24 Kasım 2015 Salı

A&G Araştırma Şirketi Sahibi; Adil Gür'den flaş açıklamalar

Adil Gür'den flaş açıklamalar
[İHA |  Söyleşi & Ulusal Haber - Ulusal Ajans]
A&G Araştırma Şirketi'nin sahibi Adil Gür, “Anayasa için 330 oyla referanduma gitmek mümkün, Meclis’teki partilerden bir tanesi destek verirse olur. CHP’nin destek vermeyeceğini biliyoruz, HDP’nin desteğinde olursa sandıkta sürpriz bir sonuç çıkabilir, burada MHP’nin tavrı önemli. Türkiye’de anayasa değişikliğinin gerekli olduğuna toplumun büyük bir bölümü inanıyor” dedi.
A&G Araştırma Şirketi’nin sahibi Adil Gür, TGRT Haber ekranlarında yayınlanan “Neler Oluyor” programına konuk oldu. İhlas Haber Ajansı ve TGRT HaberAnkara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın sorularını cevaplayan Gür, önemli açıklamalarda bulundu. AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinde oylarını yüzde 10’a yakın oranda artırmasının en önemli nedeninin seçmenin istikrar beklentisi olduğunu kaydeden Gür, “Türkiye, 7 Haziran ile 1 Kasım günleri arasında çok gergin günler yaşadı. Hem ekonomi alanında, hem Türkiye’de asayişle ilgili, terör alanında çok ciddi problemler oluştu. Seçmende bir gelecek endişesi oluştu. AK Parti’nin 7 Haziran’dan 1 Kasım’a 10 puanlık oy farkının en büyük etkeni istikrar beklentisiydi. Dolayısıyla seçimden önce yapılan çalışmalarda ‘Türkiye’nin 6 ay sonrasını nasıl görüyorsunuz’ diye sorduğumuzda seçmen de karamsardı. Halbuki, 1 Kasım’dan sonra yapılan araştırmalarda sadece Meclis’te değil, toplumun her kesiminde daha iyimser bir havanın hakim olduğunu görüyoruz” diye konuştu.
“MUHALEFETİN SORGULANMASI LAZIM”
Muhalefet partilerinin başarısızlığı kabullenmeleri gerektiğini, kendilerini sorgulamaları gerektiğini dile getiren Gür, “Muhalefetin sorgulanması lazım. Bizim, 1 Kasım’da AK Parti’nin yüzde 49 buçukluk başarısıyla beraber muhalefetin başarısızlığını da konuşmamız lazım. Bir ülkede ne kadar güçlü muhalefet partileri varsa demokrasi o kadar gelişir. Bundan iktidar partileri de faydalanır, seçmenler de faydalanır. Ama bu sorgulamayı yapacakları kanaatinde değilim; çünkü seçim akşamından bu yana muhalefet partilerinden yapılan açıklamalara baktığımızda belki yazanlar, çizenler, kanaat önderleri, yorumcular ‘başarısızlık’ kelimesini ağızlarına alıyor ama muhalefet partileri yöneticilerinde böyle bir kelime yok. Hatta dün bir muhalefet partisi lideri, ‘Evet, başarılı olamadık ama mağlubiyet de almadık’ diyebiliyor” değerlendirmelerinde bulundu.
“TÜRKİYE’DE KUTUPLAŞMA 5-6 AY ÖNCESİNE GÖRE DAHA DA AZALDI”
7 Haziran seçimlerinden sonra seçmende kutuplaşmanın azaldığını, oy geçişlerinin daha fazla yaşandığını vurgulayan Gür, “7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasında yaptığımız araştırmalarda şunu gördük; seçmendeki kutuplaşma, 7 Haziran öncesine göre hem 1 Kasım’dan önce hem 1 Kasım’dan sonra daha da azaldı. ‘AK Parti 2011’de de yüzde 49 oy almıştı, AK Parti aslında kendi oyunu aldı’ deniliyor. Halbuki Türkiye’de 2011’den bu yana 5,5 milyon yeni seçmen var. Yani AK Parti sadece 2011’deki oyunu alsaydı yüzde 40’lar civarında bir oy alması lazımdı. Türkiye’de kutuplaşma 5-6 ay öncesine göre daha da azaldı, partiler arasındaki oy geçişi kolaylaştı. Bu, inşallah uzun süreli devam eder, Türkiye’de kutuplaşma daha da azalır. Biz, araştırmalarda AK Parti’nin aldığı yüzde 49,5 oyun yüzde 2’sinden daha fazlasının CHP’den geldiğini gördük. Yani AK Parti, CHP’den bile oy alabilir hale geldi. Bu da kutuplaşmanın azaldığını gösteriyor” şeklinde konuştu.
“BİZİM YAPTIĞIMIZ İŞ SADECE BİR FOTOĞRAF ÇEKMEK”
1 Kasım seçimlerinden önce en doğru oy tahmininde bulunan araştırma şirketi A&G’nin sahibi olan Adil Gür, hiçbir siyasi partinin tarafında olmadıklarını belirterek, “2009’da da araştırma şirketleri ters köşe olmuştu. 2009’da da herkes ‘AK Parti 45-50 alacak’ derken, ben ‘39’ diye yayınlamıştım ve AK Parti 38.8 oy aldı. Ortada tebrik edilecek bir şey yok, sadece işimizi yapmaya çalışıyoruz. ‘47.2’ dediğimde, ki buna yurt dışı oyları da dahil değildi, seçime 1 hafta vardı, 1 hafta içerisinde açıklanan ekonomik paketlerin de etkisiyle AK Parti 2 puan daha fazla oy aldı. 2009’da AK Partililer kızıyordu, şimdi muhalefet partilerinin seçmenlerinin bir kısmı kızıyor. Halbuki, bizim yaptığımız iş sadece bir fotoğraf çekmek, bir temenni değil. İstatistik bir bilim dalı aslında kurallarına uyduğunuz müddetçe” ifadelerini kullandı.
Gür, Batuhan Yaşar’ın telefonla yapılan siyasi anketlerin doğru olup olmadığı sorusuna, “Türkiye’de son zamanlarda ortaya çıkan telefon kayıtları, belgeler, mahkeme kayıtları var. Bu ortamda insanlar eşleriyle bile rahat konuşmuyor. Şırnak’ta, Hakkari’de bir AK Partili’nin ‘AK Partili’yim’ demesi ne kadar zorsa,Konya’da da bir CHP'linin ‘Ben CHP’liyim’ demesi o kadar zordur. Bu nedenle telefonda objektif cevaplar vermeyebilirler, onun için anketör çok önemli. Giden kişinin eli yüzünün düzgünlüğü, güven vermesi önemli. Biz, asla taşeron kullanmıyoruz. Türkiye’nin neresinde olursa olsun kendi ekibimizle araştırma yapıyoruz. Bu işi yapan üniversite öğrencileri var. Araştırma olduğunda orada ‘Süpervizör’ dediğimiz, sürekli o işleri organize eden bir arkadaşımız var, 20-25 ilde bölgelerimiz var, orada kendimiz yapmaya çalışıyoruz” cevabını verdi.
“TÜRKİYE’DE ÇOK ANTİ-DEMOKRATİK BİR SİYASİ PARTİLER KANUNU VAR”
“Türkiye’de yeni anayasayı konuşuyoruz. Türkiye’nin yeni anayasadan daha çok konuşulması gereken meselesi, Siyasi Partiler Kanunu’dur” diyen Gür, şöyle devam etti:
“Türkiye’de çok anti-demokratik bir Siyasi Partiler Kanunu var. Siyasi Partiler Kanunu öyle bir düzenlenmiş ki bir lider koltuğunu bırakıp gitmediği taktirde o lideri göndermek kolay bir iş değil. Şimdi siz, ‘Ben şu tarihte imza toplayım, şu tarihte kongre yağacağım’ diyorsunuz. Ama bu süre zarfında tüm delegeleri değiştirmek mümkün. Türkiye’de anti-demokratik Siyasi Partiler Yasa tasarısı yürürlükte olduğu sürece bu problem her zaman karşımızda olmaya devam edecektir. Bugün bir milletvekilini belirleyen irade, genel başkanın iki dudağı arasındaki irade. Halbuki, o milletvekili genel başkana değil, kendisine oy veren seçmene hesap verebilir hale gelirse bu sorun kendiliğinden hallolur. O zaman o milletvekili, kendisini iktidara taşımayan, partisini başarıya ulaştırmayan genel başkanı değiştirir. Bunun önünü açacak mekanizmalar yapmak lazım. Bu da belki yeni anayasayla birlikte yapılabilir.”
“MUHALEFET PARTİLERİNİN İÇİNDEN 5. PARTİ ÇIKABİLİR”
CHP ve MHP’nin alınan başarısız sonuçların ardından genel başkanlarını değiştirmeleri gerektiğine inandığını söyleyen Gür, “CHP ve MHP’de bana göre genel başkan değişimi olmalıdır. Ona karar verecek olan partinin seçmenleri değil, partinin delegeleri. Ben her şeye rağmen karamsar değilim. Seçimden 2-3 gün sonra bir açıklama yaptım. Seçimlerden önce herkes 5. partiyi AK Parti’nin içinden bekliyordu. Ben dedim ki, ‘1 Kasım’da öyle bir sonuç çıktı ki muhalefet bu 1 Kasım sonuçlarını iyi analiz etmezse, nerede hata yaptığını düşünmezse 5. parti tam da muhalefetin ortasından çıkacak.’ Bakın muhalefetin birinden değil, çünkü bugün Türkiye’de muhalefet partilerinden bir tanesi başarılı, ikisi başarısız, ikisi başarılı, biri başarısız değil. Muhalefet partileri topyekun başarısız. Öyle olunca muhalefet partilerinden rahatsız olan, kerhen oy veren, seçmenlerin hepsinin oy verebileceği bir parti çıkabilir. Bölünme yoluyla veya kurulma yoluyla çıkabilir. Muhalefet partileri bu özeleştiriyi, gerekli düzenlemeyi yapmazsa bu çıkabilir” diye konuştu.
YENİ ANAYASA
Anayasa değişikliği için halka gidilebileceğini belirten Gür, halkın büyük çoğunluğunun anayasa değişikliğini istediğini söyledi. Anayasa değişikliğini halka götürmek için muhalefet partilerinin birinin AK Parti’ye destek vermesi gerektiğini ve bunun için en doğru partinin MHP olduğunu dile getiren Gür, “Anayasa için 330 oyla referanduma gitmek mümkün, Meclis’teki partilerden bir tanesi destek verirse olur. CHP’nin destek vermeyeceğini biliyoruz, HDP’nin desteğinde olursa sandıkta sürpriz bir sonuç çıkabilir, burada MHP’nin tavrı önemli. Türkiye’de anayasa değişikliğinin gerekli olduğuna toplumun büyük bir bölümü inanıyor. Siyasi partiler uzunca bir süredir iktidarıyla, muhalefetiyle bir anayasadan bahsediyor. Halkın da yüzde 70’inden fazlası ‘yeni bir anayasa olmalıdır’ diyor. Türkiye 2007’de bir anayasa değişikliği yaptı ama altını dolduramadı, devamını getiremedi. Türkiye aslında bu tartışmalara 2007’de girdi. Yani meselenin yüzde 60’ı 2007’de halledildi” ifadelerini kullandı.
BAŞKANLIK SİSTEMİ TARTIŞMALARI
Başkanlık sistemiyle ilgili değerlendirmelerde de bulunan Gür, şunları ifade etti:
“Bugün Türkiye’de ister istemez çok sorunlu bir sistemle karşı karşıyayız.TBMM’nin mutlaka bir konuda karar vermesi lazım. Türkiye 2007’de bir karar verdi, bir yola çıktı, ya bunu tamamlayacak; başkanlık, yarı başkanlık, partili bir Cumhurbaşkanı ya da ‘biz hata ettik’ deyip ‘yeniden Meclis seçmeli’ demeli. Bugün aynı siyasi gelenekten gelen bir Başbakan Ve Cumhurbaşkanı var, yarın bir gün aynı siyasi gelenekten gelmeyen bir cumhurbaşkanı ve başbakan olabilir. Bu ülkede bir anayasa kitapçığının fırlatılmasının nelere mal olduğunu biliyoruz. Bu meselenin mümkünse Meclis’te, Meclis’te halledilemiyorsa halk oyuyla halledilmesi lazım. Referanduma giderse ne olur? Halkın yaklaşık yüzde 40’ı başkanlık sistemi ile parlamenter sistem hakkında bir bilgi sahibi değil. Ben hukukçuyum, ben bile bilmediğim pek çok şey olduğunu görüyorum. Toplumun bu nedenle önce bilinçlendirilmesi lazım. Biz Türkiye’de başkanlık sistemini tartışmıyoruz, ‘mevcut Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığını istiyor muyuz, istemiyor muyuz’ bunu tartışıyoruz, sistemi tartışmıyoruz. Orta ve uzun vadede bu sistemin insanlara neler getirebileceği, cebinden örnek vererek anlatılabilirse, istikrarla örnek vererek anlatılabilirse bu olabilir.”
Adil Gür, başkanlık sisteminin illa federasyonu getirmeyeceğini, federasyon olmadan da başkanlık sistemi olabileceğini dile getirdi. MHP’nin anayasanın değiştirilemez hükmünde olan maddelerini sürekli gündeme getirmesinin gereksiz olduğunu vurgulayan Gür, AK Parti ve CHP’nin zaten böyle bir hamle peşinde olmadığını söyledi.

20 Kasım 2015 Cuma

Donald Trump: ABD’deki Müslümanlar özel kimlik taşısın

Cumhuriyetçi Başkan Adayı Donald Trump: 

ABD’deki Müslümanlar özel kimlik taşısın!...

AMERİKA BÜLTENİ (19 Kasım 2015)
ABD ve Avrupanın dinci ve milliyetçi sağında Müslüman göçmenlerle ilgili yükselen histeri, Nazi uygulamalarını hatırlatacak boyutlara ulaştı. Cumhuriyetçi Partide başkan adayı Donald Trump, ülkedeki bütün Müslümanların fişlenmesi veya Müslüman olduklarını belli eden bir özel kimlik taşıma zorunluluğu fikrine, ‘yapmak zorundayız’ şeklinde destek verdi.  
Trump, Yahoo News’a verdiği röportajda, ‘Bir yıl öncesine kadar bile düşünülemeyecek şeyleri yapmak zorunda kalacağız’ diye konuşan Trump, ‘’Bazı insanlar buna tepki gösterecek ama herkes artık güvenliğin hakimiyeti olacağının farkında.’’
Nazi Almanyasında, halkın geri kalanının gözünde insan olmaktan çıkarmak ve herkesten farklı oldukları fikrini topluma benimsetmek için Yahudilere Davut yıldızı taşıma zorunluluğu getirilmişti. Böylece herkesin yıldız rozeti taşıyanlara kamusal alanda yaklaşmak istemeyeceği hesabıyla onları izole etmek amacını taşıyordu. Bu uygulama, Yahudilerin ana toplumdan ayrıştırılmasını ve gettolaşmalarını hızlandırdı. Milyonlarca Yahudinin ülkeden sürülmesinin veya  toplama kamplarında soykırıma tabi tutulmalarını kolaylaştırdı.
Emlak ve kumarhane baronu Donald Trump ayrıca, güvenlik görevlilerinin makul şüpheye sahip oldukları her durumda mahkeme kararı olmaksızın Müslümanların ev ve işyerlerinde arama yapabilmesi gerektiğini de savundu. Trump, güvenlik tehdidi şüphesi olduğunda camilerin de yine mahkeme kararı olmadan tamamen kapatılabilmesi gerektiğine inandığını kaydetti. Bununla beraber Trump bu her iki uygulamanın yasal olup olmayacağı konusunda emin olmadığını da belirtti. Trump, Obama’nın ABD’ye getirdiği bütün Suriyelileri de başkan olduğunda sınırdışı edeceğini kaydetti.
Donald Trump, başkan olursa, New York eski Emniyet Müdürü Raymond Kelley’i kabinesine alarak bu konulardan sorumlu yapacağını söyledi. Ray Kelley, NYPD’nin şehirdeki Müslümanları teknik takibe alan gizli uygulamasıyla tartışmaların odağına olan bir isim. Kelley’nin deşifre olduktan sonra yürürlükten kaldırılan gizli uygulaması hakkındaki yargılama halen federal mahkemede devam ediyor.

13 Kasım 2015 Cuma

Konut Sahibi, Kiracı ve Yöneticiler İçin; ÖNEMLİ VE FAYDALI BİLGİLER

Konut Sahibi (malik), Kiracı ve Blok Yöneticileri İçin; ÖNEMLİ BİLGİLER


1. Apartman ve site aidatları nasıl belirlenir?
Müstakil bir yaşam, bugünün şehir koşullarında artık çok zor! Apartmanlar, siteler, toplu konutlar... Birlikte yaşamanın getirdiği zorunluluklar ise bizlerin daha güvende ve konforlu bir hayat sürmesine olanak sağlıyor. İşte bu noktada ödememiz gereken bedellerden biri de, aidat! Aidatlar nasıl belirlenir? Ödemek zorunda mıyız?
Bahçeden apartman girişine binalarda ortak yaşam alanlarının bakım ve temizliği, sitelerde ayrıca havuz, spor salonu ve tenis sahası gibi sosyal alanların bakımı ve temizliği ile ilgili ortak giderler, mülk sahiplerinden toplanan paradan karşılanır. Aidat da mülk sahiplerinin her ay ödemek zorunda oldukları bu para demektir. Ve ne yazık ki, aidat ücretleri çoğu zaman ve özellikle bina veya sitede yaşayan kişi sayısının artmasıyla doğru orantılı bir soruna dönüşebilir. Ancak Kat Mülkiyeti Kanunu gereğince daire sahipleri, aralarında ortak görüş sonucunda başka bir karar almadıkları sürece apartman aidatını eşit bir şekilde ödemekle yükümlüdür. Kanunda apartman aidatıyla ilgili yasal maddeler de yer alır. 20. maddeye göre daire sahipleri apartman görevlisi, kaloriferci, bahçıvan ve güvenlik görevlisi giderlerine ve bunlar için toplanacak avansa eşit olarak; apartmanın sigorta primlerine ve tüm ortak alanların bakım, koruma, güçlendirme ve onarım giderleri ve bir de yönetici aylığı gibi diğer giderlere ise arsa payları oranında katılım sağlamalıdır.
Aidat ne zaman ödenmelidir?
Apartman aidat miktarı ve ödeme tarihi, kat sahiplerinin ortak kararıyla apartman toplantısında belirlenir. Apartman aidatlarını ödemek ile yükümlü kişi, ev sahipleridir. Ancak daire sahibi, mülkü kiraya verirken kira sözleşmesine kiralayan kişinin aidatı ödeyeceği maddesini ekletebilir. Bu durumda aidatı kiracı öder.
Aidat ödemek zorunlu mudur?
Daire sahipleri, ortak sosyal alan ve tesislerden yararlanmak istemeseler veya ihtiyaç duymasalar da gider ve avans payını ödemek zorundadırlar. Hiç aidat ödemeyen ev sahipleri hakkında yönetici, yönetim planı ve kanunun esaslarına göre dava açabilir, icra takibi başlatabilir.
Apartman aidatını gününde ödemeyenler için ise, ödemede geciktiği günler için aylık %5 gecikme tazminatı ödemekle yükümlüdür. Gün başına bir faiz işlemiyor. Bir gün de gecikse, 30 gün de gecikse aynı faiz oranı işler.
Ayrıca asansör veya bahçeyle ilgili bir konuda ekstradan oluşan giderlere kat sahibi veya kiracısının kusurlu bir hareketi neden olmuşsa, ödemeyi yapan diğer kat maliklerinin gidere sebep olan kişiye rücu hakları vardır. Yani ödemenin tamamının veya ona düşen payın geri ödenmesini isteyebilir. 
2. Kiracı hakları hakkında bilmedikleriniz... 
Gayrimenkul kiralama işlemlerinde kira kontratını imza atan mülk sahibi ve kiracının yasal hakları 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu kapsamında düzenlenen haklardan oluşuyor. Peki sizler, hangi hak ve yükümlülüklere sahipsiniz biliyor musunuz?
KİRA KONTRATI 
Mülk sahibinin kiralanan mülkün kullanımı veya da kullanıma ilaveten mülkten faydalanmasını kiracıya devretmeyi, kiracının da bu durumla birlikte önceden belirlenen kira bedelini eksiksiz ödemeyi kabul ettiği sözleşmedir. Kontratı imzalayan mülk sahibi ve kiracı, kira kontratında bulunan maddeleri eksiksiz yerine getirmelidir.
* Kira kontratı, belirli ve belirli olmayan süreler için yapılabilir. Kararlaştırılan sürenin geçmesiyle herhangi bir bildirim olmaksızın sona eren kontrat belirli süreyi kapsar. Süre belirtilmemiş kontratlar, belirli olmayan bir süre için yapılmış sayılıyor. Bu süre zarfında kiracıların güncelleştirilen hakları neler bir göz atalım.
KİRACI HAKLARI
* Ev sahibi, kira kontratının süresi dolmadan kiracıyı evden çıkaramaz. Kontrat süresi bitimine bir ay kala ev sahibi, kiracısına ihtarname çekmediği sürece, söz konusu kontrat kendiliğinden yenilenir ve süresiz kontrat niteliğine sahip olur.
* Kiracı, kiraya verenden kiralanandaki ayıbın uygun bir sürede giderilmesini isteyebilir. Bu sürede ayıp giderilmezse kiracı, ayıbı kiraya veren hesabına gidertebilir ve yaptığı masrafı kira bedelinden düşebilir. Ayrıca kiracı, kiralananın ayıpsız bir benzeri ile değiştirilmesini isteyebilir.
* Kiracı, kiraya verenden ayıpların giderilmesini, kira bedelinden ayıpla orantılı bir indirim yapılmasını ya da zararının giderilmesini isteyebilir.
* Kiracı, kiraya verene zarar verecek bir değişikliğe yol açmamak koşuluyla, kiralananı tamamen veya kısmen başkasına kiraya verebileceği gibi, kullanım hakkını da başkasına devredebilir.
* Kiracı, kiraladığı evden yeteri kadar yararlanamazsa yani evin sorunları varsa kontrat süresinin dolmasını beklemeden haklı gerekçesini bildirerek evden çıkabilir.
* Evin demirbaş niteliği taşıyan bölümleriyle ilgili tadilatların bedelini ev sahibi karşılar. Ancak, kendi zevki doğrultusunda yapacağı değişikliklerden kiracı sorumludur.
* Kiracının apartman yönetiminde sorumluluğu olmasa da, ev sahibinin kendisine vekaletname vermesi halinde apartman yöneticisi dahi olabilir..
* Kiracı, kiraladığı evden çıkarken eve bir zarar vermemiş ve, evi aldığı gibi bırakmışsa depozitosunu alma hakkına sahiptir. Kontrat imzalanırken kiraya verenin aldığı bu depozitonun bedelinin 3 aylık kira bedelinden yüksek olmaması gerekir.
* Kanun gereğince, depozito banka aracılığıyla tahsil edilir. Güvence olarak belirlenen depozito bedeli, kiracı, kiraya verenin onayı olmaksızın çekilmemek üzere, vadeli bir tasarruf hesabına yatırır. Banka iki tarafın rızasıyla bu parayı geri verebilir. Kiraya veren, kontratın sona ermesini izleyen üç ayda kiracıya karşı bir dava açtığını, icra ya da iflas yoluyla takibe giriştiğini bankaya yazılı olarak bildirmediği takdirde banka, kiracının isteği üzerine güvenceyi geri vermekle yükümlüdür. Aksi durumda kiraya verenin zararı, depozitodan düşer.
* Kiracı evi kiraladığı zamanki şeklinde teslim etmek zorunda olsa da kullanımdan dolayı oluşan eskime ve yıpranmalardan sorumlu tutulamaz.
* Ayrıca kiralanan mülkte özenli bir şekilde ve komşularına saygılı da kira sözleşmesinin fesh edilmesine gerek kalmadan sürecin sonlanmasını sağlar.
* Kentsel dönüşüm sebebiyle evden tahliye durumlarında, kiracı devletten iki aylık kira yardımı alma hakkına sahiptir.
KİRACI YÜKÜMLÜLÜKLERİ
* Yasalar kapsamında kiracıların yükümlülükleri arasında yer alan en kesin ve temel kriter, kira bedelini düzenli olarak ödenmesidir.
* Kira kontratı üzerinde kira ödeme tarihi belirtilmemiş veya söz konusu mülkün bulunduğu bölgeye özel bir uygulama söz konusu değilse kira ödeme tarihi her ayın sonu olarak belirlenir.
* Kiracı kira tutarını ya da ödemesinden sorumlu olduğu diğer tüm kalemleri ödememesi halinde ev sahibi ya da kiraya veren taraf kimse, kira sözleşmesini fesh etme hakkına sahiptir.
* Kira sözleşmesini kısmen veya tamamen değiştirmek, kiraya verenin yazılı izniyle mümkündür.
EV SAHİBİNİN HAKLARI
* Kiraya veren, kiralananı kararlaştırılan tarihte, kontratta amaçlanan kullanıma elverişli bir durumda teslim etmek ve kontrat süresince bu durumda bulundurmakla yükümlüdür. Bu hüküm, kiracı aleyhine değiştirilemez.
* Ev sahibi kiracıya ilişkin herhangi bir olumsuz durumun söz konusu olması halinde, ihtarname çekebilir.
* Kiraya veren, bazı haklı nedenlerin olması halinde kiracısına tahliye davası açabilir: Kiranın ödenmemesi, ev sahibi veya birinci dereceden yakınlarının o mülke ihtiyacı olması, kiracının eve taşındıktan sonra tahliye taahhüdünü imzalamış olması, evde zorunlu olarak bir tadilat yapılması veya kiraya konu olan evin başka birine satılmış olması ve yeni ev sahibinin bu eve ihtiyacı olması.... (Evin yeni sahibi, kontrat bitmeden kiracıyı çıkartamaz, dava açmak için ise 6 ay beklemesi gerekir.)
* Kiraya veren, kiracıya site veya apartman aidatını ödememesi, komşuluk ilişkilerine önem vermemesi ve kontratta yazan herhangi bir maddeye riayet etmemesi gibi durumlarda ihtar çekebilir.
* Kiraya veren, içeride kiracı olsa da kiralanan mülkte yenilik ve değişiklikler yapabilir. Bu süre içerisinde kiraya veren, kiracının menfaatlerini gözetmekle yükümlüdür.
* Ev sahibi, kira bedeline dair kira tespit davası açabilir. Buna konu olan evin değerinde bir artış olması gereklidir. 
3. Konut satın aldıktan sonra yapmanız gereken yasal işlemler
Konut satın alma, belediye ve tapu aşamaları gibi yasal işlemleri de beraberinde getirir. Bu aşamalarda nelere dikkat etmeniz gerektiğiniz biliyor musunuz?
Satın alacağınız evi sonunda bulduysanız ve ödeme planında da karara vardıysanız şimdi sırada yasal prosedürleri gerçekleştirmek var. Ev sahibi olma teşebbüsünüzle birlikte yasal süreçleri de başlatmış olursunuz. Yasal işlemler, sıkıcı ve uğraştırıcı gibi görünse de, sorun çıkmadığı durumlarda bir veya iki gün içerisinde tamamlayabileceğiniz bir süreçtir. Alım sürecinde ve sonrasında çeşitli cezalarla karşılaşmamak için gerekli mevzuatları harfiyen yerine yetirmeniz gerekiyor. Bakalım belediye ve tapuda neler yapmalısınız?
Belediye
Konutun bağlı bulunduğu belediyeden rayiç bedelin belirlenmesidir. Rayiç bedel, belediyenin belirlediği mahallenin metrekare bazında en alt limitten yüksek olması şartı ile evin satın alma bedelini, belediyeye bildirdiğiniz ve belediyenin de resmileştirdiği bedeldir.
NOT: Bedeli, doğru beyan etmeniz önemlidir. Yoksa ceza ödemek zorunda kalırsınız. Bu yüzden bu işlemleri sıkı takip etmelisiniz. Sizin adınıza emlakçı veya ev sahibinin bu bedeli düşük belirlemesine izin vermemelisiniz. Eğer rayiç bedelini düşük beyan ettiyseniz, pişmanlık dilekçesi ile aradaki tapu harcı farkını ödeyerek yükseltebilirsiniz.
Tapu
* Rayiç bedelinizi belirledikten sonra alıcı ve satıcı ayrı olarak yüzde 2 tapu harcını tapunun anlaşmalı olduğu bankaya tapu döner sermaye bedeli ile birlikte yatırmalıdır. Harçlar yatırıldıktan sonra gerekli evraklar ile tapuya başvuruda bulunabilirsiniz. Gerekli evraklar kısaca; kimlik aslı ve fotokopisi, satıcıdan bir, alıcıdan iki vesikalık fotoğraf, tapu aslı ve fotokopisi, rayiç bedel alınırken belediyeden alınacak olan evin borcu yoktur yazısı, kredi kullanılacaksa bankanın ipotek evrakları...
* Tapuya evrakların teslim ettikten sonra, aynı gün içerisinde satış işlemini yapabilirsiniz. Randevu sistemi varsa bu işlem iki güne sarkabilir.
* Evin yasal olarak birden fazla sahibi varsa, tapuda bizzat bulunmaları ya da vekalet vermeleri gerekir. Diğer türlü satıcı sadece kendi üzerine düşen payını satabilir.
* Alınacak evin üzerinde ipotek varsa, alıcının ipoteği kabul etmesi şartı ile ipotekli olarak konut satışı yapılabilir. Ancak, ipotekli bir konutu alan kişi, ipoteğe sebep olan borcu da kabul etmiş olur. Tapu dairesi, gayrimenkulün üzerinde ipotek olduğu konusunda alıcıyı yazılı ve sözlü olarak uyarır.
Miras kalan gayrimenkuller
Miras yolu ile edinilen gayrimenkuller için, miras bırakanın öldüğü tarihten itibaren, dört ay içinde veraset ve intikal vergisi beyannamesi verilmelidir. Tahakkuk eden vergilerin ise üç yılda altı eşit taksitte ödenmesi gereklidir.
Vergiler haricinde miras kalan gayrimenkulün, mirasçının adına tapuda tescil edilip, mirasçının kendi adına tapu alabilmesi için, binde 9 oranında harç ödemesi gerekir. Veraset ve intikal vergisinin tamamının ödenmesi gerekmese, bu ödemenin yapılmış olması, o gayrimenkulün mirasçı tarafından satıldığı aşamada önemli oluyor.
Devam eden projeler
* İnşaat proje aşamasındayken veya kaba inşaat halindeyken satın alınan gayrimenkullerde evin bedeli kısmen ya da tamamen ödenmiş olmasa da, inşaat bitmeden tapu verilmiyor. Dolayısıyla alıcı, evi teslim almadan herhangi bir işlem yapmıyor. İşlem için tapusunu almayı bekleyecek ve bu süreçte emlak vergisi de ödemesine gerek yok.
* Kat irtifaklı arsa tapusu aldıysa da arsa tapusunu aldığı yılın sonuna kadar ilgili belediyeye, emlak vergisi bildirimi yapmalıdır.
Kooperatifler
Kooperatiften ev alacaklar, inşaatı sürecinde emlak vergisi ödemiyorlar.
Çünkü kooperatif arsasının emlak vergisini, kooperatif tüzel kişiliği öder. Evler tamamlanıp tapu alındığında, yeni gayrimenkul edinenlerle ilgili işlemleri yapmak gerekiyor. 
4. Yeşil sadece bir renk değildir
Yeşil mimarı, yeşil binalar veya sürdürülebilir yapılar... Son yıllarda daha da sık karşımıza çıkmaya başlayan bu ve benzer tanımları pek önemsemediyseniz, size bir haberimiz var: Geniş kapsamlı bir anlayışı temsil eden bu sözcüklerle önümüzdeki yıllarda daha çok karşılaşacaksınız. Binaların tüm aşamalarda; hem içinde yaşayanlara hem yakın çevresine hem de doğaya daha az zarar verecek bir anlayışla tasarlanması anlayışını kısaca; yeşil mimari olarak tanımlayabiliriz.
Küresel ısınma, mevsimlerdeki hissedilebilir değişiklik, çevresel felaketler, azalan temiz su kaynakları; dünya genelinde güçlü bir çevre koruma bilinci oluşturdu. Sürdürülebilir mimarlık veya yeşil binalar da şüphesiz ki son 30 yılda gelişen bu ekolojik bilinçin bir uzantısı. Doğayla ve çevresiyle barışık, kendi içinde sürdürülebilir sistemlere sahip binalar, gelecek nesiller için daha yaşanabilir bir yaşam alanı bırakmamız için yapılabilecek birçok şeyden biri.
Bu anlayışın tek amacı veya sonucu ekolojik değil. Dünya'da üretilen tüm enerjinin %40'ını binalar ve yapılar tüketiyor. Önümüzdeki 20 yılda dünya gelişimini ve politikaları en çok etki altında bırakması beklenen iki faktörün enerji ve temiz su ihtiyacı olacağını varsayarsak binalarda sağlanacak ciddi bir dönüşümün hem küresel hem de ülkemiz ölçeğinde büyük bir olumlu etki yapacağını düşünmek yanlış olmayacaktır.
Enerji yatırımları artıyor olsa bile enerji ithalatımız da hızlı bir şekilde artmaya devam ediyor. Konut sektöründeki gelişme, sanayide kaydedilen büyüme ve artan nüfus, ülkenin enerji açlığını da kaçınılmaz şekilde artırıyor. Sürekli daha fazlasını üretmeye çalışmakla uzun yıllar içinde üstesinden gelinmesi muhtemel bir sorun. Özellikle konutlardaki tüketimi kontrol altına almak, doğru ısı dağılım ve transferine sahip binalara sahip olmak bu noktada çok önemli. Tekrar hatırlatalım binalar dünya üzerinde üretilen tüm enerjinin %40'ını tüketiyor. Taşıma ve ulaşım araçlarında kullanılan enerjide bu oranın %25-30 seviyesinde olduğunu belirtirsek oranları daha anlamlı kılmış oluruz.
Elimizde daha yeşil ve enerji açısından daha verimli bir bina olması tek başına yeterli olmayacaktır. Enerji tüketimi yüksek inşaat makinelerinin kullanımı, proje sahasının kötü aydınlatılması, gereğinden fazla su harcanması gibi yapım sürecindeki tüketimler, binanın belki de yıllar içinde sağlayacağı tasarrufu değersiz kılacağı için önemlidir.
Uzun bir listeye sığabilecek kadar çok unsuru ve şartı yerine getirmeyi amaçlayan sürdürülebilir ve yeşil mimari akımında öne çıkan birçok unsurdan bir kısmını listelemek gerekirse:
• Verimli ısıtma ve soğutma yapabilecek iklimlendirme sistemleri
• Enerji dostu verimli aydınlatma ekipman ve sistemleri
• Su tasarruflu banyo, mutfak elemanları ve tesisat sistemi
• Güneşten doğru şekilde faydalanabilecek mimari plan
• Doğal yaşam ve çevreye asgari zarar
• Rüzgar veya güneş gibi alternatif enerji kaynaklarından faydalanma
• Sentetik olmayan ve zararsız malzeme kullanımı
• Yakın çevreden temin edilmiş hammaddeler
• Eski binaların uyumlu bir şekilde yeniden kullanılması
• Geri dönüştürülmüş malzemelerin kullanılması
• Verimli alan kullanımı
Son olarak bu sadece inşaat sektörünün omuzlayıp taşıyabileceği bir misyon ya da yük olmaktan uzaktır. Tüketicilerin ve yatırımcıların yeşil mimari konsepti anlayarak sindirmeleri, orta vadede kendileri için de karlı bir yatırım yaptıklarını anlamaları gerekiyor. Her şeyi az tüketen, doğru yerden doğru zamanlarda güneş ışığı alan, kendi peyzajını ve düzenlemelerini kendi atık su geri kazanımı ile sulayan, ortak alan aydınlatmalarını güneş panelleri ile sağlayan bir yapı, içinde yaşayanları da yatırımcısını da şüphesiz mutlu edecektir. İnsanlar yukarıdaki liste ile ilgili daha çok soru sormaya başladıkça sektörün buna daha hızlı şekilde cevap vermesi olasıdır. 

10 Kasım 2015 Salı

HABER: Çok ACİL ve Önemli Bir Kampanya "Down sendromlu" çocuklarımız.


Merhaba,
Arkadaşlarla birlikte bir kampanya yürütüyoruz. Sizi de kampanyamızı imzalamaya davet ediyorum. 
Kampanya konusu "Down sendromlu" çocuklarımız. 
Bu çocuklar normal insanların sahip olduğu 46 kromozom yerine 47 kromozomlu doğuyor ve zihinsel engelli oluyorlar. Bu bir hastalık değil, bu sebeple bir tedavisi yok. 
Ölene kadar her zaman birinin gözetimine ihtiyaçları var, kendi başlarına bağımsız bir yaşam süremiyorlar. Hal böyle iken yasalar onları gerek sağlık, gerek eğitim, gerek maaşa bağlanma ve ailelerin bakım parası alabilme gibi hususlarda raporlara, yüzdelere mahkum ediyor. 
Çocuğun engelli olduğu daha doğum öncesinde bile netlik kazanabiliyorken, bizler çocuklarımızın engelli olduğunu hastanelerde raporlarla belirli sürelerde ispatlamak zorunda bırakılıyoruz. Doğdu, evet engellidir raporu, fizik tedavi alması uygundur raporu, eğitim alması için rapor, bakıma muhtaçtır rapor, ailenin bakım yardımı alması için rapor...Üstelik bu raporlar sadece bir kereye mahsus olsa neyse. Periodik olarak yenilenmesi gerekiyor.Bu yöndeki çilemizin nasıl olduğu yönündeki tahmini size bırakıyoruz. 
Zaten yaralı olan yüreklerimiz zaman geliyor, doktorlar tarafından daha da yaralanıyor ( tüm doktorlar değil elbette) , rapor derdinin üstüne bir de yasa gereği ayrıştırmalar da tüy dikiyor. 
Eğer engellilik yüzdesi %40 ın üzerindeyse yasalar eğitim, bakım, yardım vb.gibi hakları veriyor, oran yüzde kırkın altında ise hakları yok sayılıyor.Oysa doğumdan ölüme kadar engelli oldukları dünyaca kabul edilmiş. Ve asla yalnız yaşayamadıkları da değişmeyecek kocaman bir gerçek. 
Hal böyle iken zihinsel engelli olarak doğan tüm bireyler koruma çemberine alınmak yerine yüzdelerle ayrıştırılmakta. 
Biz bu ayrışmanın kalkması ve Down sendromlu bireylerin doğumdan ölüme kadar geçen sürelerinde eşit haklardan yararlanmalarını, raporlar konusunda kolaylaştırıcı çözümlerin gündeme getirilmesini talep ediyoruz. İşte bu sürece katkı için alta linkini verdiğimiz kampanyamızı siz de imzalarsanız, buna ilave olarak dostlarınıza imzalamaları için bu mektubu gönderebilirseniz mutlu olacağız. Teşekkür ederiz, saygılarımızla
Çiğdem  Altınöz

7 Kasım 2015 Cumartesi

İBRETLİK BİR YAZI: Bir Nedeni Olmalı!..

İBRETLİK BİR YAZI
Subject: BİR NEDENİ OLMALI.... Harika !... (iktibas & alıntı) 
Davulcu Remo'dan bu yana...
DAVULCU Remo'nun, davul çalarken sağ ayağını kaldırıp tokmağı ayağının altında davula vurması; Samuel Morse'nin elektrikli telgrafı icat etmesine denk gelir...
(.........)
Kütahya köylülerinin bir keçinin sırtına yazılmış "ayeti" görmeleri ve keçiyi kaptıkları gibi kaymakama götürmeleri, kaymakamın da bunu "Adı geçen keçiye ne gibi bir işlem yapılmasını" bir yazıyla merkeze sorması ise; Çinlilerin pirinçteki gen sıralamasını bulmalarına rastlar...
(.........)
Şıh Hakkı Hazretleri'nin, müminlerin oval bir cismi okşamaları ya da ortasında delik olan yuvarlak bir cisme "manalı" fazla bakmalarının imanı bozacağını tebliğ etmesi de; İskoç asıllı John Baird'in televizyonu icat etmesiyle eşzamanlıdır...
Sene 2012...
- Son bir yılda insan epigenomunun şifresi çözüldü...
- Görme engelliler için göz yerine geçen mikroçip yapıldı...
- Bilim adamı robot, Aberystwyth Üniversitesi' nde çalışmaya başladı...
- NASA, Ay'da su bulunduğunu açıkladı...
- Maryland Üniversitesi' nde, atomun içindeki veriyi bir metre uzaklıktaki kabın içine ışınlayarak taşıdılar...
- Büyük Hadron çarpışması ile yerkürenin sırrı aralandı...
- Subaru teleskobu, komşumuz yeni bir gezegen buldu...
- Başta Alzheimer ve kemik erimesi olmak üzere
27 hastalığa çare buldu elin adamı...
Tüm bunlar ise; Türklerin "imam" yetiştirip, onlardan
bilgisayarcı,
matematikçi,
fizikçi,
kimyacı,
bilim adamı,
vali,
doktor,
mühendis, yargıç yapmak istemelerine denk gelir...
İşte siz kaç gündür bunu izliyorsunuz. ..
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı,
Başbakan'ı, Milli Eğitim Bakanı, yandaş YÖK
Başkanı,
kimi profesörleri,
kimi aydınları...
Hâlâ çocuklara
"imam" eğitimi verip, onlardan "her şey" yapmak için kavga ediyorlar...
Ama ne yapacaksınız.. .
Dünyanın en gözde, en cennet toprakları üzerinde, durup dururken "çağdışı" kalmaz insan...
Kalmışsa; bir sebebi olmalı...
**
"İnsan paranın sahtesini yapar, para da insanın sahtesini..."