21 Mayıs 2016 Cumartesi

PÎRÎ REİS NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?.. Tayfun Timoçin'in kaleminden...

PÎRÎ REİS NEDEN ÖLDÜRÜLDÜ?
Tayfun Timoçin'in kaleminden...
Bugüne kadar Pîrî Reis’in yazdıkları ve çizdikleri ile ilgili çok yazı kaleme alındı. Bu yazı, onun eserleriyle değil, idam edilişiyle ilgilidir ve asla bir tarihçilik iddiası taşımaz. Zira bir kuruntuyla değil, denizcilik tarihine meraklı amatör bir denizcinin oradan buradan derlediklerini paylaşma hevesiyle kaleme alınmıştır.
            Denizcilik tarihimize dönüp baktığımızda, büyük Türk denizcileri dediğimiz kaç kişi sayabiliriz? Mesela bir İngiliz arkadaşımızla oturup sohbet ederken, “Hadi bana tarihteki ünlü Türk denizcilerini say” dese, kaç isim sayacağız? Çaka Bey, Umur Bey, Barbaros Hayrettin(ki aslında tek başına değildir Hızır Reis, ağabeyi Oruç Reis’i, asıl kızıl sakallı olan ve Avrupalılarca Barbaros olarak anılan ilk denizciyi unutuyoruz nedense), Pîrî Reis, Turgut Reis, Uluç Ali Reis, Seydi Ali Reis… Pek çok denizcimizin büyük hizmetleri ve başarıları oldu elbette ama kendi adıma diyebilirim ki, listeyi bundan öteye taşımak, fazla zorlama olacak sanki.
            Şurada hemen bir parantez açalım: Bu isimlerin büyük çoğunluğu, denizde askerî zaferler elde etmiş kişilerdir. Denizcilik ilmine katkıda bulunmuş –ne yazık ki- tek isim Pîrî Reis’tir. Haritaları ve kitabı ile Pîrî Reis, denizcilik ilmine katkıda, hem de önemli katkıda bulunmuştur. (Ahmet Rasim Barkınay gibi önemli isimleri, nispeten modern oldukları için bu listenin dışında tutuyorum.)
            Pîrî Reis’ten başka bilimsel çalışma yapmış bir denizcimizin olmadığını ben söylemiyorum, Kâtip Çelebi söylüyor, ki kendisi de Tuhfetü’l Kibâr Fî Esfâri’l Bihâradlı muhteşem eseriyle denizciliğimize katkıda bulunmuş, en azından çok önemli kayıt düşmüştür ama denizci değildir. Şöyle diyor Kâtip Çelebi eserinde, Pîrî Reis’imizin Kitab-ı Bahriye adlı eseri için: “Mezbûr Pîrî Reis Bahriyye nâm kitabı yazup Akdeniz ahvâlini beyân eylemişdir. İslâmiyânın bu fende andan gayrı kitâbı olmamağla ekser deryada gezenler âna mürâcaat ederler.”
            Seydi Ali Reis’in de denizcilik ilmiyle ilgili kitapları vardır ama o değerli eserlerde (bildiğim kadarıyla günümüz diline de çevrilmediler henüz) denizcilik açısından yeni bir şey  mi, bilemiyoruz. Evet, Mirat-ı Kâinat, Hulâsat-al Haya,  Kitab Al-Muhit Fî İlm’al Eflâk Va’l Abhur adlı eserler bilimsel nitelik taşımakta ama Pîrî Reis’in yapıtlarıyla kolay kolay boy ölçüşebilecek cinsten olmadıkları söylenebilir. Öyle olsaydı, Kâtip Çelebi de o şekilde dile getirirdi.
            Görünen o ki, denizcilik tarihimizde(modern dönem hariç) askerî başarı dışında önemli katkı sağlamış tek kişidir Pîrî Reis. Ve o da idam edilerek hayatını kaybetmiştir. Hem de idam fermanını veren, Türk tarihinin bilim, sanat, kültür, siyaset, diplomasi adına zirveyi yaşadığı dönemin padişahı, Kanunî Sultan Süleyman Han, yabancıların deyişiyle Muhteşem Süleyman’dır.
            Peki ama Muhteşem Kanunî, neden Pîrî Reis gibi önemli ve başka bir muhteşem adamı idam ettirsin? Hem de sunduğu eserlerinden son derece memnunken. Gelin bu yazıda bunu inceleyelim.
PARGALI’YLA BAŞLAYAN MACERA
            Öncelikle bir özeleştiri yapayım. Tarihçi değilim. Ama keşke olsaymışım. Sadece bir amatör denizciyim. Fakat, denizcilik tarihine meraklı bir amatör denizciyim. Herkes okur, belki ben birkaç tane fazladan kitap alıp okumaktayım, belki denizcilikle doğrudan ilintili olmayan kaynaklardan yararlanmayı da seviyorum falan. Ama her türlü eleştiri ve katkıya açığım. Gerçi bu yazıyı, bir yorum yaparak değil(belki birazcık), kaynaklardan alıntılarla kaleme almaktayım ama yine de benim ulaşamadığım, bilmediğim bir kaynağı bilen, gören varsa, dinlemeye, okumaya çok hevesli olduğumu belirtmek isterim. Neyse, lafı uzattım. Demem o ki, hatalarım varsa affedilmesini ama bana da, yazının sonunda yer alacak e-posta adresimden bildirilmesini rica ederim. Amacım, tarihimizin biz denizcileri de ilgilendiren bir noktasına mercek tutup, bildiklerimi paylaşmaktan başka bir şey değildir.
            Efendim, gelelim konumuza… Pîrî Reis nerede idam edildi? Mısır’da. O sırada görevi neydi? Hint Kaptanlığı. Suçu neydi? Birlikte okuyup görelim. Ama önce, Pîrî Reis’in Mısır’da ne işi vardı, buna bir bakalım.
            İstanbul'un alınmasıyla "imparatorluk" vasfı artık evrenselleşen Osmanlı'yı, yani üç kıtaya yayılan, binlerce kilometrekarelik alana, milyonlarca nüfusa, ticarete, sınırlara, mala mülke sahip koca bir imparatorluğu yönetmek de kolay değil, sahip olduklarını korumak da. Bu kadar geniş toprakları elde tutabilmek, daha fazlasına sahip olabilmek, sahip olunan kaynak ve beldelerin güvenliğini sağlamak için, karada olduğu kadar, hatta belki çok daha fazla, denizde de güçlü olmak gerekiyor. Bereket ki, Sultan Süleyman’ın dönemine, Barbaros Hayrettin gibi (asıl adı Hızır Reis’tir) “muhteşem” bir denizci yetişiyor. Barbaros’tan ve onun önderliğindeki Cezayir ekolünün deryaların yönetimine gelmesinden sonradır ki Osmanlı, denizde gerçekten “güçlü” hale geliyor. Tabii, imparatorluğun elinin altında üç kıta olunca, ufuk giderek uzaklaşıyor ve denizlerde farklı üslerle farklı donanmalar bulundurma zorunluluğu ortaya çıkıyor.
            İşte, okumayanlarımızın da artık televizyon dizisinden tanıdığı Pargalı İbrahim, yani Veziriazam Makbul İbrahim Paşa, 1524’te Mısır’daki işleri(isyan vs.) hale yola koymak için deniz yoluyla piramitler ülkesine yola çıkıyor. Bu seyahatte İbrahim Paşa’ya Pîrî Reis eşlik ediyor. Ona eserlerini, çalışmalarını gösteriyor. İbrahim Paşa bundan çok hoşlanıyor ve o günden sonra Pîrî Reis ile arası çok iyi oluyor.
            Makbul İbrahim Paşa’nın, her makbul kişinin olduğu gibi, bolca muhalifi var. Makbullüğü, padişahın kız kardeşiyle evlendirilmiş olmasından ve şehzadeliği döneminden beri Sultan Süleyman ile dostluklarından kaynaklanıyor. Hatice Sultan ile düğünleri, bu Mısır seferinden hemen önce gerçekleşiyor. Düğünden sonra da adı, Makbul Damat İbrahim Paşa olarak anılmaya başlıyor.
SÜVEYŞ KAPTANLIĞI VE BÖLGEDEKİ TEHLİKELER
            İbrahim Paşa, Mısır’a gelince, bölgedeki düzeni temin için birçok şey yapıyor. Bunlardan biri de, 1525’te Süveyş Kaptanlığı’nı oluşturmak. Merkezi Süveyş olan bir donanma komutanlığı kuruluyor açıkçası. Bu donanmanın adı da Bahr-i Ahmer Filosu. İlk Süveyş Kaptanı, Selman Reis. Fakat devlet sınırları genişledikçe ve Osmanlı’nın kontrol altına alması gereken bölgenin sınırları doğuya kaydıkça, 1525’ten 20 yıl kadar sonra bu Süveyş Kaptanlığı ismi, Hint Kaptanlığı, donanmanın adı da Hint Donanması olarak değişiyor.
            Peki bölgedeki tehlike ne? Neden burası kontrol altına alınmak isteniyor? Durumu anlamak için biraz geriye gidelim şimdi. Avrupa’nın doğu ile olan ticareti, ki Avrupa’nın varlığını koruyabilmesi için çok önemli, doğudan Müslümanların gemileri ile Akdeniz’in doğudaki limanlarına gelen malların, Venedik ve Ceneviz gemileri ile Avrupa limanlarına taşınması yöntemiyle sürüyor. Osmanlı’nın bu yolları kontrol altına alması sonucu, Avrupa, ana ticaret damarının Müslümanların elinde olmasından, tabii olarak rahatsızlık duyuyor. Bu rahatsızlık, İstanbul’un fethiyle doruğa çıkıyor. Tam da bu sıralarda, Vasco da Gama adlı Portekizli denizci, Ümit Burnu’ndan dolaşıp doğuya ulaşmıyor mu! İşte o zaman Portekiz anlıyor ki, elinde büyük bir güç var. Ama o da doğudaki Osmanlı etkisini zayıflatmak zorunda ki, bu deniz yolunu kullanabilsin. Ayrıca, Avrupa genelinde baskı da yapıyor ve ticaretin, kendi eline geçmesini istiyor. (İşin özü: Her şey para!)
            İşte bu tarihten sonra Portekiz, Kızıldeniz, Basra Körfezi, Hint Okyanusu bölgesinde gemiler inşa ediyor, yerleşkeleri ele geçiriyor, kaleler yapıyor. Kısaca, varlık gösteriyor. (Çünkü karşısında hiç başka deniz gücü yok!) Eh, elbette bu da doğuya ulaşan köprüleri elinde tutan Osmanlı’yı üzüyor ve kızdırıyor. Osmanlı İmparatorluğu, hem ticareti Katolik Portekiz’den kurtarmak, hem de İslâm’ın koruyucusu olarak Mekke-Medine kutsal yollarının güvenliğini sağlamak için bu bölgeye önem veriyor.
            İkinci bir tehlike de, bölgede sık sık isyan eden Arap şeyhler! Çok ilginçtir ki, kendileri de Müslüman olan bu isyancı Arap şeyhlerinin en büyük derdi, Portekiz’in himayesine girmek. İyi de neden böyle bir dinsel ihanet söz konusu acaba? E dedik ya, her şey para. Arap şeyhi Portekiz’in himayesine girecek ve kendi kasasının, Portekiz sayesinde dolmasını sağlayacak! Dertleri bu. Haliyle, Portekiz’in ajan provokatörleri de bu durumu gayet güzel kullanıyor, Osmanlı’ya karşı önlerine geleni kışkırtıyorlar. Şeyh efendiler de kışkırıp duruyorlar!
TEZ DONANMA HAZIRLANA!
            İşte böylesi bir dönemde, Basra Körfezi’nin girişi olan Hürmüz Boğazı ve Boğaz’a adını veren, küçük ama çok değerli Hürmüz Adası, 1515’te Portekizlilerin eline geçiyor. Ada hemen takviye ediliyor, kale güçlendiriliyor vs. Adada bolca Müslüman da yaşıyor ama idare Portekiz’de.
            Kanunî Sultan Süleyman, 1530’da, duruma pek tahammül edemeyerek, Mısır Valisi Hadım Süleyman Paşa’ya, kuvvetli bir donanma oluşturması için emir veriyor. Hadım Süleyman Paşa, 1537-38’de, bizzat Hint Kaptanı olarak gemilerin başına geçiyor ve pek de başarılı olamayan birkaç girişimle bölgeyi Portekiz’den arındırmaya çalışıyor. Hile yolu ile ve Sultan Süleyman’ın büyük tepkisini çekerek Aden’i 1538’de ele geçiriyor. Süveyş-Aden ve Hindistan trafiği bu şekilde devam ediyor.
            Bu sıralarda Osmanlı, Basra Körfezi’ni pek umursamıyor görünüyor. Fakat 1546’da, Ayas Paşa’nın kumandasıyla Basra ele geçiriliyor. Fakat Basra Körfezi’ni kontrol altında tutmak için kuvvetli bir donanma yok. Evet birkaç gemi var ama bu, Hürmüz Boğazı’ndaki Hürmüz Adası’nı 1515’ten beri elinde tutan Portekizlileri derdest etmek için yeterli değil. Derhal birşeyler yapmak gerekiyor. Ama tersane kurup gemiler inşa etmeye vakit yok. Bölgedeki en güçlü donanma Süveyş’te.
            İşte 1547’de Hint Kaptanlığı’na, kitabı, haritaları ile nam salmış, ünlü denizci Pîrî Reis getiriliyor. Tam da bu sırada, Aden’de yeni bir isyan patlak veriyor. Âli bin Süleyman el Tavlakî adlı bir Arap şeyhi, Osmanlı’ya karşı ayaklanıyor ve amacı, elbette Portekiz’in himayesine girmek! 
PÎRÎ REİS’İN İŞİ ÇOK ZOR
            Taze Hint Kaptanı Pîrî Reis, derhal gidip Aden’i bu isyankâr şeyhten 1548’de geri alıyor. Bu başarı, Dîvan-ı Hûmâyun’da sevinçle karşılanıyor ve Pîrî Reis, yıllık tahsisatı 100.000 akçeye çıkartılarak ödüllendiriliyor.
            Bu başarının ardından Kanunî Sultan Süleyman Han, güvenini iyiden iyiye kazanmış, kitabını okuduğu, haritalarını kullandığı Pîrî Reis’e, başını sürekli derde sokan İranlılara karşı elini güçlendirmeyi de hesaplayarak bir emir veriyor: “Git Hürmüz’ü al!” Tabii bu o kadar da basit bir şey değil. Portekizliler denizcilikte çok güçlü. Takviye edilmiş Hürmüz Kalesi daha da güçlü. Portekiz’in bir dolu gemisi, topu ve yıllardır orada bulunan binlerce askeri var. Tabii Sultan Süleyman’ın emri de ona göre. Diyor ki:
            “(Mealen tabii) Önce Süveyş’teki donanmayı, Portekizlilere fark ettirmeden Basra’ya götür. Basra’daki 15.000 Osmanlı askerini, oradaki gemilerle birlikte donanmana kat ve ani bir baskınla Hürmüz’ü fethet. Eğer bir aksaklık çıkarsa uğraşma, hemen Basra’ya geri dön!”
            Emir iyi güzel de, bir kere böyle bir seferin hazırlığı, cirit atan Portekizli casuslar sayesinde nasıl gizli kalacak?
            Ardından, Süveyş’ten Basra’ya 3.300 deniz mili yol var. Bu sefer, her tarafta bolca bulunan Portekiz gemileri varken nasıl olur da onlara görünmeden sessiz sedasız halledilir?
            Pîrî Reis’in işi gerçekten zor. Ama emir emirdir, yapılacak. 1552’de Pîrî Reis, donanmasıyla birlikte Süveyş’ten yola çıkıyor. Yolda Aden, Şihr ve Zufar limanlarına uğruyor. Buradan da, bazı kaynaklarda oğlu olduğu söylenen Mehmet Bey kumandasındaki beş kadırgayı, gözcülük etmeleri için önden gönderiyor. Bu Mehmet Bey, yolda karşılaştıkları bir Portekiz fustasını ele geçirmeye çalışıyor. Gemiler birbirine çarpıyor ama fusta, güçlü rüzgârın etkisiyle kaçmayı başarıyor! Mehmet Bey çıldırıyor tabii. Arabistan kıyılarına doğru dümen tutuyor ve Maskat civarında, içinde Maskat kale kumandanının karısının da bulunduğu bir Portekiz gemisini zapt ediyor. Maskat, 1506’dan bu yana Portekizlilerin. Bu şehrin açıklarında Pîrî Reis ve oğlu Mehmet buluşuyorlar. Kaçan Portekiz fustasının ve ele geçen Portekiz gemisinin verdiği ruh durumuyla Pîrî Reis, Kanunî’nin kendisine verdiği emri unutuyor(kimseye fark edilmeden Basra’ya ulaşmak) ve Maskat’ı yağmalıyor.
ÜST ÜSTE HATALAR
            Bu yetmezmiş gibi, Maskat yağmasından üç gün sonra Hürmüz’e geliyor ve burada karaya asker çıkartıyor. Kanunî’nin emrini hatırlayalım: “Fark edilmeden Basra’ya git, askerleri al, Hürmüz’e öyle git!” ama bunun tam tersi oluyor ve Pîrî Reis, Hürmüz’ü muhasara ediyor.  Hürmüz Şeyhi(Müslüman Arap), ailesiyle birlikte Portekiz kalesine sığınıyor, adanın zenginleri, hemen yakındaki Kişm(Keşim) Adası’na kaçıyor. Tabii Mehmet Bey’in kaçırdığı fusta çoktan Hürmüz’e gelmiş ve Portekizliler hazırlıklı! Kalede, 6 aylık bir kuşatmaya direnecek kadar bol erzak var. Pîrî Reis’in 28 gemisi ve 850 askeri var. Fakat başka bir hata oluyor ve limanı ablukaya almayıp açık bırakıyor. Bu kanalı kullanan Portekizliler de takviye almaya, başka yerlere haber yollamaya devam ediyorlar.
            Kuşatma 20 gün sürüyor. Durmadan top atışı ve saldırı. Ağır kayıplar… Fakat Pîrî Reis, Portekizlilerden daha fazla zarar görüyor ve kuşatmayı kaldırıp Basra’ya doğru yola çıkıyor ama hemen gitmiyor. Hemen batıdaki Keşim Adası’na uğruyor, birkaç gün burada kalıp çoğu Müslüman ada halkının hazinelerini yağmalatıyor ve bolca esir alıyor. Pîrî Reis’in gemileri tıka basa altınla doluyor ve ancak ondan sonra Basra’ya hareket ediyor. Tabii, kuşatma sırasında yardım talebi eline ulaşan Portekiz Genel Valisi, Hindistan’daki ana birliklerinden bolca gemi ve askeri de bu sırada Hürmüz’e sevk ediyor. Pîrî Reis Basra’ya doğru giderken, güçlü bir Portekiz donanması da Hürmüz’e doğru geliyor. Yani Pîrî Reis Basra Körfezi’nin içinde ama bakalım dışarı nasıl çıkacak?
            Basra Valisi Kubad Paşa. Kanunî’nin Pîrî Reis’e verdiği emri biliyor. Sadece emri bilse iyi. Pîrî Reis’in yolda gelirken Maskat’ı, Hürmüz ve Keşim adalarını yağmaladığını, yapmaması gerektiği halde bu hataları ısrarla tekrarladığını da biliyor ve daha Pîrî Reis Basra’ya ulaşmadan, İstanbul’a, payitahta durumu bir mektupla bildiriyor. Kim bilir, belki biraz da abartmıştır durumu. 
SEN GÖRÜRSÜN GÜNÜNÜ!
            Pîrî Reis Basra’ya gelince Kubad Paşa tarafından sıcak karşılanacağını zannediyor ama hiç de öyle olmuyor. Kubad Paşa ateş püskürüyor: “Portekizlilerin dikkatini çekmeden donanmayı Basra’ya getirmen gerekirken sen bunun tam tersini yaptın. Bakalım padişah durumu öğrendiğinde ne diyecek?”
            Pîrî Reis bu sözler karşısında hatasını anlıyor ve donup kalıyor. Derhal İstanbul’a gitmek, padişaha olan biteni bizzat izah etmek istiyor. Ama o da biliyor ki Portekiz donanması Hürmüz Boğazı’nı tutmuş çoktan. Bu nedenle 1553 Şubat’ında, ki o mevsimde denizlerde pek dolaşan olmaz normalde, bütün donanmayı Hürmüz Boğazı’ndan geçiremeyeceğini bildiği için, filonun en hızlı üç gemisiyle yola çıkıyor. Tabii İstanbul’a gitmesi için önce Süveyş’e gitmesi gerek. Tıka basa altın ve değerli ganimetle dolu üç gemi hızla yola çıkıyor. Ama biri, sert hava nedeniyle kayalara bindirip batıyor. Pîrî Reis, arkada kalıp batan gemisi ve personeli için geri dönüyor, alabildikleri bütün ganimeti ve askerleri kalan iki gemiye taksim ederek Süveyş’e doğru yola devam ediyor. Artık ilahî bir yardım mı, denizcilik başarısı mı bilinmez, o iki gemi, karaya çok yakın seyrederek ve gecenin karanlığından yararlanarak koca Portekiz donanmasına görünmeden Boğaz’dan çıkıp Süveyş’e ulaşıyor.
            Ulaşıyor ulaşmasına ama bu sırada Kubad Paşa, İstanbul’a yeni bir mektupla Pîrî Reis’in üç gemiyle Basra’dan ayrıldığını, donanmanın kalanını Basra’da bıraktığını bildiriyor. Haber İstanbul’da ve elbette Kanunî’de büyük kızgınlık yaratıyor. Durumdan haberdar olan Mısır Beylerbeyi Dakginzade Mehmed Paşa, Kahire’ye gelen Pîrî Reis’i derhal tutukluyor. Bu sırada Kanunî’nin fermanı da Kahire’ye ulaşıyor ve 80 yaşını geçmiş Pîrî Reis, 1554’te Kahire’de başı vurularak idam yani “siyâseten” katlediliyor. (Siyâset, Arapçca bir hukuk terimi olarak, “idam” demek.)
BAZI ASILSIZ RİVAYETLER VE GERÇEK
            Gelelim rivayetlere. Bir rivayete göre Pîrî Reis, Hürmüz kuşatmasını, kalenin Portekizli kumandanından yüklü miktarda rüşvet aldığı için kaldırıyor. Oysa bu gerçeği yansıtmıyor. Çünkü Pîrî Reis’in 28 gemisinde, 20 günlük kuşatma sonunda mühimmat bitiyor!
            Bir başka rivayet ise, Kubad Paşa’nın, Pîrî Reis’in bu yağmalamalardan elde ettiği büyük ganimetten pay istediği, alamayınca da onu İstanbul’a şikâyet ettiği yönünde. Fakat bu da gerçeği yansıtmaz çünkü Kubad Paşa İstanbul’a ilk mektubunu, henüz Pîrî Reis Basra’ya ulaşmadan önce yazmıştı.
            Kanunî’ye bu fermanı yazdıran, ne yazık ki “emre itaatsizlik” ve Müslümanların mallarının da yağmalanması olmuştu.
            Diyeceksiniz ki, Kanunî Sultan Süleyman, 80 yaşını geçmiş böyle değerli bir bilim ve deniz adamını idam ettirmese olmaz mıydı? Yıl 1554. 1553’ün Ekim ayında, yani Pîrî Reis’in idamından henüz birkaç ay önce, 60 yaşındaki Sultan Süleyman, aslında çok sevdiği biricik oğlu, tahtın en güçlü varisi Şehzade Mustafa’yı gözleri önünde boğdurtmuştu. Bundan birkaç ay sonra ise, yani Pîrî Reis’in idamı sıralarında, “ileride tehlike yaratır” diye Mustafa’nın 14 yaşındaki oğlu Mehmed de Bursa’da boğdurulmuştu. Süleyman Han, bu olanlardan son derece üzgün ve sinirli. Yani ruhsal anlamda oldukça gergin. Zaten mizacı gereği emre itaatsizliği kaldıramayan, kendi askerlerini, düşman tarlalarına girip yağmaladıkları için idam ettiren, içindeki adalet duygusu, kendi kanından evladına dahi teklemeyen biri. 
MUHTEŞEM ASIR AMA…
            Şunu da söyleyelim ki Pîrî Reis’i çok tutan ve seven Makbul Damat İbrahim Paşa(Pargalı), 1536’da idam edilmiş, adı Maktul İbrahim Paşa olarak anılmaya başlamıştı. Yani Pîrî Reis’i koruyacak kimse de kalmamıştı. Pîrî Reis ile ilgisi yok ama medyatik olduğu için merak edenler olabilir: Hürrem Sultan da Pîrî Reis’ten 4 yıl sonra hayatını kaybedecektir.(Kanunî ise Pîrî Reis’ten sonra 12 yıl daha yaşayacaktır. Yani bu dünya Sultan Süleyman’a da kalmadı gitti.) Pîrî Reis’in daha anlatacak, yazacak, çizecek çok şeyi vardı belki de.
            İşte böyle sevgili dostlar. Benim konuya ilişkin okuyup öğrendiklerim, elbette özetleyerek yazdığım haliyle bu. Özet diyorum çünkü Pîrî Reis’in seferi sırasında birkaç Portekiz gemisi karşılaşması, birkaç atraksiyon daha var ama konunun genel akışını değiştirmediği için bunları almadım buraya, ki zaten yazı da hayli uzun oldu. Ama söylemeden geçmeyelim: Evet muhteşem bir asırdı Kanunî’ninki. Lakin lekesiz olduğunu herhalde kimse söylemez vesselam.
İLETİŞİM İÇİN: tayfuntimocin@hotmail.com
***
KAYNAKÇA:
-          Pîrî Reis’in Hürmüz Seferi ve İdamı Hakkındaki Türk ve Portekiz Tarihçilerinin Düşünceleri, Ertuğrul ÖNALP, Ankara Üniversitesi, 2010, Cilt 29, sayı 47.
-          Hint Kaptanlığı ve Pîrî Reis, Cengiz ORHONLU, Belleten, TTK, Cilt XXXIV, Sayı 133–136, Ankara 1970
-          Anadolu Türklerinin Deniz Tarihi, Öğretmen Kd.Yzb.Hayati TEZEL, Cilt 1, İstanbul 1973
-          Pîrî Reis’in Hayatı ve Eserleri, Prof.Dr.A.AFETİNAN, TTK, Ankara 2008
-          Tuhfetü’l Kibâr Fî Esfâri’l Bihâr, Kâtip Çelebi, Denizcilik Müsteşarlığı Yay. Ankara 2008, Haz.: İdris BOSTAN
-          Kitab-ı Bahriyye, Pîrî Reis, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay. 1988, Cilt 1
-          Salih Özbaran, Al-Atrak Al-Osmaniyyun Ve’l Burtukalliyun Fi’l-Halici’l-Arabi, Haz.: Doç.Dr. Mehdi İLHAN, OTAM Sayı:6, Ankara 1995
-          Osmanlı Tarihi, J.W.ZINKEISEN, Cilt 2–3, Yeditepe Yay. İstanbul 2011
-          Büyük Osmanlı Tarihi, Ord. Prof.Dr.İ.Hakkı UZUNÇARŞILI, TTK, C:II
-          Osmanlı Devleti’nin Merkez ve Bahriye Teşkilatı, Ord.Prof.Dr.İ.Hakkı UZUNÇARŞILI, TTK, Ankara 1988
-          Salih Özbaran, Ottoman Expansion Towards The Indian Ocean In the 16thCentury, İstanbul Bilgi Üniversitesi, 2009
-     The Conquest of the Oceans, Brian LAVERY, Dorling Kindserly Ltd. London 2013. (Sonradan yazıya yapılan bir ilavenin ek kaynağıdır.)
***
PÎRÎ REİS’İN KALEMİNDEN HÜRMÜZ ADASI
Bakınız Pîrî Reis, 1525’te, yani idamından 29 yıl önce Kanunî Sultan Süleyman’a sunduğu Kitab-ı Bahriye adlı eserinde, bir anlamda ölümüne yol açan ve 1515’te Portekizlilerin eline geçen Hürmüz Adası’nı nasıl anlatıyor:
“Şimdi sen Bahreyn’in durumunu dinledin, beri gel Hürmüz’ün de durumun gör.
Bilesin ki, Hürmüz bir ada olarak anılır ve oraya nice tüccarlar gelir gider.
Ey dost, o adanın bütün çevresinin uzunluğunu otuz beş mil hesap etmişler.
Oraya hayret verici, tuzdan bir dağ vardır; ki, bu Allah’ın emrine şaşılmaz.
Bu tuzdan dolayı, orada yaz ve güz mevsiminde bile herhangi bir şey bitmez.
Adanın her tarafı kuruluktur, içmeğe de hiç suyu yoktur.
Gemiler, kendi sularını dışarıdan getirirler; bazıları da şehirde su satarlar.
Ey dost, gündüzlerin sıcaklığından, orada alışverişler hep geceleri yapılır.
Adanın İran’a, kıyıdaki Bender limanına gemi ile yol uzunluğu on iki mildir.
Çünkü bir burundan diğer buruna bakılır ve dikkatli bakılırsa, adam bile görülür.
Ey dost, ancak şimdi Portekizliler oraya geldi ve o burunda bir kale yaptı.
Orada bekler ve geçen gemilerden haraç alır; Sen şimdi o ülkenin durumunu bildin mi?
Portekizliler onlara hep üstün geldi; oraların hanlarına kendi tüccarları doldu.
Sonbahar ve yaz mevsiminde, sürekli Portekizliler olmazsa alışveriş de olmaz.”
***
SÜVEYŞ/HİNT KAPTANLARI
1525    Selman Reis
1527    Bayramoğlu Mustafa
1538    Hadım Süleyman Paşa(Mısır Valisi)
..          Solak Ferhad Bey
1547    Pîrî Reis
1554    Murad Reis
1554    Seydi Ali Reis
..          Kurdoğlu Hızır Reis  
1581    Piyale Paşa(Ağa)
***
(İlk hali Yelken Dünyası Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır. Sonradan bazı düzenlemeler ve ilaveler yapılmıştır.)

17 Mayıs 2016 Salı

Türker Ertürk: İĞNE (iktibas)

Türker Ertürk: İĞNE
15 May, 2016
Hakkari-Çukurca’da helikopterimizi düşüren ve iki pilotumuzun yaşamını kaybetmesine neden olan silah; Rus yapımı, yerden havaya atılan SAM (Surface-Air-Missile) tipi bir füzedir.
Füzenin adı "IGLA" olup, Rusça’da "iğne" anlamına gelmektedir. Yani; Rus iğneleri bize batırılmış, iki canımız alınmış ve yüreğimiz dağlanmıştır.
IGLA’nın NATO kod adı; SA-18 Grouse’dur. Omuzdan atılabilen, ısıya güdümlü, azami 5500 metre menzili olan ve 3500 metre irtifa (yükseklik) içinde bulunan hava hedeflerine atılabilmektedir. Bir anlamda;NATO’da ve Türkiye’nin envanterinde bulunan STINGER’ın, Rus karşılığıdır.
Kobra tipi helikopterimizi, Hakkari-Çukurca’da düşüren Rus yapımı IGLA füzesi; 
PKK’lı bir teröristin omuzundan atıldı ve tetiğe o terörist bastı.
Önce, bir şeyin altını çizelim; ülkemizi yönetenler doğruyu söylemeyerek, yani yalan söyleyerek, bu gerçeği bizden kaçırmaya ve saklamaya çalıştılar. Bu yalana başvurulmasının esas nedeni ise; tam düğüne ramak kalmışken, pişmiş aşa su katılmasın ve sevgi, sefahat yarım kalmasın idi.
Biliyorsunuz; bir cinayette bile, sadece tetiği çeken ve öldürme işlemini bizatihi yapan suçlu değildir. Cinayete azmettirenler, silahı verenler de yargılanır ve cezalandırılır. Hele cinayet siyasi ise, tetiği çeken hiç önemli değildir. Bu cinayetin arkasında kimler var, esas o önemlidir.
Hakkari-Çukurca’da geçtiğimiz Cuma (13 Mayıs 2016); sabaha karşı 04.30 sularında, helikopterimizi düşüren ve iki subayımızı şehit eden silahın tetiğine PKK’lı bir terörist basmıştır. 
Belki de bu silahı Ruslar vermiştir ama, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğüne karşı yönelen bu cinayetin arkasındaki esas neden; ülkemizi yönettiğini zanneden iktidardır.
Bu cinayete; komşumuz Suriye’de yaşanan emperyalizmin vekalet savaşına balıklama atlayan, komşumuza terörist ihraç eden ve bunlara silah, mühimmat ve lojistik destek veren, güney sınırlarımızın kevgire dönmesine seyirci kalan, askerimizi arkadan hançerleyen hukuk görünümlü operasyonlara destek veren, IŞİD’le halvet olan, yasa dışı petrol ticaretine zımnen destek veren, hiç gereği yokken Rus uçağını düşüren, arkasından durumu kurtarmaya çalışmayıp dayılanan ama korktuğu için NATO’yu davet eden iktidarın niteliksiz, yaşadığımız toprakların sesi olmayan ve yalan yanlış politikaları neden olmuştur. Asıl fail; iktidarın ta kendisidir.
Türk Halkı’na saygı ile duyurulur.

13 Mayıs 2016 Cuma

YUNANİSTAN, EGE ADALARIMIZI NEDEN İŞGAL EDİYOR? & YUNANİSTAN, EGEDEKİ 100 MİLYAR $’LIK REZERVLERİN PEŞİNE DÜŞTÜ !!!

YUNANİSTAN, EGE ADALARIMIZI NEDEN "ALÇAKÇA VE KÜSTAHÇA" İŞGAL EDİYOR???..
"Milli benliğini yitirmiş uluslar, başka milletlerin avıdır." Mustafa Kemal ATATÜRK
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
Değerli arkadaşlar,
Güzel ülkemiz, AB-D emperyalizminin organize ettiği IŞİD ve PKK terörü yüzünden Doğu ve Güneydoğuda büyük bir mücadele veriyor. Yaklaşık 10 aylık süreçte, çok üzücü yüzlerce kayıplar verdik. Üstelik birçok ilimizde de canlı bombalar yüzünden de yine yüzlerce can kaybımız oldu. Yani güzel ülkemiz büyük bir terör kabusu içinde. Bu kaotik ortam yüzünden, güzel ülkemize Turist akışıda azaldı. Doğu ve Güneydoğudan ihracat yollarımız da kapandı. Yıllık kaybımız 20 milyar $ civarında.
Üstelik düşen veya düşürülen Rus uçağı yüzünden de Rusya ile aramız da açıldı. Umarım, yöneticilerimiz ve danışmanları, en kısa zamanda komşumuz Rusya ile devam eden bu yapay anlaşmazlığı en kısa zamanda giderirler.
Değerli arkadaşlar,
Bu süreci fırsat bilen Yunanistan da yaklaşık 5 yıldır Ege’de adalarımızı işgal ediyor. İşgal ettiği ada sayısı 16 oldu. Bu adalar; Hurşit, Koyun adası, Eşek adası, Bulamaç (Farmakos), Fornoz, Nergizcik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık, Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi isimli adalardır.
Adalarımız neden işgal ediliyor??? Bu soruma yanıt olmak üzere, Özel Bürodaki değerli arkadaşlarımızın 16 Mart 2013 tarihinde göndermiş olduğu YUNANİSTAN, EGEDEKİ 100 milyar $’lık REZERVLERİN PEŞİNE DÜŞTÜ !!! başlıklı yazısını, aşağıda sizlere yeniden anımsatmak istedim.
Umarım tüm yöneticilerimiz ve danışmanları, bu uyarımızı dikkate alır ve gereken önlemleri de en kısa sürede gerçekleştirirler. Kazanan güzel ülkemiz ve saygıdeğer halkımız olacaktır.
Sevgi ve saygılarımla (13.5.2016).
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
 ***
YUNANİSTAN MİLLİ HÜKÜMETİEGEDEKİ 100 MİLYAR $’LIK REZERVLERİN PEŞİNE DÜŞTÜ !!!
Wall Street Journal, Yunanistan ve Türkiye analizini yaptı.
ABD'li gazete Wall Street Journal, Yunanistan'ın Ege'deki 100 milyar dolarlık rezervlerin peşine düştüğünü yazdı.
Yunanistan Ege'nin dibindeki zengin doğal hidrokarbon enerji kaynaklarının peşinde '12 mil' sorununu yeniden gündeme taşıyor. Yunanlılar Ege'de 12 deniz mili hakkına sahip olursa bölgenin yüzde 70'ini elinde bulunduracak.
100 MİLYAR $’LIK REZERV
Wall Street Journal'da yer alan habere göre, Ege'de sular bu kez enerji yüzünden ısınıyor. 'Yunan denizciler Türkiye'yi oyunbozanlık ile suçluyor' başlıklı haberdeki ifadelere göre: 300 milyar euroluk borç yükünü sırtlamış olan Yunanlı siyasetçiler rafa kalkmış '12 mil' sorununu bu aralar sık dillendirmeye başladı. Nedeni ise ekonomik. Doğalgaz ve petrolü Rusya'dan alan Yunanlar enerji bağımlılıklarını Ege Denizi'nde bulmayı umdukları hidro karbon kaynaklar ile bitirmek istiyorlar. Hesaplara göre Ege Denizi'nin altında 100 milyar $’lık petrol, doğalgaz ve hidrokarbon rezervleri bulunuyor.
HESAPLAR KARIŞTI
Yunanların enerji rüyasının önündeki en büyük engel Türkiye. Yunanları doğal kaynak aramak için kıta sahanlığı 12 deniz mili olarak hesaplıyor. Türkiye'nin hesabı ise 6 deniz mili.
KIBRISLI RUMLAR DA, DOĞALGAZI AFRODIT'TE BULDU
Kıbrıs Rum Kesimi 2011 yılının Ekim ayında adanın çevresinde Afrodit olarak bilinen 12. parselde doğalgaz çalışmalarına başlamıştı. Amerikan Noble enerji ile ortak yürütülen çalışmalar sonrasında doğalgaza ulaşıldı. KKTC ise gazın ortak ada değeri olduğunu ve kendileriyle paylaşılması gerektiğini söylüyor.
YUNANİSTAN BM ANLAŞMASINA GÜVENİYOR
Yunanistan'ın yaptığı kıta sahanlığı hesabı 1994 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler III. Deniz Hukuku Anlaşması'nın 3. maddesine dayanıyor. Orada 6 deniz mili olan kıta sahanlığının 12 deniz miline çıkarılması hükmü bulunuyor. Komşu da buna güvenerek Ege Denizi'nin dibinde hidrokarbon kaynakları aramak istiyor. Fakat Türkiye, kıta sahanlığının anlaşma öncesinde olduğu gibi 6 deniz mili olması gerektiğini söylüyor. Hatta 2010 yılına kadar Türkiye bu durumun ihlalini 'savaş nedeni' olarak bile görüyordu. Bu konuda Türkiye'nin en büyük destekçisi ise ABD Senatosu. Senato anlaşmayı Başkan Barack Obama'nın çabalarına rağmen uzun bir zamandır onaylamıyor.