıkları artsın neyin haberini yaptıklarını bilsinler diye görüntüleri olduğu gibi basına verdik... Belki hatırlayanlar çıkar... Defne Samyeli Show TV Ana Haberi sunuyordu o günlerde de yeni anne olmuştu. Bununla ilgili haberi okurken hüngür hüngür ağlamıştı. ‘Ben bu görüntüleri izledikten sonra kendime gelebileceğimi zannetmiyorum. Zaten yayınlayabilmemiz mümkün değil. Böyle bir adamın serbest bırakılmasından ben insan olarak utanıyorum’ demişti…
-Hatırladım…
Taner Topsakal: Burası şahsi yorumum ağbi, Samyeli’nin o tepkisi cemaatin husumetini çekti, 2014 yerel seçimlerine gidilirken ‘Defne Samyeli ile Recep Tayyip Erdoğan’ın ilişkisi olduğu, muta nikahı kıydıkları’ haberleri çıktı, bu bir kanaat his...
-Ne oldu bu sapığa sonra...
Taner Topsakal: Kaçtı gitti. Facebook’tan yazdığı bir yazıyı okudum, yazıda Kırgızistan ve Kazakistan’da olduğundan, cemaat oraya kaçırmış, orada görev vermiş...
DAVALAR BAŞLADI
-Senin başına ne geldi Taner?
Taner Topsakal: Bu anlattığım olay sadece giriş ağbi, bir küçük fragman, asıl olaylar şimdi başlıyor, bunlar ipimi çekti, Nuh Mete Yüksel davasını bilirsin, ona kumpas kurdular, sonra beni, o zaman Ergenekon davaları başlamamıştı, önce meşhur Atabeyler davasına sonra Sauna davasına bağladılar...
-Anlaşıldı Taner, bunları anlattığın kitabı gönder bana, konuştuklarınla orada söylediklerini aynen düzeltip bu röportajı tamamlayayım, şimdi ne yapıyorsun nasıl geçiniyorsun?
Taner Topsakal: Meslekten attılar, işsizim, irili ufaklı bir çok iş denedim başaramadım, elde var sıfır, beni atanların bir yarısı hala emniyette... Afedersin eşim hizmetçilik yapıyor, bütün gelirim bu...
-Kitabın çıkmış hikayeyi baştan sona anlatmışsın ama olsun kamuoyu bir daha benim sütunumda okur.
Tabii Taner önce cemaatin resmi avukatlığını yapan CHP’li Atilla Kart okusun hikayeni…
Cemaatin bu resmi avukatlarını Halk TV ekranına çıkartanlar okusun...
Mehmet Altan’ları grup toplantısında özgürlük şampiyonu yapıp CHP’lilere Mehmet Altan ismini alkışlatan genel başkanları okusun…
Sonra Taner, Silivri’ye koşup, bu dosyaları görmeyip cemaat TV’lerinde onlarca yıl ahkam kesenleri fikir özgürlüğü kahramanlığı yapan CHP’li vekiller okusun...
“BEN DE CEMAATÇİYDİM”
Taner Topsakal: Bir daha unutmadan söyleyeyim ağbi, bu sapığın davasına başladığım güne kadar ben de cemaatçi tabir edilen polislerdendim, bu davayla hayatım, fikirlerim, inançlarım, dünyam değişti...
-Sağol Taner, cesaretin için onurlu duruşun için sağol...
Taner Topsakal: Ağbi bir gün gel sana ‘rüya imamlarını’ anlatayım...
-Rüyaların da mı imamı var…
Taner Topsakal: Ağbi, rüya imamları, cemaatte kim rüya görürse bütün rüyaları dinler, notlarını alır, bu rüya kullanılmaz, bu rüya işe yarar diye tasnif eder... Tabii cemaatçi çocuklar ağbilerin gözlerine girmek için sıkı rüyalar anlatırlar, rüya imamı bu rüyaları tek tek toplar...
-Taner kardeşim, benim ODA TV’deki yazı sütunum bitti, sen bu ‘rüya imamını’ Kemal Kılıçdaroğlu’yla tanıştırsan...
Sen bu rüya imamını Cemaatin resmi avukatlarını Halk TV’ye çıkartanlara anlatsan...
Taner Topsakal: Tam on sene sürdü davam ağbi, on sene, hukuki prosedürler bitti, biz bittik, kimse duymadı bizi, hiç kimse sesimiz olmadı, on sene süründük hala sürünüyoruz, sonunda beraat ettik, ama hala göreve dönemedik… Nihat Genç...............

22 Kasım 2016 Salı

678 SAYILI: "KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME" OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI DÜZENLEMELER YAPILMASI HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME

678 sayılı KHK Resmi Gazetede yayımlandı
22 Kasım 2016 SALI // Resmi Gazete // Sayı : 29896
KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME
OLAĞANÜSTÜ HAL KAPSAMINDA BAZI DÜZENLEMELER YAPILMASI
HAKKINDA KANUN HÜKMÜNDE KARARNAME
Karar Sayısı: KHK/678
Olağanüstü hal kapsamında bazı düzenlemeler yapılması; Anayasanın 121 inci maddesi ile 25/10/1983 tarihli ve 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununun 4 üncü maddesine göre, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu'nca 31/10/2016 tarihinde kararlaştırılmıştır.
BİRİNCİ BÖLÜM
Güvenlik ile İlgili Düzenlemeler
MADDE 1 - 18/3/1924 tarihli ve 442 sayılı Köy Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 3- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte güvenlik korucusu olanlardan, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla;
a) 49 yaşını dolduranların görevleriyle ilişiği bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde kesilir ve bunlara önceden peşin ödenmiş olan ücretin kalan günlere isabet eden tutarı geri alınmaz.
b) 44 yaşını doldurmuş ancak 50 yaşından gün almamış ve hizmet süresi onbeş yıl ve üzeri olanlardan bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde başvuruda bulunanların görevleriyle ilişiği başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde kesilir ve bunlara önceden peşin ödenmiş olan ücretin kalan günlere isabet eden tutarı geri alınmaz.
Birinci fıkra kapsamında ilişiği kesilenlere bu Kanunun ek 16 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca aylık bağlanır. Aylık miktarı hesaplanırken onbeş yıldan daha az hizmeti olanlar için onbeş yıl esas alınır.
Birinci fıkra kapsamında ilişiği kesilenlerin yerine aynı yerleşim biriminde görev yapmak üzere öncelikle ve sırasıyla varsa 30 yaşını doldurmamış olmak kaydıyla çocuklarından birisi, yoksa kardeşlerinden birisi güvenlik korucusu olarak görevlendirilebilir.
Birinci fıkranın (b) bendine göre ilişiği kesilen güvenlik korucularına, ilişiklerinin kesildiği tarihi takip eden aybaşından 50 yaşından gün alacakları tarihi takip eden aybaşına kadar olan ay sayısının, en son aldıkları aylık ücretleri ile ilişiklerinin kesildiği tarihi takip eden aybaşında bu Kanunun ek 16 ncı maddesi uyarınca bağlanan ilk aylıkları arasında oluşan farkın yarısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda tazminat defaten ödenir. Verilecek tazminat tutarından herhangi bir vergi ve kesinti yapılmaz."
MADDE 2 - 26/6/1973 tarihli ve 1774 sayılı Kimlik Bildirme Kanununun 2 nci maddesinin birinci fıkrasına "bekar odaları," ibaresinden sonra gelmek üzere "günübirlik kiralanan evler," ibaresi eklenmiştir.
MADDE 3 - 1774 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan "2," ibaresi yürürlükten kaldırılmıştır.
MADDE 4 - 1774 sayılı Kanunun ek 1 inci maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddenin sonuna aşağıdaki fıkralar eklenmiştir.
"Bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi her türlü konaklama tesisleri tüm kayıtlarını bilgisayarda günü gününe tutmak, genel kolluk kuvvetlerinin bilgisayar terminallerine bağlanarak mevcut bilgi, belge ve kayıtları genel kolluk kuvvetlerine anlık olarak bildirmek zorundadırlar.
İkinci fıkrada belirtilen genel kolluk kuvvetlerinin terminallerine bağlanmayanlara onbin Türk Lirası, anlık veri göndermeyen veya gerçeğe aykırı kayıt tutanlara beşbin Türk Lirası idari para cezası, mülki idare amirlerince verilir. Bu fiillerin tekrarı halinde işletme ruhsatları iptal edilir. Bu maddeye göre verilen idari para cezaları tebliğinden itibaren bir ay içinde ödenir.
Bu Kanunun 2 nci maddesinde sayılan özel veya resmi her türlü konaklama tesisleri, ikinci fıkrada belirtilen genel kolluk kuvvetlerinin terminallerine bağlanmak için gerekli işlemleri bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay içinde tamamlar.
Bu maddenin uygulanması ile görevi gereği bu verileri kullanan kamu personelinin denetimine ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığı tarafından belirlenir."
MADDE 5 - 18/12/1981 tarihli ve 2565 sayılı Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanununun 27/A maddesinin birinci fıkrasına "Türk Silahlı Kuvvetlerine" ibaresinden sonra gelmek üzere "veya Sahil Güvenlik Komutanlığına" ibaresi eklenmiştir.
MADDE 6 - 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanununun 4 üncü maddesinin ikinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"Türk Silahlı Kuvvetlerine, Sahil Güvenlik Komutanlığına, Jandarma Genel Komutanlığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ait harekat, eğitim ve savunma amaçlı yapılar için bu Kanun hükümlerinden hangisinin ne şekilde uygulanacağı Milli Savunma Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından müştereken belirlenir."
MADDE 7 - 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasına "Türk Silahlı Kuvvetlerine" ibaresinden sonra gelmek üzere "veya Sahil Güvenlik Komutanlığına" ibaresi eklenmiştir.
MADDE 8 - 3621 sayılı Kanunun 6 ncı maddesinin dördüncü fıkrasının (a) bendine "Sahil Güvenlik Komutanlığının faaliyetlerinin özelliği gereği kıyıdan başka yerde yapılması mümkün olmayan Sahil Güvenlik Komutanlığı bağlısı gemi/bot karakolları ve destek birimi binaları," ibaresi eklenmiştir.
MADDE 9 - 10/7/2003 tarihli ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanununun 2 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Türk Silahlı Kuvvetlerine" ibaresi "Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğüne" şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 10 - 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 44 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yer alan "Türk Silahlı Kuvvetleri (Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı dahil)" ibaresi "Türk Silahlı Kuvvetleri, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı" şeklinde değiştirilmiştir.
MADDE 11 - 3/7/2005 tarihli ve 5393 sayılı Belediye Kanununun 75 inci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Afet, kitlesel göç ve teröre maruz kalan yerleşim birimlerinin belediyeleri ile bu Kanunun 45 inci maddesinin ikinci fıkrası gereğince belediye başkanı veya başkan vekili görevlendirilen belediyelerde, vali veya belediye başkanı, aksayan belediye hizmetinin başka bir belediye tarafından yerine getirilmesini talep edebilir. Yardım istenilen belediye, meclis kararına gerek olmaksızın İçişleri Bakanının izniyle bu talebi yerine getirebilir."
İKİNCİ BÖLÜM
Milli Savunma ile İlgili Düzenlemeler
MADDE 12 - 21/6/1927 tarihli ve 1111 sayılı Askerlik Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 54 - 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü ve terör eylemi ile bu eylemin devamı niteliğindeki eylemlere, görevi olmadığı halde mukavemet ederken şehit olanların kendinden olma erkek çocukları ile aynı anne ve babadan kardeşlerinin tamamı hakkında, 10 uncu maddenin birinci fıkrasının (9) numaralı bendinin (b) alt bendinin ikinci paragrafında düzenlenen hükümler uygulanır. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Milli Savunma Bakanlığınca belirlenir."
MADDE 13 - 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 14 üncü maddesinin birinci ve üçüncü fıkralarına aşağıdaki cümleler ile dördüncü fıkrasına "bir yıllık" ibaresinden sonra gelmek üzere "(doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere subay nasbedilenler için iki yıl)" ibaresi eklenmiştir.
"Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere subay nasbedilecek olanların yaş ve diğer giriş şartları Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanlığınca belirlenir."
"Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere subay nasbedilenlerin deneme süresi iki yıldır."
MADDE 14 - 926 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki cümle ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere muvazzaf subaylığa nasbedilenler, doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrine atanırlar."
"Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yapmak üzere subay nasbedilenler sınıflarına bakılmaksızın Özel Kuvvetler Komutanlığında eğitime tabi tutulurlar. Bu eğitimlerde sağlık nedenleri hariç olmak üzere başarı gösteremeyenlerin Türk Silahlı Kuvvetleri ile ilişikleri kesilir ve aldıkları aylıkları dışında Devletçe bunlara yapılan masraflar, kanuni faizleriyle birlikte kendilerinden tahsil olunur. Sağlık nedenleri ile başarı gösteremeyenler bir sonraki dönem eğitimine katılırlar. Bunlardan ikinci dönem eğitimde de başarı gösteremeyenler kuvvet komutanlıklarınca sınıf ve rütbelerine uygun görevlere atanırlar. Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığında görev yapmak üzere subay nasbedilenlerden sonradan Özel Kuvvetler Komutanlığı dışına atananlar, ayrıca sınıflarına ilişkin eğitimlere tabi tutulurlar."
MADDE 15 - 926 sayılı Kanunun 68 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendine aşağıdaki cümle ile dördüncü fıkrasına "atandıkları görevde bir yıllık" ibaresinden sonra gelmek üzere "(doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere astsubay nasbedilenler için iki yıl)" ibaresi ve aynı fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere astsubay nasbedilecek olanların yaş ve diğer giriş şartları Genelkurmay Başkanlığının görüşü alınarak Milli Savunma Bakanlığınca belirlenir."
"Doğrudan Özel Kuvvetler Komutanlığı emrinde görev yapmak üzere astsubay nasbedilenlerin deneme süresi iki yıldır."
MADDE 16 - 926 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
"EK MADDE 36- Kriz veya harekat kaynaklı ihtiyaç durumlarında kuvvet komutanlıklarının pilot ihtiyacının muvazzaf personel dışında harbe hazır pilotlarla karşılanabilmesi maksadıyla; bu komutanlıklar bünyesinde pilot olarak hizmet vermiş ve kendi istekleriyle görevden ayrılmış olanlar, uçuculuk niteliklerini haiz olmak kaydıyla ilgili kuvvet komutanlığının teklifi ve Milli Savunma Bakanlığının onayı ile ihtiyat pilot olarak görevlendirilebilirler. İhtiyat pilotlara, belirli aralıklarla ayda üç işgününden kısa olmamak ve bir sözleşme yılında toplam altmış işgününü geçmemek kaydıyla, belirlenecek hava araçlarında ve bölgelerde görev uçuşu yaptırılır ve bu süre içinde ihtiyaca göre tazeleme ve harbe hazırlığın devamı eğitimi verilir. İhtiyat pilot sayısı, ilgili kuvvet komutanlığının önerisi ve Milli Savunma Bakanlığının uygun görüşü üzerine Bakanlar Kurulunca belirlenir.
İhtiyat pilotlar, sözleşme ile ihtiyat pilot statüsüne alınırlar. Bir tüzel kişilik tarafından istihdam edilenlerin sözleşmeleri, ihtiyat pilotun yazılı rızası alınmak kaydıyla istihdam edildikleri tüzel kişilikle, diğerlerinin sözleşmeleri ise kendileriyle yapılır. Tüzel kişilik ve/veya gerçek kişilerle yapılan sözleşme, ilgili kuvvet komutanlığının teklifi ve Milli Savunma Bakanlığının uygun görmesi halinde tek taraflı olarak feshedilebilir.
İlgili kuvvet komutanlıkları tarafından eğitim veya görev amaçlı uçuş yapacak olan ihtiyat pilotun uçuş süreleri ve uçuş görev süreleri, pilotun görev yaptığı tüzel kişiliğe bildirilir. Uçuş görev süreleri ve uçuş süreleri ilgili komutanlık ve Sivil Havacılık Genel Müdürlüğünün ilgili mevzuatında belirtilen süreleri kapsar ve karşılıklı koordine ile düzenlenir.
Sosyal güvenliğe ilişkin olarak aşağıdaki hükümler uygulanır:
a) İhtiyat pilot olarak çalıştırılanlar hakkında 5510 sayılı Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi hükmü uygulanır. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmaları sebebiyle yaşlılık veya emekli aylığı kesilmiş olanlardan bu maddenin beşinci fıkrasının (d) bendi kapsamında görevlendirilenler hariç olmak üzere herhangi bir sosyal güvenlik kurumundan yaşlılık ve emekli aylığı alanlar hakkında 5335 sayılı Kanunun 30 uncu maddesi hükümleri uygulanmaz.
b) İhtiyat pilotların hizmetleri, ilgili kuvvet komutanlığı tarafından çalıştığı sürelerle sınırlı olarak bildirilir.
c) Bu kapsamda çalışanlar hakkında, emeklilik ve yaşlılık aylığı alanlar hariç 5510 sayılı Kanunun 40 ıncı maddesinin ikinci fıkrasında yer alan tablonun (13) numaralı sırasındaki hükümler uygulanır.
d) İhtiyat pilot olarak çalıştırılanlara 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanmaz.
Mali hususlarda aşağıdaki hükümler uygulanır:
a) İhtiyat pilot olarak çalıştırılanlara, aylık görev süresi içinde toplamda üç saati geçmemek üzere, ilgili kuvvet komutanlığınca kayıt altına alınan her uçuş saati başına jet pilotları için (10.000), pervaneli pilotları için (7.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda uçuş tazminatı ödenir. Görev yapılan her gün için ise jet pilotlarına (2.500), pervaneli pilotlarına (2.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda ayrıca ödeme yapılır. Bir saatten az uçuş süreleri için uçulan süreyle orantılı olarak ödeme yapılır. Bu ödemeler, uçuşun gerçekleştiği ayı takip eden aybaşında yapılır.
b) İhtiyat pilot olarak çalıştırılanlara, aylık görev süresi içinde ilgili komutanlıkça ihtiyaç duyulması halinde üç saatten fazla uçulan her uçuş saati başına jet pilotları için (5.000), pervaneli pilotları için (3.500) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarda toplu uçuş tazminatı her sözleşme yılının sonunda ödenir. Bu ödemenin yapılmasında yıllık seksen saatten fazla uçuşlar dikkate alınmaz. Yıllık sözleşme süresini tamamlamadan ayrılanlara toplu uçuş tazminatı ödenmez.
c) Bu kapsamda yapılan ödemelerden damga vergisi hariç herhangi bir vergi kesintisi yapılmaz.
d) İlgili kuvvet komutanlığının talebi, ilgili kamu kurum veya kuruluşunun muvafakati ve personelin rızası üzerine kamu kurum ve kuruluşlarından görevlendirilen ihtiyat pilotlara bu madde kapsamında ödeme yapılmaz. Ancak bu personelin ihtiyat pilot olarak komutanlık bünyesindeki uçuş saatleri, tabi oldukları mevzuat uyarınca uçuş sürelerinde değerlendirilir.
e) İhtiyat pilotlara, bu maddede öngörülen ödemeler ile 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanununa göre hak kazanılması halinde yapılabilecek harcırah ödemeleri dışında ilgili kuvvet komutanlığınca herhangi bir ödeme yapılmaz.
İhtiyat pilotların göreve çağrılma usulleri, tabi olacakları disiplin hükümleri, sağlık yetenekleri, kıyafetleri, yapılacak sözleşmeler ile diğer hususlar Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir."
MADDE 17 - 31/7/1970 tarihli ve 1325 sayılı Milli Savunma Bakanlığı Görev ve Teşkilatı Hakkında Kanuna 2 nci maddesinden sonra gelmek üzere aşağıdaki 2/A maddesi eklenmiştir.
"Askeri fabrikalar ve tersaneler
MADDE 2/A- Askeri fabrikalar ve tersaneler, üretim planlaması çerçevesinde ve asli görevlerini aksatmamak kaydıyla genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinden, kamu iktisadi teşebbüslerinden, yabancılar dahil gerçek ve tüzel kişilerden sipariş almaya veya bunların ihtiyaçları için teklif vermeye, bu siparişler ve teklifler sebebiyle her türlü ticari işlemlere girişmeye ve gerektiğinde müşterek imalatta bulunmaya, atıl durumda olan tezgah ve ekipmanlarını kiralamaya yetkilidir. Bu faaliyetlerin icrasında, 30/5/1985 tarihli ve 3212 sayılı Silahlı Kuvvetler İhtiyaç Fazlası Mal ve Hizmetlerinin Satış, Hibe, Devir ve Elden Çıkarılması; Diğer Devletler Adına Yurt Dışı ve Yurt İçi Alımların Yapılması ve Eğitim Görecek Yabancı Personel Hakkında Kanun ve 10/6/1985 tarihli ve 3225 sayılı Milli Savunma Bakanlığı, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanlıklarına Bağlı Kurumlar ile Asker Hastanelerinde Döner Sermaye Teşkili ve İşletilmesine İlişkin Kanun hükümleri uygulanmaz. Bu kapsamda yürütülecek faaliyetlerle ilgili usul ve esaslar Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir."
MADDE 18 - 1325 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 8- 31/12/2020 tarihini geçmemek kaydıyla, emekli subay ve astsubaylar Milli Savunma Bakanlığı ve bağlı birimlerinde personel ve askeri öğrenci temin faaliyetine yönelik hizmetlerin yürütülmesi için görevlendirilebilir. Bunlara görev yaptıkları her gün için (1.500) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucu bulunacak tutarı geçmemek üzere damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaksızın ücret verilir. Bu kapsamda görevlendirilebilecek toplam personel sayısı üçyüzü geçemez. Bu şekilde görevlendirileceklerin seçimi, nitelikleri, görev ve yetkileri, verilecek ücretin tutarı ile bu maddenin uygulanmasına ilişkin diğer hususlar Milli Savunma Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle düzenlenir."
MADDE 19 - 18/3/1986 tarihli ve 3269 sayılı Uzman Erbaş Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 4- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihte 7 nci hizmet yılını tamamlamış ve 10 uncu hizmet yılını bitirmemiş olan uzman erbaşlara, 15 inci maddedeki diğer şartları taşımaları kaydıyla bu maddenin yayımı tarihinden itibaren yapılacak ilk astsubaylığa geçiş sınavına müracaat hakkı verilir."
MADDE 20 - 21/4/2005 tarihli ve 5335 sayılı Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 30 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aşağıdaki bent eklenmiştir.
"j) 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun ek 36 ncı maddesi kapsamında istihdam edilen ihtiyat pilotlar,"
MADDE 21 - 18/10/2016 tarihli ve 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanunun 3 üncü maddesinin üçüncü fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Ayrıca Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi daire başkanı ve üyeleri ile askeri hakimlerin askeri rütbeleri, mahkümiyet kararı aranmaksızın alınır."
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Çeşitli ve Son Hükümler
MADDE 22 - 4/6/1937 tarihli ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilat Kanununa aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
"EK MADDE 35- Emniyet Genel Müdürlüğü, adli süreçlerin hızlandırılması amacıyla, siber suçlarla mücadele birimlerindeki adli bilişim incelemeleri ve siber suç analizlerinde personel yetersizliği nedeniyle ihtiyaç duyulan teknik personeli, bu madde kapsamında aynı anda çalıştırılacak toplam personel sayısının beşyüzü aşmaması ve sözleşme süresinin 31/12/2020 tarihini geçmemesi kaydıyla, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 21 inci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde düzenlenen pazarlık usulüyle, 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 27 nci maddesi, 28 inci maddesinin beşinci fıkrası ve 4734 sayılı Kanunun 62 nci maddesinde belirtilen sınırlamalar ile aynı Kanunun ek 8 inci maddesinde öngörülen uygun görüş alma şartına tabi olmaksızın, mali yılla sınırlı yüklenme, ertesi yıla geçen yüklenme ve gelecek yıllara yaygın yüklenmelere girişmek suretiyle hizmet alımı yoluyla temin edebilir."
MADDE 23 - 4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 11 inci maddesinin onuncu fıkrasına aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Mahkeme tarafından kayyım atanıncaya kadar kurucu vakıf, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilir."
MADDE 24 - 2547 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 73- Ek 11 inci maddenin onuncu fıkrasının yürürlüğe girdiği tarihten önce faaliyet izni geçici olarak durdurulan vakıf yükseköğretim kurumları ve bu kurumların kurucu vakıfları hakkında da aynı fıkra hükümleri uygulanır."
MADDE 25 - 7/5/1987 tarihli ve 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanununun ek 3 üncü maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Sağlık Bakanlığı ve Milli Savunma Bakanlığınca müştereken belirlenen yerlerde askerlik hizmetini yedek subay olarak yerine getirenler, Devlet hizmeti yükümlülüğünü tamamlamış sayılır."
MADDE 26 - 25/8/1999 tarihli ve 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 16- 31/12/2023 tarihine kadar uygulanmak üzere, özelleştirme kapsamına alınan kuruluşlar dahil 233 sayılı Kanun Hükmünde Kararname hükümlerine tabi iktisadi devlet teşekkülleri ve kamu iktisadi kuruluşları ile bunların müesseseleri, bağlı ortaklıkları ve iştirakleri, mülga 18/6/1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununa tabi faaliyeti devam eden kamu bankaları, büyükşehir belediyeleri, belediyeler, il özel idareleri ve bunlara ait tüzel kişilerin veya bunlara bağlı müstakil bütçeli ve kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşların, Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı tahsil dairelerince 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen işsizlik sigortası prim borçlarına karşılık, mülkiyeti bu idarelere ait ve üzerinde herhangi bir takyidat bulunmayan taşınmazlardan Kurum tarafından uygun görülenler Sosyal Güvenlik Kurumunun görevlendireceği üç temsilci ile taşınmazın bulunduğu yerdeki defterdarlık tarafından görevlendirilecek iki temsilciden oluşan komisyon tarafından ve gerektiğinde bilirkişi mütalaası alınmak suretiyle takdir edilecek değeri üzerinden, borçlu kurumun da uygun görüşü alınarak Kurum bütçesinin gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin Kurumca satın alınabilir.
Bu idarelerin satın alınan taşınmazlarının tapu işlemlerine esas olan ve birinci fıkrada belirtilen şekilde tespit edilen değerine eşit tutarda Kuruma ait olan ve Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı tahsil dairelerince 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen işsizlik sigortası prim borcu, satın alma işlemi sonuçlandığında Sosyal Güvenlik Kurumunca terkin edilir.
Bu madde hükümleri, birinci fıkrada sayılan kuruluşlar dışında kalan, borcunu ödemede çok zor duruma düştüğü Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı denetim elemanlarının inceleme raporu ile tespit edilen ve Sosyal Güvenlik Kurumuna bağlı tahsil dairelerince 6183 sayılı Kanun kapsamında takip edilen işsizlik sigortası prim borcu bulunan diğer mükelleflerin (tüzel kişiliği bulunanların ortaklarına ait olanlar dahil) taşınmazları için de uygulanabilir.
Bu madde uyarınca Kurum tarafından satın alınan taşınmazlardan, Maliye Bakanlığınca kamu hizmetlerinde kullanılmak veya gerektiğinde genel hükümlere göre değerlendirilmek üzere talep edilenler, Kurum Yönetim Kurulunun uygun görüşü ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı onayıyla bedeli karşılığında Hazineye devredilir.
Devir bedeli; bu madde uyarınca satın alınan taşınmazlar için satın alma bedeli, satın alma tarihinden altı ay geçtikten sonra devir halinde satın alınan bedele geçen sürede yeniden değerleme oranı kadar artış yapılmak suretiyle belirlenir. Devir bedeli Fona aktarılır.
Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar Sosyal Güvenlik Kurumu ve Kurum tarafından müştereken belirlenir."
MADDE 27 - 14/10/1999 tarihli ve 4456 sayılı Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
"EK MADDE 1- Görece az gelişmiş bölgelerdeki yatırım ortamını canlandırarak istihdam, üretim ve ihracatı artırmak yoluyla bölgeler arası gelişmişlik farklarını azaltmak amacıyla gerçekleştirilecek olan Cazibe Merkezleri Programı, Banka aracılığıyla yürütülür.
Cazibe Merkezleri Programı kapsamında verilecek destekler Hazine Müsteşarlığı bütçesinden Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketine aktarılacak kaynaktan karşılanır. Hazine Müsteşarlığının 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile diğer mevzuat kapsamındaki sorumluluğu, kaynağın bütçe mevzuatında öngörülen usule uygun olarak Bankaya aktarılması ile sınırlıdır.
Banka, Cazibe Merkezleri Programı kapsamında; arsa temini, altyapı işleri ve bina inşaatı ile ilgili iş ve işlemler için söz konusu kaynağı öncelikle Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıklarına, il özel idarelerine, belediyelere olmak üzere, kamu kurum ve kuruluşlarına veya organize sanayi bölgeleri tüzel kişiliklerine kullandırabilir.
Cazibe Merkezleri Programı kapsamında; yeni yatırım projeleri için veya yarım kalmış ya da yatırımı tamamlanarak işletme sermayesi yetersizliği nedeniyle işletmeye geçememiş veya kısmen geçmiş yahut başka sebeplerle faaliyet göstermeyen tesislerin yeniden ekonomiye kazandırılması için yatırım ve işletme dönemi destekleri sağlanabilir.
Cazibe Merkezleri Programının uygulanacağı iller ile bu Program kapsamındaki;
a) Danışmanlık Hizmeti Desteği,
b) 12/4/2000 tarihli ve 4562 sayılı Organize Sanayi Bölgeleri Kanununun geçici 9 uncu maddesi kapsamında tahsisi yapılabilecek ve bedeli aynı maddede belirtilen usule göre ödenmek ve mahsuplaşmak suretiyle ya da Bakanlar Kurulunca belirlenecek diğer usullerle temin edilen organize sanayi bölgesi parsellerinin, boş veya yatırıma uygun parsel bulunmaması halinde Hazine taşınmazlarının üzerinde anahtar teslimi fabrika binası yapılarak yatırımcılara kiralanmak üzere Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıklarına veya il özel idarelerine üretime geçme şartı aranmaksızın devri suretiyle uygulanacak Bedelsiz Yatırım Yeri Tahsisi Desteği,
c) Anahtar Teslim Fabrika Binası Yapım Desteği,
ç) Faizsiz Yatırım Kredisi Desteği,
d) Faiz İndirimli İşletme Kredisi Desteği,
e) Bakanlar Kurulunca belirlenen illerden halen faaliyette bulunan üretim tesisini Cazibe Merkezleri Programı kapsamındaki illere taşımak isteyen yatırımcılara yönelik nakdi taşınma desteklerini kapsayan ve taşınan tesisi yatırımlarda devlet yardımları hakkındaki kararlar kapsamında yeni yatırımların faydalandığı destek unsurlarından yararlandırmaya imkan veren Üretim Tesislerini Taşıma Desteği,
f) Hazine taşınmazlarının çağrı merkezi ve veri merkezi yapımı için tahsisi, muvafakatleri alınmak kaydıyla mülkiyeti 5018 sayılı Kanunun eki (II) sayılı cetvelde yer alan idarelere, mahalli idarelere, kamu iktisadi teşebbüslerine ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarına ait atıl vaziyetteki kamu binalarının çağrı merkezi ve veri merkezi olarak kullanımı için tahsisi, çağrı merkezi ve veri merkezi binası yapım desteği ve çağrı merkezlerinde ve veri merkezlerinde ihtiyaç duyulan telekomünikasyon altyapısına verilecek destekleri kapsayan Çağrı ve Veri Merkezleri Yatırım Desteği ile veri merkezleri için Enerji Desteği,
g) Cazibe Merkezleri Programı kapsamında uygulanacak diğer destek unsurları,
ğ) Desteklere başvuru ve desteklerden yararlanma koşulları, destek uygulamalarına konu arsa, fabrika binaları, Hazine taşınmazları ile kamu kurum ve kuruluşlarına ait taşınmazlar üzerinde gerektiğinde ilgililer lehine sınırlı ayni hak tesisi, tahsis, kullanım, kiralama ile destek konusu taşınmazların mülkiyetinin devri,
h) Destek sözleşmelerinin sona erdirilmesi, desteğin geri alınması, müeyyide uygulanması ve destek konusu taşınmazın mülkiyetinin devri,
ı) Cazibe Merkezleri Programı Yönlendirme Komitesine ilişkin çalışma usul ve esasları,
i) Cazibe Merkezleri Programının uygulanmasına ilişkin diğer konular,
ile ilgili hususlar Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir.
Banka, Cazibe Merkezleri Programı kapsamındaki illerde, şirketlere iştirak edebilir ve şirket kuruluşlarına öncülük edebilir.
Bakanlar Kurulu, Cazibe Merkezleri Programının uygulanmasında kamu kurum ve kuruluşlarını görevlendirmeye ve bu görevlendirme kapsamında ödenecek bedelleri belirlemeye yetkilidir.
Özel hukuk kişilerine ait taşınmazlar üzerinde Anahtar Teslim Fabrika Binası Yapım Desteği verilebilmesi, söz konusu taşınmazların mülkiyetinin Bakanlar Kurulunca belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlıklarına veya il özel idarelerine devredilmesine bağlıdır. Bu kapsamda yapılacak devirler bakımından 4562 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi uygulanmaz.
Bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen kaynağın kullandırılmasında bu Kanunun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasında yer alan anonim şirket olma şartı aranmaz. Cazibe Merkezleri Programı kapsamında kullandırılan kaynağın takip ve tahsil işlemleri 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre yapılır. Banka, Faizsiz Yatırım Kredisi Desteği kapsamında, kredilendirilen makine ve teçhizatı teminat olarak kabul eder, ilave teminat aramaz.
Cazibe Merkezleri Programı kapsamındaki illerde kurulacak çağrı merkezleri ve veri merkezleri, yatırımlarda devlet yardımları hakkındaki kararlar kapsamında, kurulduğu bölgenin bölgesel teşviklerinden, herhangi bir asgari yatırım tutarı şartı aranmaksızın söz konusu kararlarda belirtilen usuller çerçevesinde faydalandırılır."
MADDE 28 - 29/6/2001 tarihli ve 4706 sayılı Hazineye Ait Taşınmaz Malların Değerlendirilmesi ve Katma Değer Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun ek 2 nci maddesinin beşinci fıkrasında yer alan "bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten" ibaresi "18/4/2013 tarihinden" şeklinde değiştirilmiş, aynı fıkraya "kullanma izni bedeli" ibaresinden sonra gelmek üzere "ile mevcut tesisle proje bütünlüğü bulunan ve izinsiz kullanılan alanlar için ön izin verilmesi, irtifak hakkı tesis edilmesi ve/veya kullanma izni verilmesi halinde ecrimisil ve katılım payı" ibaresi eklenmiş, altıncı fıkrasının ikinci cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve bu cümleden sonra gelmek üzere aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"İhale sonucunda en yüksek teklifte bulunan yatırımcıdan katılım payı tahsil edilerek kırkdokuz yıl süreyle bağımsız ve sürekli nitelikli irtifak hakkı tesis edilir ve/veya kullanma izni verilir. Yatırımın tamamlanması sonrasında irtifak hakkı ve/veya kullanma izni Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının uygun görüşü ve Bakanlığın izni ile devredilebilir."
MADDE 29 - 4706 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 20- Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce Hazinenin özel mülkiyetindeki veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlar üzerinde tersane, tekne imal ve çekek yeri (yat çekek yeri hariç) yatırımı yapılmak amacıyla lehine irtifak hakkı tesis edilen ve/veya adına kullanma izni verilen yatırımcılar tarafından Bakanlığa başvurulması ve bu Kanunun ek 2 nci maddesinin beşinci fıkrasında belirtilen şartların yerine getirilmesi halinde yeni sözleşme düzenlenmek suretiyle bu yatırımcılar lehine bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren geçerli olmak üzere irtifak hakkı ve/veya kullanma izni bedeli alınmaksızın toplam yıllık hasılattan binde bir oranında pay alınarak kırk dokuz yıl süreli bağımsız ve sürekli nitelikli irtifak hakkı tesis edilir ve/veya kullanma izni verilir. Yatırımın tamamlanması sonrasında irtifak hakkı ve/veya kullanma izni Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının uygun görüşü ve Bakanlığın izni ile devredilebilir.
Bu Kanunun ek 2 nci maddesinin beşinci fıkrası kapsamında yatırımcılardan 18/4/2013 tarihinden sonraki dönem için tahsil edilmiş olan ecrimisiller alınacak hasılat paylarından mahsup edilir."
MADDE 30 - 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununun 11 inci maddesinin birinci fıkrasına aşağıdaki bent ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"g) Terör örgütlerine iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu, Milli İstihbarat Teşkilatı veya Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından bildirilen gerçek ve tüzel kişiler."
"Birinci fıkranın (g) bendi kapsamındaki bildirimlere ilişkin usul ve esaslar Bakanlar Kurulunca belirlenir. Söz konusu bent kapsamında olduğu tespit edilen istekliler ihale dışı bırakılır, ancak bunların teminatları hakkında dördüncü fıkrada yer alan hüküm uygulanmaz."
MADDE 31 - 4734 sayılı Kanuna aşağıdaki ek madde eklenmiştir.
"Kamu alımlarının bölgesel kalkınma ve teknolojik gelişme amaçlı kullanımı
EK MADDE 9- Mal alımlarının; bölgesel kalkınmanın sağlanması, stratejik sektörlerin ve teknoloji transferine dayalı yerli üretimin geliştirilmesi, proje bazlı yatırımlar ile araştırma, geliştirme ve yenilikçiliğin teşvik edilmesi amaçlarına yönelik olarak temin edilmesi halinde bu madde hükümleri uygulanır.
İhtiyaçlar, ilan yapılmak ya da davet edilmek suretiyle bir veya birden fazla alım kapsamında, bir veya daha fazla istekliden süre, miktar ya da kısımlar bakımından bölünerek de karşılanabilir. İhtiyacın özelliğine göre teknik şartlar, maliyet ile performans kriterleri ve sözleşme koşulları müzakere edilebilir ve gerekli hallerde idareler ile istekliler arasında işbirliği yapılabilir.
Yerli üretim yapma şartı ile yerli katkı şartının öngörüldüğü alımlarda bu şartların nasıl yerine getirileceğine ilişkin hususlara dokümanda yer verilir.
Bu madde kapsamındaki mal alımları, sadece yurtiçinde üretilen malları teklif eden isteklilerin veya bölgesel kalkınma programı uygulanan illerde üretilen malları teklif eden isteklilerin katılımına açık gerçekleştirilebilir. Yurtiçinde üretilen malları teklif eden isteklilerin katılımına açık olan mal alımlarında, bölgesel kalkınma programı uygulanan illerde üretilen malları teklif eden istekliler lehine %15 oranına kadar fiyat avantajı sağlanabilir.
Mal alımlarında, ihtiyacın belli kısmının yüklenici tarafından, bölgesel kalkınma programı uygulanan illerde üretim yapan veya faaliyet gösteren diğer gerçek veya tüzel kişilerden tedarik edilmesi veya sağlanması yönünde dokümanda düzenleme yapılabilir.
Stratejik sektörlerde ve yurtiçinde üretimi bulunmayan veya sınırlı bulunan orta-yüksek ve yüksek teknoloji transferine dayalı yerli üretimin geliştirilmesi, araştırma, geliştirme ve yenilikçiliğin teşvik edilmesi, bölgesel kalkınmanın sağlanması amaçlarına ve proje bazlı yatırımlara yönelik mal alımlarında yerli üretim, yerli katkı, yatırım, istihdam, ihracat ve teknoloji transferi gibi şartların bir veya birkaçının yerine getirilmesi ve ayrıca maliyet ve performans kriterlerinin karşılanması şartıyla alım garantisi verilebilir. Ayrıca, Milli Eğitim Bakanlığının eğitim ve öğretime yönelik bilgi ve iletişim teknolojilerine ilişkin mal ve hizmet alımlarında da alım garantisi verilebilir.
Bölgesel kalkınma programları kapsamında Devlet Malzeme Ofisi, idarelerin ihtiyaçlarını ana statüsünde yer alan mallarla sınırlı kalmaksızın temin edebilir ve bu alımlarda bu Kanunun 3 üncü maddesinin (g) bendinde yer alan parasal limit iki kat olarak uygulanır.
Bu madde kapsamında yapılacak alımlara ilişkin; alım yapacak idareler, alım yapılacak ürünler, alım garantisi verilecek ürünler ve garanti süreleri, ürünün yerli katkı oranı, uygulanacak fiyat avantajı oranı ve süresi, yüklenme süresi, miktar, parasal limitler, alım yöntem ve kuralları, fiyat farkı, iş artışı ve eksilişi ile sözleşmeye ilişkin hususları da kapsayan uygulama usul ve esasları ile sınırlamalar Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir.
Bu madde kapsamında yapılacak alımlarda, ceza, ihalelerden yasaklama ve sonuç bildirimine ilişkin hükümleri hariç olmak üzere bu Kanun ve 4735 sayılı Kanun hükümleri ile ilgili mevzuatında yüklenmeyle ilgili süre, konu ve diğer sınırlamalar uygulanmaz.
Diğer kanunlarda yer alan kamu alım garantisi ile ilgili sınırlamalar ve şartlar, bu madde kapsamında kamu alım garantisi yoluyla yapılacak alımlarda uygulanmaz. Aynı şekilde bu maddede yer alan kamu alım garantisi ile ilgili hükümler, diğer kanunların kamu alım garantisi ile ilgili hükümlerinin uygulanmasına engel teşkil etmez."
MADDE 32 - 4734 sayılı Kanuna aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
"GEÇİCİ MADDE 17- 14/10/1999 tarihli ve 4456 sayılı Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketinin Kuruluşu Hakkında Kanunun ek 1 inci maddesi kapsamında uygulamaya konulacak olan Cazibe Merkezleri Programı çerçevesinde Türkiye Kalkınma Bankası Anonim Şirketince yapılacak alımlardan;
a) Kamunun pay sahibi olduğu şirketlerden temin edilecek hizmetler veya yapım işleri,
b) Denetim ve kontrolörlük gibi teknik, mali, hukuki veya benzeri alanlardaki danışmanlık hizmetleri,
Cazibe Merkezleri Programının uygulandığı süre boyunca; ceza, ihalelerden yasaklama ve sonuç bildirimine ilişkin hükümleri hariç olmak üzere bu Kanuna ve 5018 sayılı Kanuna tabi değildir. Bu madde kapsamında yapılacak alımlar ve sözleşmeye ilişkin usul ve esaslar ile diğer hususlar Bakanlar Kurulu kararı ile belirlenir."
MADDE 33 - 19/10/2005 tarihli ve 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 134 üncü maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiş ve aynı maddeye aşağıdaki fıkra eklenmiştir.
"Ticari ve iktisadi bütünlük oluşturulmasına karar verilmesinden itibaren iki yıl içerisinde ticari ve iktisadi bütünlük oluşturan varlıklar ile ilgili işletmelere ait menkul, gayrimenkul ve her türlü hak ve alacaklar ile üçüncü kişiler nezdindekiler de dahil nakit varlıklarının imtiyazlı alacaklılar dahil üçüncü kişiler tarafından haczi, muhafaza altına alınması ve satışı talep edilemez, mahcuzların maliklerinin iflasına karar verilemez, ilgili takyidatlar hakkında zamanaşımı ve hak düşürücü süreler işlemez."
"Temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Fon tarafından devralınan şirketler veya Fon iştiraklerince alınan tescile tabi tüm kararlar, yönergeler, sirküler ile imza beyannameleri Fonun talebi üzerine noter onayı şartı aranmaksızın ticaret sicil müdürlüklerince vergi, resim ve harca tabi olmaksızın resen tescil ve ilan edilir."
MADDE 34 - 8/2/2007 tarihli ve 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun ek 2 nci maddesinin birinci fıkrasında yer alan "Belediyeler, sivil toplum kuruluşları" ibaresi "Sivil toplum kuruluşları" şeklinde değiştirilmiş ve aynı fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir.
"Belediyeler ise il milli eğitim müdürlükleri ile yapılan ve Bakanlıkça onaylanan ortak işbirliği protokolleri çerçevesinde, örgün eğitim programlarına destek mahiyetinde ücretsiz kurslar açabilir."
MADDE 35 - 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 63 üncü maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.
"(1) Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt; genel sağlığı veya milli güvenliği, büyükşehir belediyelerinin şehir içi toplu taşıma hizmetlerini, bankacılık hizmetlerinde ekonomik veya finansal istikrarı bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir. Erteleme süresi, kararın yayımı tarihinde başlar."
MADDE 36 - 27/6/1989 tarihli ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin ek 16 ncı maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesine "Ancak," ibaresinden sonra gelmek üzere "bu kişilere kayyım sıfatıyla Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu tarafından yönetilen şirketlerde yapılacak görevlendirmeler dolayısıyla Fon Kurulunca belirlenecek tutarda yapılacak ödemeler ile" ibaresi eklenmiştir.
TMSF'nin kayyım olarak atandığı şirketlerin kefaleti
MADDE 37 - (1) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı şirketlerde, şirketin doğrudan veya dolaylı borçlarının ödenmesi için öncelikle şirket lehine kefil olan ortak, yönetici veya bunlarla bağlantılı üçüncü gerçek veya tüzel kişilerin malvarlığına müracaat edilir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu, bu kapsamda şirket borçlarının ödenmesi ya da şirket sermaye ihtiyacının karşılanmasını teminen, kefillerin varlıklarının doğrudan veya ticari ve iktisadi bütünlük yoluyla satılması konusunda yetkilidir.
(2) Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun kayyım olarak atandığı şirketlerin, müşterek müteselsil borçluluğu kapsayan kefaletler dahil, kefil olduğu borçlarda ise kayyımlık kararının devamı süresince borcun öncelikle asıl alacaklıdan ya da diğer kefillerden tahsili yoluna gidilir.
MADDE 38 - Bu Kanun Hükmünde Kararname yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
MADDE 39 - Bu Kanun Hükmünde Kararname hükümlerini Bakanlar Kurulu yürütür.
Recep Tayyip ERDOĞAN
CUMHURBAŞKAN