24 Aralık 2018 Pazartesi

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz "Mahfi EĞİLMEZ" Vergi-Algı Net.İnternet Sitesi -Lozan Antlaşması 100 Yıllık Geçici Bir Antlaşma mı?

Lozan Antlaşması 2023'de Bitecek, Biz de Madenlerimizi Çıkarabileceğiz
Mahfi EĞİLMEZ
Son yıllarda nereye dönsek şöyle bir iddiayla karşılaşıyoruz: ‘Lozan Antlaşması 100 yıl süreli yapılmıştır. Antlaşmaya ekli gizli maddelerde, Türkiye’nin bor ve petrol başta olmak üzere madenlerini çıkarması yasaklandığı için biz bunlardan yararlanamıyoruz. Antlaşmanın süresi 2023 yılında dolacak, dolayısıyla 2023’den itibaren madenlerimizi yer üstüne çıkarıp kullanarak ve ihraç ederek hızla gelişmiş ülke statüsüne geçeceğiz.’
Bu iddia doğru mu yoksa bir şehir efsanesi mi? Eğer doğruysa bugüne kadar çıkaramadığımız madenlerimizi çıkararak 2023’den sonra zengin olacağız demektir. Eğer bu bir şehir efsanesiyse o zaman bunu kanıtlayalım ve tarihin çöplüğüne atalım.
Lozan Antlaşması 100 Yıllık Geçici Bir Antlaşma mı?
Lozan Antlaşması metnine aşağıdaki linkler aracılığıyla ulaşılabilir:
BARIŞ ANTLAŞMASI 1
BARIŞ ANTLAŞMASI 2
Metni baştan sona incelediğimizde Lozan Antlaşmasının süreli olmadığını, Türkiye’nin bor ve petrol başta olmak üzere yer altı zenginliklerinin çıkarılmasını engelleyici herhangi bir madde veya düzenleme içermediğini görmek mümkün. Lozan Antlaşması’na ekli gizli maddeler veya antlaşma ekleri olup olmadığı konusunda bugüne kadar ortaya herhangi bir şey çıkmadı. O nedenle madenlerimizi çıkarmamızı engelleyen gizli düzenlemeler olup olmadığı konusunun gerçek olup olmadığını en kritik konumdaki üç kaynağın (bor, ham petrol ve doğal gaz) çıkarılıp çıkarılmadığını inceleyerek anlayabiliriz.
Madenlerimizi Çıkaramıyor muyuz?
Türkiye’nin madenlerini çıkarıp çıkaramadığı konusunu incelerken üzerinde en çok durulan üç kaynağa ilişkin verileri ele alacağız: Bor, ham petrol ve doğal gaz.
Bor madeni
Bor madeni, cam ve seramik ürünleri üretiminde, demir – çelik sektöründe (kompakt yapıda cüruf elde etmek için), temizlik malzemeleri sektöründe (deterjan vb temizleyiciler üretiminde), tarım sektöründe (gübre üretiminde) ve daha birçok alanda kullanılan önemli bir madendir.
Bor madeni ile ilgili veriler ve bilgiler için aşağıda linki verilen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Eti Maden İşletmeleri Bor Sektör Raporu 2015’e bakılabilir:
BOR SEKTÖR RAPORU
Dünyadaki bor rezervi 2015 yılı itibariyle 1,3 trilyon ton olarak hesaplanmaktadır. Bu rezervin yüzde 73,2’si Türkiye’de, yüzde 6,1’i ABD’de, yüzde 3,6’sı Çin’dedir. Görüleceği gibi Türkiye bor rezervinde dünyada açık ara ilk sıradadır. Aynı yılda dünya bor üretimi 4,2 milyon tondur. Bu üretimde Türkiye yüzde 48 ile birinci sırada, ABD yüzde 29 ile ikinci sırada ve Güney Amerika ülkeleri (Arjantin, Şili, Peru ve Bolivya) yüzde 12 ile üçüncü sırada yer almaktadır.
Türkiye, bor madeni ihtiyacında kendi iç talebini karşıladıktan sonra ihracat da yapmaktadır. Türkiye’de bor madeni üretimini üstlenmiş olan Eti Maden İşletmelerinin 2015 yılı bor madeni satış gelirleri toplamı 809 milyon Dolar olup bunun 787 milyon Doları ihracat geliridir.
Petrol, yaşamımızda her alanda kullanılan önemli bir kaynaktır. Ham petrol, arıtılarak enerji hammaddesi olarak kullanılmasının yanı sıra birçok türevi de farklı sektörlerde girdi olarak kullanılmaktadır. Doğal gaz, özellikle üretim ve ısınmada enerji kaynağı olarak kullanılan hayati bir kaynaktır.
Ham petrol ve doğalgaz
Ham petrol ve doğal gaz ile ilgili veriler ve bilgiler için aşağıda linki verilen Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu 2016’ya bakılabilir:
HAM PETROl ve DOĞALGAZ SEKTÖR RAPORU
Dünya petrol rezervi (konvansiyonel olmayan petrol hariç) 1,7 trilyon varil, doğal gaz rezervleri 187,1 trilyon m3’dür. Türkiye’nin 2015 yılı itibariyle saptanmış ham petrol rezervi 334,5 milyon varil, doğalgaz rezervi ise 3,7 milyar m3’dür. Dünyada petrol üretimi günlük olarak 91 milyon varil, doğal gaz üretimi yıllık olarak 3,5 trilyon m3’dür. 2015 yılında Türkiye, günlük ortalama olarak tükettiği 503 bin varil ham petrolün 51 bin varilini kendi kaynaklarından (yüzde 10) üretmiş, kalan miktarını ithal etmiştir. Aynı yılda Türkiye, yıllık olarak tükettiği toplam 48,8 milyar m3 doğal gazın 398 milyon m3’ünü kendisi üretmiş (yüzde 0,8) kalan kısmını ithal etmiştir.
Madenleri arama ve kullanma faaliyetlerimiz engelleniyor mu?
Buraya kadar yaptığımız inceleme bize Türkiye’de bor, ham petrol ve doğal gazın bulunduğunu ve herhangi bir engelle karşılaşmaksızın çıkarılıp üretildiğini ve satıldığını gösteriyor. Acaba iddia edildiği gibi Lozan Antlaşmasına bağlı gizli maddeler veya eklerde doğal kaynaklarımızı aramamızı, bunlara ilişkin rezervleri saptamamızı engelleyen düzenlemeler var mıdır? Bu sorunun yanıtını vermek için var olup olmadığını veya var ise nerede olduğunu bilmediğimiz gizli düzenlemelere bakamayacağımıza göre elimizde sadece arama faaliyetlerine bakma seçeneği kalıyor.
Yukarıda değindiğimiz Bor Sektör Raporundaki veriler Türkiye’nin dünyada en büyük rezerve ve üretime sahip olduğunu ortaya koyduğuna göre Türkiye’nin bor rezervlerini belirleme, arama ve üretme konusunda herhangi bir engelle karşılaşmadığı açıkça ortaya çıkıyor. Yine yukarıda değindiğimiz Ham Petrol ve Doğal Gaz Sektör Raporu’na göre son on yılda Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı tarafından açılan sondaj kuyusu sayısı 1.594 adettir. Mart 2016 itibariyle Avrupa’nın en fazla sondaj yapan ülkesi Türkiye’dir. Türkiye’de bu tarih itibariyle açılan aktif sondaj kulesi sayısı 28’dir. Türkiye’yi 19 kule ile Norveç ve 10 kule ile İngiltere izlemektedir. Petrol ve doğal gaz aramaları Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının yanı sıra yerli ve yabancı şirketler tarafından yoğun biçimde yapılmaktadır. Bu bilgi ve veriler bize Türkiye’nin ham petrol ve doğal gaz arama, saptama ve çıkarma konusunda herhangi bir engelle karşılaşmadığını gösteriyor.
Sonuç
Lozan Antlaşması’nın, doğal kaynaklarımızı aramayı engelleyici gizli maddeleri olduğu ve antlaşmanın 100 yıl süreli olması nedeniyle 2023’de yürürlükten kalkacağı, ondan sonra bizim bu kaynakları çıkararak hızla gelişmiş ülke konumuna geçeceğimiz biçimindeki iddiayı ele aldık ve inceledik. Lozan Antlaşması metnine ilişkin incelememizde; antlaşmanın süreli olduğuna ilişkin hiçbir düzenleme olmadığını gördük. Ardından antlaşma metninde yer almayan ve doğal kaynaklarımızı çıkarmamızı engelleyen gizli düzenlemeler olup olmadığını araştırmaya geçtik. Burada elimizde gizli metin vb olmadığı için doğal kaynaklarımızı arayıp aramadığımızı analiz etmeye giriştik. En kritik üç kaynak olan bor, ham petrol ve doğal gazı örnek olarak seçip devletin resmi raporlarından konuyu araştırdık. Bu araştırmalarımızda gördük ki doğal kaynaklarımızı yeterince arıyoruz ve bulduklarımızı devreye sokabiliyoruz. Yani bunları aramamıza engel olan hiçbir düzenleme veya başka bir engel söz konusu değil.
Ve sonuçta bu iddianın sadece bir şehir efsanesinden ibaret olduğunu kanıtlamış ve tarihin çöplüğüne atmış olduk.
www.mahfiegilmez.com. Bu yazı, Sn. Eğilmez’in özel izni ile yayınlanmaktadır.
YASAL UYARI: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları yazara aittir. Yazar adı ve "vergialgi.net" internet sitesi adı kullanılmadan alıntı yapılamaz.
KAYNAK: https://vergialgi.net/ekonomi-maliye/lozan-antlasmasi-2023-de-bitecek-biz-de-madenlerimizi-cikarabilecegiz/?fbclid=IwAR2GIgsUKVXBaTr-_4wlgqaYkVnicOaTaiNohMxJ47Iq804_6bkU9Hl5r5Q

10 Aralık 2018 Pazartesi

EKONOMİ İLE İNAT OLMAZ "Rifat SERDAROĞLU" 10 Aralık 2010 "DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ" - Ekonomik sistemler arası tartışmanın, ekonomi yönetimini eleştirmenin, suçlu aramanın şu an sırası değil. Çünkü fabrikada-çarşıda-tarlada-mutfakta olmak üzere her yerde yangın var!

EKONOMİ 
İLE İNAT OLMAZ
Rifat SERDAROĞLU
10 Aralık 2010
"DÜNYA İNSAN HAKLARI GÜNÜ"
Ekonomik sistemler arası tartışmanın, ekonomi yönetimini eleştirmenin, suçlu aramanın şu an sırası değil.
Çünkü fabrikada-çarşıda-tarlada-mutfakta olmak üzere her yerde yangın var!

Yılbaşından bu yana (Brezilya-Hindistan-Güney Afrika) ülkelerinin ulusal paralarının ABD Doları karşısında kaybı ortalaması YÜZDE ON BUÇUK oldu.
Türk Lirası ise yılbaşına göre tam tamına YÜZDE KIRK İKİ değer kaybetti.
Bizim de içinde bulunduğumuz “Kırılgan Beşli” denilen bu ülkelerden, TL 4 kat fazla değer kaybetti.
Yani onlar 1 fakirleşti biz 4 fakirleştik.
Şimdi çare zamanı, çözüm zamanı ama bir cümle ile söylemeliyim ki Türkiye olarak, ekonomi alanındaki düşüncelerimizi-tercihlerimizi değiştirmek zorundayız.
Global kapitalizmin ahlaksızlığına çare olsun diye ekonomistler dünyaya sosyalizmi dayatmaya kalktılar. Bunların ikisi de enternasyonalist’tir.
İkisi de ULUS DEVLETE karşıdır ve ikisinin de ekonomik anlayışının temelinde PARA vardır. Bu ikili aynı ana-babanın çocuklarıdır. Farkları yoktur.
Eksikleri de aynıdır. İki sistemde de “AHLAK” çok eksiktir.
Üretim ilişkileri, sistemi ne olursa olsun “sömürünün her türlüsüne karşı çıkacak” bir ekonomik ahlak etrafında birleşmek, ekonomik ahlakı sağlayacak özerk kurumları oluşturmak zorundayız…
Geçen hafta, TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Toplantısında, iş insanlarımızın ortak feryadı şöyle idi; “İflaslar başlarsa, durum daha da kötüye gider.
Dalga dalga KOBİ’lere, esnafa ve vatandaşa yayılır.”
Kimdir TÜSİAD? Ekonomideki ağırlığı ciddiye alınmalı mı?
-TÜSİAD, 4.500 civarında şirketi temsil eder.
-Kayıtlı istihdamın %50’sini (Kamu ve Tarım hariç) sağlar.
-Dış Ticaretimizin %85’ini (enerji ithalatı hariç) gerçekleştirir.
-Ülkede toplanan Kurumlar Vergisinin %80’ini öder…

TÜSİAD’ın önerilerini, uyarılarını dikkate almayan siyasetçinin aklı kıt demektir.
TÜSİAD YİK toplantısında bu kişilerin yüzlerine bakarak hakaret eden siyasetçi ise akıl ve ruh sağlığı bozuk biridir.
TÜSİAD’ın sadece eli değil, gövdesi de taşın altındadır.
Bu arada, TÜSİAD önemli bir STK olarak, Cumhuriyet ve Demokrasi için görevini tam olarak yapmış mıdır? Yapamamıştır!
Özel sektör borçlarından başlayacak bir ekonomik kriz, tüm ülkeyi kasıp kavurur.
Devleti yönetenlerin görevi, Türk Ekonomisinin paydaşlarıyla, dünya gerçeklerini-ekonominin gerçeklerini- Türk Milletinin gerçeklerini masaya koyup, efendice tartışmak ve çözümü milletle paylaşmak olmalıdır.
Sayın Cumhurbaşkanının ekonomi ile bilgi ve deneyimini hepimiz biliyoruz. Kendileri, inanıyorum ki ekonomideki uluslararası terimlerin bazılarını yeni duymuştur.
Bayat simidi ısıtıp satarak, karkas etten sucuk yapıp satarak, Ülker bayiliği yaparak öğrenilen ekonomi ilmi (!) ancak “Sağ cep kasa, sol cep muhasebe” örneğinde görüleceği gibi çok ilkel olarak kabul edilir!
Türk Hazinesinin ve maliyesinin başına konan damadın ekonomi bilgisi ise
“değil mi Güler Hanım, değil mi Hüsnü Bey” diyecek ve Çalık Holdinge verilen, verilecek katkı kadardır.
Eyy Türk Milleti’nin babaları;
İstediğiniz kişiyi kızınız için damat olarak seçebilirsiniz. Tüm evlenen çiftlere mutluluklar dileriz.
Fakat kızınıza çeyiz olarak, Türk Milletinin malı olan hazinemizi, maliyemizi ve varlıklarımızı veremezsiniz.
Devletin kör kuruşu heder edilirse, hesabını sizden mutlaka sorarlar.
Ama bugün ama yarın…
Sayın Cumhurbaşkanı, size önerimiz şudur;
-Damadı görevden alıp, sarayda geri hizmette görevlendirin.
-Ekonominin başına, kendini ispatlamış, deneyimli kadroları getirin.
-Merkez Bankası gibi ekonomik hayatla ilgili “Özerk Kuruluşlara” müdahale etmeyin.
-Akıllı ve dürüst siyasetçi, para ile ilgili işlere elini-kolunu sokmaz, sokmayın.
-Uzmanları dinleyip onlara hem yetki hem de sorumluluk verin ve lütfen karışmayın.
-Ekonominin tüm paydaşlarını, çözüm bulmak amacıyla bir araya getirin.
Bu toplantının “Asgari Ücret Komisyonu” çalışması gibi olmasına fırsat vermeyin…
Siz, Sayın Bahçeli ile birlikte Cumhur İttifakını ayakta tutmak ve 21. Yüzyılın efsane buluşu olan “Millet Bahçeleri” açmak için çalışın, çok çalışın…
Sağlık ve başarı dileklerimle 10 Aralık 2018
Rifat Serdaroğlu

3 Aralık 2018 Pazartesi

Rahim Cavadbeyli için ortak duyuru İran'a iade edilmek üzere Van'da tutuklu bulunan Azerbaycan asıllı Türk milliyetçisi Rahim Cavadbeyli için ortak basın bildirisi yayımlandı.

Rahim Cavadbeyli için ortak duyuru
İran'a iade edilmek üzere Van'da tutuklu bulunan Azerbaycan asıllı Türk milliyetçisi Rahim Cavadbeyli için ortak basın bildirisi yayımlandı.

İran'a iade edilmek üzere Van'da tutuklu bulunan Azerbaycan asıllı Türk milliyetçisi Rahim Cavadbeyli için ortak basın bildirisi yayımlandı.
Azerbaycan asıllı, sayısız eseri ve makalesi olan bir Türk milliyetçisi, hukukçu, aydın Rahim Cavadbeyli’ye, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Ofisi tarafından “özgürlüğüne yönelik bir tehdit ile karşı karşıya kalacağı bir ülkeye gönderilemez” statüsü verilmişti. Cavadbeyli, 2 Ağustos’ta gözetim altına alınarak iade edilmesi halinde idam edileceği İran’a gönderilmek üzere Van’daki sığınma kampına gönderildi. Zor şartlarda yaşayan Cavadbeyli için İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından istisnai durumu nedeniyle verilen vatandaşlık sözü de yerine getirilmedi.
Cavadbeyli'nin serbest bırakılması için başta Yeniçağ yazarı ve Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı Sadi Somuncuoğlu ve Aydınlar Ocağı'nın da yer aldı bir çok sivil toplum örgütü bir araya gelerek basın bildirisi yayımladı.
"SURİYELİLERE TANINAN HAKLAR CAVADBEYLİ'DEN NEDEN ESİRGENİYOR"
Yayımlanan ortak basın bildirisinin tam metni şöyle:
"Soruyoruz?
Rahim Cavadbeyli mahkûm değil, BM korumasına tabi bir MÜLTECİDİR. İran'a iade edilemez. Buna rağmen 4 aydır Van Sığınmacılar Kampı'nda tutuluyor.
Neden?
İran Dışişleri Bakanı'nın Türk hükümetinden ısrarla iadesini istediği Rahim Cavadbeyli, İran Türklerinin demokrasi ve insan haklarını savunan önemli bir lideridir. 4 yıldır Türkiye'de Birleşmiş Milletler koruması altında siyasi mültecidir. Tarih ve eğitim alanında yayımlanmış makaleleri ve kitapları vardır. Ankara'da, Uluslararası İlişkiler Yüksek Lisans öğrenimi görmektedir.
Cavadbeyli, 3 Ağustos'ta aniden, hiçbir bilgi verilmeden ve gerekçe gösterilmeden gözaltına alınarak dört gün bekletildikten sonra Van Kurubaş Geri Gönderme Merkezi Sığınmacılar Kampına konuldu. Böylece bütün özgürlüklerinden mahrum edildi.
Kardeş bildikleri Türkiye'deki bu beklenmedik durum karşısında Tebriz caddelerinde binlerce Türk, "Azerbaycan var olsun! Rahim Bey azâd olsun!" sloganlarıyla yürüyerek tepkilerini gösteriyor.
Cavadbeyli, uluslararası koruma altında bir mülteciyken, dört aydır Van'daki sığınmacılar kampında hangi gerekçeyle tutuluyor? Anayasa Mahkemesi'nin 13.09.2018 tarihli "mültecilerin geldikleri ülkeye iadeleri mümkün değildir" kararına rağmen, nasıl oluyor da mahkûm muamelesine tabi tutuluyor?
Yıllardır PKK terör örgütünün üst düzey yöneticilerini Türkiye'ye karşı koruyan İran rejimi, 1925 yılına kadar ülkenin egemeni olan 40 milyonu aşkın Türk'ün sivil haklarını meşru yollardan savunan bir lideri Türkiye'den hangi cesaretle talep edebiliyor?
Suriye, Irak, Somali, Myanmar, Filistin'de insan hakları ihlallerine duyarlı davranan Türk Hükümeti, aynı duyarlılığı neden Rahim Cavadbeyli'den esirgiyor?
Milyonlarca Suriyeli sığınmacıya vatandaşlarımızın sahip olmadığı haklar bahşedilirken, temel insan haklarının Cavadbeyli'den esirgenmesinin sebebi Türklüğü müdür?
Hastaneye sevki sırasında sanki mahkûmmuş gibi hiçbir hukuk kuralı tanınmadan kelepçe vurulmaya kalkışılması, Cavadbeyli'nin bunu şiddetle reddetmesi üzerine hastaneye sevkinden vazgeçilmesi nasıl izah edilebilir?
Aşağıda imzaları bulunan bizler, bu soruların cevaplarını öğrenmek istiyoruz. Bu Rahim Cavadbeyli'nin de bizim de en temel insani hakkımızdır.
Sorularımızın hukuka dayalı bir cevabı yoksa Rahim Cavadbeyli derhal serbest bırakılmalıdır."
BİLDİRİYE İMZA ATAN İSİMLER ŞÖYLE:
Millî Düşünce Merkezi Genel Başkanı
Sadi SOMUNCUOĞLU
İstanbul Aydınlar Ocağı Genel Başkanı
Prof. Dr. MUSTAFA ERKAL
Türk Ziraat Yüksek Mühendisleri Birliği Genel Başkanı
Fehmi KİRAZ
Ankara Forumu Derneği Genel Başkanı
Obahan OBAOĞLU
Ankara Türk Ocağı Başkanı
Türkan HACALOĞLU
Ankara Aydınlar Ocağı Genel Başkanı
Dr. Sinan DEMİRTÜRK
Millî Düşünce Merkezi İstanbul Şubesi
Sadık GÜNER
Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı
Süleyman PEKİN
Antalya Aydınlar Ocağı Başkanı
Baki KÜÇÜKOKUDAN
Sakarya Aydınlar Ocağı Başkanı
Mustafa Kemal CERRAHOĞLU
Türk Dünyası Kadınlar Dostluk ve Dayanışma Derneği Gen. Bşk
Hediye KARAKUŞ
Konya İdealist Kadınlar Derneği Başkanı
Emine MUŞTU
Ahde Vefa Turan Birliği Sosyal Dayanışma Derneği Başkanı
Harun MERAL
Mefkûre Mektebi
Ülkücü Düşünce Derneği Başkanı
Ahmet SELÇUK
Millî Devlet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
Berkan SÖZER
Yeni Ufuk Dergisi
Mevlüt Şahin Emekli Öğretmen Malatya
Nuri Oğuz Çakmak Emekli Memur Kayseri
Cansu Demir Öğretmen İzmir
Bülent Yılmaz Finansçı Tiflis
Fatih Turgut Serbest Meslek Erzurum
Mehmet Sayar Emekli Astsubay Mersin
Gürcan Siviş Öğrenci İstanbul
Mehmet Özdemir İstanbul
Saffet Koç Emekli Memur
Beycan Gökbulut
Ali Ihsan Tekelioğlu
Serbest Meslek Denizli
Ahmet Dalar Emekli Öğretmen Eskişehir
Levent Meydan
Veli Koç Grafiker Denizli
Leyla Türkeli Emekli Öğretmen Ankara
Yunus Emre Can Öğrenci
Mehmet Turan Tanşekuay Gaziantep
Selami Yıldırım Emekli Öğretmen Eskişehir
Cafer Küçük Mühendis Ankara
Oğuz Han Öğrenci Brüksel
Hüseyin Albay Mali Müşavir Kahramanmaraş
Arif Açıkel Makine Mühendisi Yozgat
Ali Poyraz Fersahoğlu Öğrenci Adana
Mehmet Aslan Serbest Meslek Gaziantep
Serdar Varol Emekli Memur Kahramanmaraş
İlhan Albayrak İstanbul
Muhsin Aktaş
Mehmet Ay Emekli Öğretmen Nevşehir
Hakan Yavuz Sosyolog İstanbul
Bayram Yıldız Öğretim Üyesi
Volkan Tarhan Çalışma Ekonomisti Aydın
Emrullah Özdemir Yazar Ankara
Karahan Yüksek Ziraat Müh.
Fahrettin Bal Emekli Memur
Serhan Yılmaz Emekli İstanbul
Sevin Süğlün Emekli Öğretmen Denizli
Mehmet Nuri Serbest Denizli
Ahmet Sarıçiçek
Namık Kemal Pişgin Ankara
Vehbi Akkılınç Balıkesir
Burcu Dokuzlar Eskişehir
Oğuzhan Oğuz Bursa
Kutluay Benli Sakarya
Ömer Kütük Mühendis Bursa
Mehmet Kemal Bayrak Mühendis
Serap Dertli Emekli Öğretmen Kahramanmaraş
Esra Karaman Ankara
Nagehan Penbeci Öğrenci Kastamonu
Abdullah Karakuş İzmir
Ali İhsan Bacalan
Ahmet Şatıroğlu Emekli İstanbul
Ali Mas Emekli Balıkesir
Ömer Birinci Emekli Öğretmen
Ömer Faruk Güder
Ali Özer Kilis
Alptekin Emekli İnşaat Müh. Kayseri
Rıdvan Mevlüt Kaya Emekli Öğretmen Mersin
Ahmet Katlıoğlu Bursa
Bekir Kayık Emekli Bankacı İstanbul
Ali Gökhan Hafızoğlu Mühendis
Murat Gül Emekli Memur
Oktay Kılıç Çorum
Ali Kuzkaya Offenbach
Mehmet Hamdi Demirer Elektrik Teknisyeni
Mehmet Baysalhan
Cengiz Duran Mali Müşavir
Muharrem Kocademir Emekli
Ahmet Canlı Emekli
Osman Dumlupınar Eczacı Kayseri
Cahit Koyuncu Çanakkale
Mete Büyükmurat Gaziantep
Mehmet Yıldız Serbest Meslek Oslo
Reyhan Özçiftçi Serbest Meslek Ankara
İbrahim Kemal Özdemir Kayseri
Recep Bayram İşletmeci Ankara
Kemal Çopuroğlu Emekli Öğretmen
Bayram Yelen Eğitimci Ankara
Ali Erkan Elektrik Teknikeri
Abdurrahman Yaray Ziraat Teknikeri
Oğuz Gürz Elektronik Teknikeri
Yılmaz Alan
Yavuz Sümbül Ziraat Mühendisi
Mehmet Aksoy Emekli Memur
Ali Meral Öğretmen
Aydın Taş Gazeteci
Şinasi Apaydın Mühendis
Vahit Konar Öğretim Üyesi
Okan Balkan İzmit
Nesib Nesibli Öğretim Üyesi Trabzon
Abbas Aslan
Serkan Akgöz Yazılım Uzmanı
Macit Güngör Eğitimci
İlhan Aksu Emekli Öğretmen
Orhan Özkan Emekli
Gökbörü Tekin Çiftçi
Ramazan Altınay
Sümeyye Altınay
Mehmet Uzun Emekli
Gülerer Yüksek Ziraat Müh.
Halit Serdar Paksoy Emekli Öğretmen Kahramanmaraş
Abdurrahman Peri Muhasebeci
Ali Göker Emekli
Cüneyt Öztürk Teknisyen
Ziya Cantürk Kimya Mühendisi
Cüneyt Birkök Öğretim Üyesi
Şemsettin Ceylan Emekli Astsubay
Aykut Kişi Özel Güvenlik Müdürü İstanbul
Mehmet Uysal Öğretim Üyesi
Rıfat Uğrar Emekli Bürokrat
Hasan Levent Sümen Harita Mühendisi
Ertan Gün Muhasebeci
Neşet Ciğer
İdris Gök
Ahmet Karahaliloğlu Şoför
Nursen Nermin Öztürk
Murat Yapıcı Doktor Bolu
Mahmut Torun
Mehmet Göksal
Melih Dinçel
Talat Küçük Emekli
Ali Rıza Saklı Öğretim Üyesi
Tuncay Nehir İnşaat Mühendisi
Ali Tanırgan İşçi
Yavuz Selim Birtane Öğrenci
Ahmet Gümrükçü Sigortacı
Nizam Işık Avukat
Hayrettin Özpek
İbrahim Duman Şoför
Mete Ateş Doktor
Serhun Uyanık Avukat
Murat Ünsaldı Emekli Memur
Yusuf Duran Kayseri
Hüseyin Akar Emekli Öğretmen Muğla
Hasan Kutlu Emekli Memur
Fatma Yanık Emekli Öğretmen
Ertuğ Fırat Emekli Memur
Yılmaz Baş Emekli Memur
Mehmet Kılınç Emekli Öğretmen
Sinan Doğrulmaz Annecy/Fransa
Mehmet Akif Sağdıç
Hasan Özdemir Kuyumcu
Çağlar Emekli Sivil Savunma Uzm.
Nursal Seçkin
Paki Küçüker Öğretim Üyesi
Nurullah Yılmaz Mali Müşavir
Şaban Demir Emekli
Ali Çorapçı Emekli
Turan Arı Emekli Öğretmen
Hayati Acar
Şahin Toker Emekli Ankara
Hasan Çelik Bilge İstanbul
Ümit Demir Esnaf
Hayrani Altıntaş Emekli Öğretim Üyesi Ankara
Nazire Özcanalp Ev Hanımı
Ay Tigin Ata
Necip Çukurtarla İnsan Kaynakları Yöneticisi
Bekir Bozkaya İzmir
Gülay Akşen Emekli Memur
Adil Yüksel
Mehmet Şevket Zık Emekli
İsmet Rizeli Emekli Öğretmen
Ahmet Akkaya Emekli Tesisatçı
Mehmet Karcı
Adnan Tuksal Esnaf
Ali Özturan Emekli Belediye Başkanı
Yaşar Kılıç Makine Mühendisi
Meral Yalçınkaya Emekli Öğretmen
Ahmet Çelik Emekli Belediye Başkanı
Metin Öztürk Serbest Meslek
Serdar Kalmuk Avukat
Osman Bağ Serbest Meslek
Cengiz Yıldırım Ziraat Mühendisi
Abdülgani Akbulut Emekli
Ertan Öngel Emekli
Cengiz Yıldırım Ziraat Mühendisi
Korkmaz Emekli Yüksek Ziraat Müh.
İlhami Çuhadar Doktor
Ömer Yuvalı Emekli
Mehmet Öcalan Kaufbeuren
Cebrail Şimşek Doktor
Zeki Kara Emekli
Şenol Ömerzade Emekli Araştırmacı
Berrin Bilginer Öğretmen
İbrahim Yıldırım Öğrenci
Cemil Alper Emekli MEB Müfettişi
Mustafa Akçay Emekli
Necmettin Kutlu
Namık Kemal Özkan Ziraat Yüksek Mühendisi
Bülent Avşar Özel Güvenlik
Muttalip Akar Esnaf Sivas
Ömer Topçu Emekli
Osman Ünal Emekli Doktor
Abit Gez Öğrenci Ankara
Can Kemaloğlu Emekli Yüksek Kimya Müh.
Mehmet Recai Perkel Emekli Öğretmen
Menderes Kaya Emekli
Turgut Albaş Mali Müşavir
Mehmet Ali Coşar Emekli
Hülya Kopar Ankara
Emine Özgenç Emekli Öğretmen
Erdoğan Temur Turizmci
Ertuğrul Yardımlı
Yener Bayraktar Mobilyacı
Ayzıt Türkeş Emekli Memur
Yakup Kaya İşçi
Sevim Bozkurt Balcı Kahramanmaraş
Ayten Şimşek Ulutaş Ev Hanımı
Enver Solak Bilgisayarcı Mersin
Nevzat Koç Muhasebeci
Zafer Gevişen Emekli
Ömer Ay Emekli Öğretmen
Mustafa Dönüş Emekli Öğretmen
Hadi Öztürk Münih
Kayhan Açıkol Serbest Meslek
Abdil Türkarslan
Nazmiye Arican Emekli
Ömer Yuran
Bayram Ali Bozkurt Emekli Memur
Muhitdin Yılmaz Öğretim Üyesi
Durmuş Kapak Ziraat Mühendisi
Cahit Şener Emekli
Melek Erdoğan Öğrenci
Haşim Marangoz Emekli Öğretmen
Ahmet Şakrucu Emekli
Mehmet Cengiz Akay Emekli Öğretmen
Zülfer Keloğlu
Murat Karatepe İşletmeci
Mithat Yılmaz Makine Mühendisi
Mehmet Aksoy Yazı İşleri Müdürü
Bahadırhan Tolu Güvenlik Personeli
Ramazan Beklevic Emekli Belediye Başkanı
Mahmut Günaydın Aarhus / Danimarka
Mustafa Esen Teknisyen Kırıkkale
Yaser Öztürk Tercüman
Selami Ertunç Emekli
Abdurrahman Tozluca Konya
Hamza Yılancı Kamu Emeklisi
Murat Topaloğlu Serbest Meslek
Qaşqay Celilov Hukukçu
Ercan Özçelik Özel Güvenlik
Dilek Hatunoğlu
Mehmet Can Emekli Ankara
Hasan Muhammet Güldaş Mühendis
Hasan Özcan
Nusret Biber Emekli Öğretmen
Hakan Tenekeci İşçi
Erhan Kır İşçi
Ethem Külhan Emekli
Niyazi Yılmaz İşçi
Haydar Möhür Emekli
Mustafa Yenişeker Şair
Ahmet Nizamettin Aktay Öğretim Üyesi
Mustafa Kamil Demir Edmonton
Rasim Patır İnşaatçı
Yasemin Akar Emekli Öğretmen
Beytullah Sezer Emekli Maden Mühendisi
Bekir Gürkan Özgün
Mustafa Horuz Güvenlik Görevlisi
Ahmet Özcan Emekli
Nezaket Naz
Ahmet Balcı Emekli
Yaşar Ertan Emekli Subay
Mehmet Ay Emekli Öğretmen
Durmuş Can
Yalçın Keman Emekli
Mürşide Okur Emekli Öğretmen
Şammas Baştuğ
Salih Dilek Emekli
Nevin Çelik Emekli Öğretmen
Aliseydi Polat Emekli Öğretmen
Ömer Altundeğer Emekli
Ahmet Daldı
Mertcan Koyuncu Öğrenci
Mehmet Kesen Emekli
Ali Özdoğru Emekli
Süleyman Paşa Garibağaoğlu Emekli Başkomiser
Sedat Akgün Yeminli Tercüman
İsmail Arıkboğa Emekli Öğretmen
Melike Aygün Emekli Öğretmen
İbrahim Aktaş
Şaban Buğra Kılınçarslan Öğrenci
Salih Yalçın Öğretmen
Kenan Aydoğdu Emekli
Kadir Yavuz Çevreci
Satılmış Sert
Burak Türk Öğrenci
Göksel Gökay
Onur Demircan Öğrenci
Turgay Çavga Elektronik Mühendisi
Adem Köktaş İşçi Almanya
Kemal Tuncer
Hazım Memiş Emekli Öğretmen
Mehmet Sakarya Ankara
Mehmet Ali Karaoğlu
Hasan H. Kank
Memet Şeref Şen Mühendis
Osman Yaşar Davarcı
Rasih Demirci
Merve Karagül Bankacı
Mehmet Hilmi Terzi Emekli Bürokrat
Kemal Çuhadar Emekli
Kerem Petekçi Ekonomist
M. Halistin Kukul
Bekir Paksoy
Abbasiye Şişman Eğitimci
Mehmet Emin Durmuş Serbest Meslek
Ahmet İnci Bankacı
Mehmet Kaya
Kenan Şahbaz Eğitimci/ Şair
Kutlay Varlı
Nedim Kaymakçı
Oğuzhan Bingöl Mali Müşavir
Murat Akpınar Emekli Memur
Üçler Uğurlu Dişhekimi/ İşadamı
Özdemir Bozdoğan
Ahmet Yavaş Emekli Öğretmen
Necati Beşirli
Yunus Nadi Özçelik Emekli Öğretim Üyesi
Bülent Yılmaz Finansçı
Aliseydi Yetgin Özel Güvenlik
Rıza Kırım Emekli
Ekrem Aksu Akademisyen
Gülsen Tanyıldız Mühendis
Engin Demir
Ahmet Yaşar Turan Mühendis
Aydın Parmaksızoğlu Brühl / Almanya
Ahmet Koç İşçi
Hasan Hüseyin Bindal
Murat Altıparmak Emekli Bürokrat
Aydın Özkan Emekli
Mustafa Ilgaz Konya
Önder Ergin Öğrenci
Mehmet Birer Emekli
İbrahim Etem Kahvecioğlu
Hamdi Yozgatlı Emekli Öğretmen
Seddar Büyüksarıyıldız Turist Rehberi
Yakup Seçkin
Ali Aydur
Sinan Yalçınkaya Antalya
Sedat Şanaldı Emekli Memur
Ali İloğlu Emekli
Bayram Ali Bozkurt
Sertan Başoğlu Emekli Banka Müdürü
-Nurdoğan Suat Kofoğlu
Necip Çankaya
Atalay Yağmur
Arslan Albay Emekli
Muharrem Nuri Çakar Şoför
Yusuf Elvan
Oğuz Akçay
Dilaver Kurt Ankara
Süleyman Demirel
Hasan Çekiç
Hakkı Yücel
Ertem Ömer
Mustafa Nevruz Sinaci Ekspert, Gazeteci, Araştırmacı-Yazar
Ulusal Haber Gazetesi ve Ulusal Ajans Genel Yayın Yönetmeni
Seydi Çevik
Bekir Yavuz Kaya Antalya
Hakim Boz Serbest Meslek
Fatih Akgören
Şenol Deniz
Aşır Işlak Emekli Memur
Kazım Singil İnşaat Mühendisi
Şaban Tokat
Adem Akbulut
Fikri Özgür Türk
Süleyman Aydın Ankara
Metin Savaş Yazar
Metin Genç Emekli Eğitimci Ankara
Ahmet Çetin Ertürk Ankara
Ahmet Hafi Topaldemir
İlham Tağıyev
Rahmi Bulut Ankara
Rahmi Erçetin Emekli Eskişehir
Bayram Önemli Londra
Muharrem Çamcı
Gürsel Ergan
Fatih Oğhan İzmir
Fatih Mehmet Yiğit
Ahmet Nuzumlalı Konya
Nizamettin Kurt
Olcay Kılıç
İskender Ağaoğlu Öğrenci İstanbul
Yusuf Hoşfikirer
Hüseyin Tamer Kayseri
Onur Muntazam Öğrenci Kayseri
Nazmiye Arıcan
Sinan Yalçınkaya
Sedat Şanaldı
Duranbey Gültekin Emekli bankacı
Mustafa Barış
Reyhan Özçiftçi
Mustafa KEPİR Muhasebe
Macit Yavas
Abdullah Karagul
Prof. Dr. Celal Tuncer
Mehmet Faik Tortop Diş Hekimi
Fakılı Emekli öğretmen.
Zülfer Keloğlu
Hakkı Göger Emekli
Yusuf Tüfekci Emekli
Aybike Güzay
Hali Demirbaș Reklamcı
Hüseyin TAVUKÇU Makina Mühendisi
Dursun Öcal Emekli
Paşa Kula Emekli Konya
Kaynak Yeniçağ: Rahim Cavadbeyli için ortak duyuru

20 Kasım 2018 Salı

Atatürk Üzerinden Kışkırtma Ve Kışkırtma Oyuncuları "Yıldıray Çiçek" (TÜRKGÜN-19 Kasım 2018 Pazartesi) -Türkiye 10 Kasım’da seri kışkırtmalara şahit oldu. Tartışmaları da hala devam ediyor. Delilerin, meczupların yaptığı kışkırtmalar akli melekeleri içine sığdırılır da, ya koskoca Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı kışkırtmayı nereye sığdıracağız?

Atatürk Üzerinden Kışkırtma Ve Kışkırtma Oyuncuları
Yıldıray Çiçek
Eposta: yildiraycicek@turkgun.com
TÜRKGÜN: 19 Kasım 2018-Pazartesi
Geçirdiğim hastalıktan dolayı yazılarıma biraz ara vermiştim.
Yeniden hepinize merhaba…
Türkiye 10 Kasım’da seri kışkırtmalara şahit oldu. Tartışmaları da hala devam ediyor. Delilerin, meczupların yaptığı kışkırtmalar akli melekeleri içine sığdırılır da, ya koskoca Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı kışkırtmayı nereye sığdıracağız?
Atatürk’ü anma ama azılı ve tescilli Atatürk düşmanıyla ölüm yıldönümünde poz ver!
Bu kışkırtma değil de nedir?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, 10 Kasım’da çok büyük bir kışkırtmaya, AKP hükümeti de onu görevden almak yerine arkasında durarak büyük bir yanlışa imza atmıştır.
AKP sözcüsü Ömer Çelik geçtiğimiz hafta akıllara ziyan şu açıklamaları yapmıştır:
“Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın takdir ettiği bir ilim adamı ve takdir ettiği bir yöneticidir.
“Bu ziyaret insani bir ziyarettir.
“Diyanet İşleri Başkanımız çalışmaları sebebiyle Fetullahçı Terör Örgütü ve PKK Terör Örgütü gibi bir takım terör örgütlerinin de hedefindedir. “
Ali Erbaş, Atatürk’ün kurduğu bir kurum olan Diyanet İşlerinde başkanlık görevinde iken Atatürk’ün ölüm yıldönümünde, O’nu Cuma hutbesinde, Diyanet’in web sayfasında, şahsına ait sosyal medya sayfalarında anmaması birileri için dert değilken, maalesef Atatürk düşmanı ağzı bozuk, seviyesiz bir adama yapılan ziyareti meşrulaştırma derdine düşmüşlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ü ölüm yıldönümünde anmak insani bir davranış değil de, ağzından ishal olmuş gibi Atatürk düşmanlığı yapan bir adamı ziyaret etmek mi insani oluyor?
FETÖ, Ali Erbaş’ı niye hedef seçsin?
Bu sorunun cevabını ben bir türlü bulamıyorum.
FETÖ’nün bir zamanlar dinler arası diyalog faaliyetlerini yürüten KADİP’in (Kültürler Arası Diyalog Platformu) yönetiminde yer almasından dolayı mı?
FETÖ darbe girişiminin beyni olan, firari Adil Öksüz’ün doktora tezi savunmasında jüri üyesi olmasından dolayı mı?
FETÖ’nün Abant toplantılarında sürekli katılımcı olmasından dolayı mı?
FETÖ mensuplarına “Gönül erleri” diye hitap etmesinden dolayı mı?
FETÖ’nün kapatılan “Kimse Yok Mu Derneği’nde” aktif bir şekilde yardım toplayan kişi olmasından dolayı mı?
Söylesene Sayın Ömer Çelik, FETÖ hangi sebepten dolayı Ali Erbaş’ı hedef seçecek?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Atatürk düşmanlığını da açık açık göstererek Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyen pkk’nın hedefi olmaktan çıkmıştır artık, değil mi Ömer Çelik?
Gerçi niçin hedef olduğunu da henüz anlayamadık!
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bizim tek andımız İstiklal Marşı’mızdır.” dedikten bir hafta sonra, Ömer Çelik’in Atatürk ve İstiklal Marşı düşmanlarının ziyaret edilmesiyle ilgili açıklamalarının her boyutu talihsizlik olmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre “tek andımız İstiklal Marşı” ise, İstiklal Marşı yazarı merhum Mehmet Akif Ersoy’a “Lan, serserinin teki, p.zev.nk “ diyen Kadir Mısıroğlu’nun ziyaretine bir devlet kurumunun başındaki kişinin gitmesine en büyük tepkiyi vermesi gereken AKP hükümeti değil mi?
Nerden bakarsan bak büyük bir tutarsızlık vardır…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 10 Kasım’da çok anlamlı “Gazi’nin mücadeleci ve kurucu vasıflarını gençlerimize ve çocuklarımıza iyi anlatmalı, onun “en büyük eserim” dediği Cumhuriyetimizi ilelebet yaşatmak ve daha ileriye taşımak için üzerimize düşen sorumlulukları hep birlikte yerine getirmeliyiz.” açıklamasını yaparken, Atatürk düşmanını ziyarete giden ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği sorumlulukları yerine getirmeyen Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’a sahip çıkılmasının mantığı nedir?
Kendisi Atatürk’ü anmayan Diyanet İşleri Başkanı, eğer hükümete haber vermeden 10 Kasım arifesinde Atatürk düşmanı birini ziyaret ettiyse bunda bilinçli bir tezgâh vardır. Yok, eğer hükümetin haberi var ve onay verdiyse, bunu da AKP’nin kendi celladına âşık psikolojiyle hareket ettiğine yoracağız.
Ali Erbaş bu sicille o koltukta artık oturamaz. Atatürk’ün kurduğu bir kurumun başında Atatürk’e saygılı olmayı bilen, sevgi besleyen biri olmalıdır. Hele hele ömrü Fethullah Gülen’in çizgisinde geçmiş birinden Diyanet İşleri Başkanı olmaz. Ali Erbaş, bu saatten sonra “Keşke Yunan galip gelseydi” diyen Kadir Mısıroğlu’nu da yanına alıp, Yunanistan’a yerleşmelidir.
AKP hükümeti de FETÖ mücadelesine gölge düşürmemeli ve Ali Erbaş’ı bir an önce o kutsal görevden almalıdır. Atatürk’e saygısızlık yapan akli dengesi yerinde olan-olmayan herkese de haddini bildirmelidir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde söylediği “Ne Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e ne de kıyafetinden dolayı vatandaşımıza hakaret edilmesine izin vermeyiz.” sözleri için, uygulama alanı ve eylemi muhataplarını beklemektedir.
Bu ülkenin, her kışkırtma peşinde koşan provokatöre çalışma alanı olmadığı gösterilmelidir.
“Milli ve yerli çizgi” Kadir Mısıroğlu gibi adamlara sahip çıkarak değil, Mustafa Kemal Atatürk’e, Mehmet Akif Ersoy’a sahip çıkarak olur.
“Tek andımız İstiklal Marşı” diyen AKP’nin sınavı bu saatten sonra başlıyor.
Ya “…Mısır’da 11 yıl kaldım fakat 11 saat daha kalsaydım artık çıldırırdım. Sana halisane bir fikrimi söyleyeyim mi? İnsanlık da Türkiye’de, milliyetçilik de Türkiye’de, Müslümanlık da Türkiye’de, hürriyetçilik de Türkiye’de. Eğer varsa Allah benim ömrümden alıp Mustafa Kemal’e versin.” Diyen merhum Mehmet Akif Ersoy’a sahip çıkacaklar…
Ya ”Bu marş bizim inkılabımızı anlatır. İnkılabımızın ruhunu anlatır. Bunu ne unutmak ne de unutturmak lazımdır. İstiklal Marşında istiklal davamızı anlatması bakımından büyük manalar vardır. Benim en beğendiğim yeri de burasıdır: “Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır Hakka tapan milletimin istiklal!” Benim bu milletten asla unutmamasını istediğim mısralar işte bunlardır. Hürriyet ve istiklal aşkı bu milletin ruhudur. Tarihe bakın. Bütün milletlerin bir esaret ve hürriyetsizlik devri geçirdikleri bir hakikattir. Bizim kahramanlarımız hürriyetini kaybedeceğini anlayınca nefsini ateşe vermiş ve küllerini bile düşmana teslim etmemiştir.” Türk budur. İstiklal Marşı’nın bu pasajı asırlar boyunca söylenmeli ve bütün yar ve ağyar anlamalıdır ki Türk’ün Mete hikayesinde olduğu gibi her şeyi hatta en mahrem hisleri bile tehlikeye girebilir, fakat hürriyeti asla… Bu pasajı her vakit tekrar ettirmek bunun için lazımdır. Bu demektir ki, efendiler, Türk’ün hürriyetine dokunulamaz.” diyen büyük önder ve komutan Mustafa Kemal Atatürk’e…
Ya da Atatürk’e ve Mehmet Akif Ersoy’a küfür ve hakaret eden Kadir Mısıroğlu gibi bir provokatöre sahip çıkacaklar.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş Atatürk düşmanı, Mehmet Akif Ersoy düşmanı, İstiklal Marşı düşmanı Kadir Mısıroğlu’na sahip çıkmış… AKP hükümeti de hem Ali Erbaş’a, hem de Kadir Mısıroğlu’na sahip çıkmış gözüküyor!
Atacağı adımlarla bu manzarayı bozacak yine AKP’nin kendisidir. Bakalım bu sınavın tam sonucu ne olacak?
Atatürk ve İstiklal Marşı bu toplumun ortak ve tartışılmaz değeridir. Bu değerleri tartıştırmak, hakaret ettirmek ve bunlara göz yummak Türk milletinin birliğine, huzuruna konulan dinamit olacaktır.
Son iki ayda, o kadar tuhaf, yanlış adımlar atılıyor ki, izahını yapmak mümkün olmuyor. Cumhur ittifakının hassasiyetini korumak, buna inanan herkes için milli vazifedir. Milliyetçi-Ülkücü bir yazar olarak, bunu hatırlatmakta bizlerin görevidir.
AKP içinde yerel seçimlere dair korku kendini her türlü boyutta gösterirken, niye toplumun değerleri ve hassasiyetleri konusunda daha dikkatli davranmazlar çok merak ediyorum. Aslında o kadar merak ettiğimiz konu var ki, zaman zaman cevaplarını arıyoruz, aramaya devam edeceğiz.

15 Kasım 2018 Perşembe

ANKARA KALESİ: "Atatürk Milliyetçiliğinde Birleşmek" Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN (Ankara Kalesi-Ankara, 14 Kasım 2018-Çarşamba)

 ANKARA KALESİ
"ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNDE BİRLEŞMEK"
Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN
Ankara, 14 Kasım 2018
Türkiye Cumhuriyeti yirminci yüzyılın başlarında kurulmuş olun bir milli devlettir. Birinci Dünya Savaşı ile beraber Osmanlı İmparatorluğunun çöküşünden sonra ortaya çıkan merkezi ülkede Türkler Misak-ı Milli sınırlarını ilan etmişler, bu sınırlar içindeki ülkede bir ulusal kurtuluş savaşı vererek kendi milli devletlerini kurmuşlardır. Bu durumu son derece normal karşılamak gerekir; çünkü Fransız Devrimi ile beraber bütün imparatorlukları dağıtan ve tarih sahnesine ulus devletleri çıkaran bu süreç ortaya çıkmıştır. Fransız Devrimi sonrasında bütün Avrupa ülkeleri birer milli devlete dönüşürken, yirminci yüzyılın başlarında da devlet yapılarının millileşmesi süreci Avrupa üzerinden dünyanın çeşitli bölgelerine yayılmıştır. Milli devletler tarih sahnesine çıkarken Türk ulusu da kendi milli devletini Türkiye Cumhuriyeti adı altında kurarak, dünya sahnesine çıkmıştır.
İmparatorluktan ulus devlete geçerken, Türklerin emperyalizme karşı vermiş olduğu ulusal kurtuluş savaşının önderi Mustafa Kemal Atatürk olduğu için, Türk milletine milli devletini kazandıran liderliği Atatürk yapmıştır. Bu nedenle, bir anlamda Türkiye Cumhuriyeti Atatürk’ün eseridir. Zaten kendisi de en büyük eseri olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni ilan etmiş ve bu eserin korunması görevini Türk ulusunun gelecekteki kuşaklarına vermiştir. Türk ulusu da, milli devletini kuran önder Atatürk’ün izinden giderek Türkiye Cumhuriyeti’ni yirmi birinci yüzyıla taşımıştır. Yeni yüzyılda yepyeni bir dünya düzeni kurulurken, dünyanın merkezi bölgesinde yer alan Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve geleceği yoğun bir tartışma ortamına sürüklenmektedir.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında milli bir devlet olarak ortaya çıktıktan sonra Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak toparlanabilmek ve temelleri sağlam atabilmek için bir süre içine kapanmış ve İkinci Dünya Savaşı tehlikesinden bu tutumla kurtulmuştur. Bütün Dünya İkinci Dünya Savaşı’nda karışırken, içe kapanan Türkiye böylesine tehlikeli bir dönemi atlatabilmiş ve varlığını korumanın ötesinde geliştirerek, soğuk savaş döneminin son yarısında bağımsız devlet kimliği ile dünya sahnesindeki konumunu koruyabilmiştir. Devleti kuran Atatürk yeni siyasal yapılanmanın hem modelini belirlemiş hem de geleceğe dönük politikasının temellerini atmıştır. Bu nedenle, Türkiye Cumhuriyeti devleti denilince akla ilk gelen Atatürk’tür; çünkü bu devlet ve siyasal rejim bütünüyle onun çizdiği doğrultuda oluşan bir modeldir. Türkiye denilince, Atatürksüz bir değerlendirme yapılamaz, yapılırsa bu Atatürk modeline ve Türkiye’nin ulusal çıkarlarına ters düşer. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün bir milli devlet yapısına sahip olduğu için Türk Anayasası’nda, devlet biçimi olan Cumhuriyet’in temel niteliklerinin en başında Atatürk Milliyetçiliği kavramı yer almaktadır. 1982 Tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın genel esaslar kısmında yer alan birinci maddede Türkiye Devleti’nin bir Cumhuriyet olduğu belirtilmektedir. İkinci maddede Cumhuriyet’in nitelikleri sayılırken, “Atatürk Milliyetçiliğine bağlı” kavramına yer verilmektedir. Bu tanımlama Anayasanın ikinci maddesine ve değiştirilemeyecek kısmına bir süs olsun diye konulmamıştır. Böylesine bir maddenin Anayasanın başlangıcında yer alması bir anlamda devletimizin dayanmış olduğu Atatürk modelinin anayasal güvence altına alınmasını sağlamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin gövdesini ve çatısını kuran TC Anayasasına göre, devletimiz Atatürk Milliyetçiliğine dayanan bir milli devlettir. Bütün milli devletler kendi milletlerinin milliyetçilik anlayışına dayanarak tarih sahnesine çıkarken, Türkiye Cumhuriyeti neden Türk milliyetçiliğine değil de Atatürk Milliyetçiliğine dayanmaktadır? Bu sorunun yanıtı, Türk Devleti’nin siyasal yapılanması ile yakından ilgilidir.
Türkler tarih sahnesine on bin yıl önce Orta Asya’da çıkmışlar ve göçebe bir toplum olarak Asya ile Avrupa kıtalarının belirli bölgelerinde yaşayarak tarihin her döneminde Türk devletleri kurmuşlardır. Bu çerçevede genel olarak Türk milliyetçiliği Türk dünyasını çağrıştırmaktadır. Bugün Türkler, Doğu Avrupa’da, Karadeniz kıyılarında, Kafkas bölgesinde, Orta Asya’da, İran’da, Anadolu’da ve Ortadoğu ülkelerinde tarihin bir uzantısı olarak yaşamaktadırlar. Bu kadar geniş bir bölgeye yayılan Türkleri esas alan genel anlamda bir Türk milliyetçiliği Misak-ı Milli sınırlarını aşacağı için ve Turancılık anlamında Türklerin geleceğe dönük bütünleşmesini gündeme getireceği için, devletimizin kurucusu Mustafa Kemal Türk milliyetçiliğini Misak-ı Milli sınırları içindeki Türkiye’nin geleceği için düşünmüştür. Birinci Dünya Savaşı sonrasında, Türk dünyası Sovyet imparatorluğunun esareti altına sürüklenirken, Anadolu ve Balkan Türklerini Atatürk, bir ulusal kurtuluş savaşı sonrasında bağımsız bir devlete doğru yönlendiriyordu. O’nun bu çabalarının başarıya ulaşması ile Türkler ilk bağımsız milli devletlerini, dünyanın merkez toprakları üzerinde ve Anadolu’yu esas alarak kuruyorlardı. Milliyetçilik cereyanları dünyanın çeşitli devletlerini milli bir yapıya dönüştürürken, Türklere de ilk milli devletlerini Anadolu toprakları üzerinde kazandırıyordu. Türkiye Cumhuriyeti batıdan kaynaklanan milli devlet döneminin bugünkü örneklerinden biridir ve bu yapısı ile Atatürk’ün eseridir.
Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına göre kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti Kuvayı Milliye döneminden gelme bir dayanışma içinde Türk Milletinin bütünü tarafından korunurken, daha sonraki dönemlerde demokrasiye geçilmesiyle beraber Atatürkçülerle milliyetçilerin yollarının ayrıldığı görülmüştür. Atatürk’ün izinden gidenler, O’nun ilkelerini Atatürkçülük ya da Kemalizm başlığı altında bir bütün olarak savunurken, milliyetçiler giderek Atatürk’ten uzaklaşmışlar ve Türk dünyasının etkisi altına girmişlerdir. Türk dünyasının ağırlığı dünya sahnesinde ortaya çıktıkça Türkiye’deki milliyetçi kesim, Atatürk’ün devlet modelinin dayandığı Misak-ı Milli sınırlarının dışına çıkarak Türk dünyasına hedef alan bir Türk milliyetçiliğine kaymışlardır. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Atlantik güçlerinin baskısıyla Türkiye demokrasiye girince yeni dönemde milliyetçilik Atatürk’ün partisinin dışına çıkmış ve ayrı bir parti olarak örgütlenmiştir. Milliyetçiliğin dincilikle beraber ayrı partiler halinde örgütlenmesi ile beraber, Türkiye’de amerikan modeli iki partili sistem değil ama merkez sağ ve merkez sol partilerle beraber milliyetçi ve de dinci parti örgütlenmeleri gündeme gelmiş ve Türk siyaset sahnesi dört partili bir yapıya oturmuştur. Dört partili yapıda milliyetçilik ayrı bir parti çatısı altında örgütlenirken, Atatürk’ün partisinin milliyetçilik ilkesi geride kalmış ve Türkiye’deki gayrimüslim unsurların etkisiyle, Atatürk’ün partisi milliyetçi bir parti olmanın ötesinde laikliği savunan laikçi bir parti konumuna sürüklenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti bir milli devlet olarak tarih sahnesine çıkarken, imparatorluğun son dönemi olan İkinci Meşrutiyet yıllarında kurulan Türk ocaklarının önde gelen bir rolü vardır. İmparatorluktan milli devlete geçilirken, daha önceleri Genç Osmanlıların oluşturamadıkları Osmanlı milletini Türk ocaklarının öncülüğünde önceleri İttihatçılar, daha sonraları da Kemalistler, yeni dönemde Türk Milleti olarak tarih sahnesine çıkarabilmişlerdir. Ulusal kurtuluş savaşını yaparken, milli devleti kurarken ve daha sonraları da Türkiye Cumhuriyeti’ni korurken beraberce hareket eden milliyetçiler, Atatürkçüler ya da Kemalistlerin yolu, demokrasiye geçilmesiyle beraber ayrılmış ve soğuk savaş döneminin koşulları ile de bu ayrılık giderek kemikleşmiştir. Milliyetçilik Atatürk’ün dışında örgütlenirken, Türk dünyasını esas alarak yeni bir tür Turancılığa yönelirken, Atatürkçüler de Mustafa Kemal’in en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Misak-ı Milli sınırları içinde korunmasına ve o dönemde kurulmuş olan ilk ve tek bağımsız Türk devleti’nin ayakta kalabilmesi için mücadele vermişlerdir. Atatürk sonrasında, tek parti döneminde, koruyucu politikanın öne geçtiği ve bu nedenle içe kapanarak hızlı bir gelişme ve kalkınma seferberliğine kalkışıldığı görülmektedir.
Yirminci yüzyılın ikinci yarısında, Atatürk’ün partisi Avrupa Birliği’ne yönelirken milliyetçilikten biraz uzaklaşmış ve Hıristiyan Avrupa nedeniyle laiklik ilkesine daha çok önem verir bir duruma gelmiştir. Milliyetçi kesim ise, Avrupa Birliği’ne mesafeli olarak, Türk milliyetçiliği anlayışını Türk dünyası merkezli yürütmüştür. O dönemde sosyalist sistem Sovyetler Birliği’nde egemen olduğu için Türk milliyetçiliği daha çok sol ve sosyalizm düşmanlığı çizgisinde gelişmiş ve bu nedenle de soğuk savaş dönemi koşullarında Türkiye’yi bir iç savaşa sürükleyen sol-sağ çatışmasında sağ kesimin militan çizgisini oluşturmuştur. Türkiye’nin NATO’ya girmesiyle beraber milliyetçilik anlayışı bir Sovyetler Birliği karşıtlığına dönüşmüş ve böylece aslında antiemperyalist çizgide olması gereken Türk milliyetçiliği anti sovyetizm doğrultusuna kaymıştır. Milliyetçiler antiemperyalizmi bırakıp antisol bir çizgide ilerlerken, Atatürkçüler de Atatürk’ün partisinin Avrupacı çizgiye kayması nedeniyle, milliyetçi çizgiden uzaklaşarak laik ve batıcı bir anlayışa yönelmişlerdir. Milliyetçilerin karşı politikalara yönelmeleri, Atatürk’ün eseri olan Cumhuriyet7e sahip çıkma çizgisinden uzaklaşmalarına neden olmuştur. Benzeri bir biçimde Atatürk’ün partisi de Avrupacı ve batıcı bir çizgiye kayarken milliyetçiliği unutmuş, Hıristiyan batıya hoş görünmek için Türkiye’deki gayrimüslimlerin öncülüğünde laikliği öne çıkarmıştır.
Atatürkçüler Avrupa batıcılığı yüzünden laikliğe kayarak milliyetçilikten uzaklaşırken, milliyetçi kesim de Türk dünyasına yönelerek Atatürk’ten kopmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında antiemperyalist çizgide dışa karşı beraber olan bu iki kesim sonraki dönemlerde demokrasicilik oynarken birbirlerinden uzaklaşmışlar ve zaman zaman da emperyalist kışkırtmalar sonucunda karşı karşıya gelmişlerdir. Soğuk savaşın son dönemlerinde Türkiye bir terör kışkırtmasıyla iç savaşa sürüklenirken Türk milliyetçileri sola karşı ülkücülük adı altında savaşmışlar, bütün solu karşılarına alırken, merkez solda yer alan Atatürk’ün partisi ile Atatürkçü kesimleri de karşılarına almışlardır. Türkiye’yi her on yılda bir askeri yönetimlere sürükleyen anarşi ve terör dönemlerinde Atatürkçü ve milliyetçiler karşı kamplarda yer almışlar ve emperyal kışkırtmalarla birbirleriyle savaşmak zorunda kalmışlardır. Bu durum Türk devletinin içerden parçalanmasına giden yolu açmıştır. Devleti kuran ve koruması gereken bu iki çizginin birbirine karşı bir noktaya gelmeleri, Türk devletinin yıkılmasına giden yolun başlangıcı olmuştur. Kargaşa ortamında Atatürkçüler ile milliyetçiler karşı karşıya gelirken, atı alan emperyalizm Üsküdar’ı geçmiştir. Türk devletinin iki sağlam unsuru birbiriyle çekişme noktasına geldiğinde, emperyalizm Türkiye’yi içerden ele geçirme şansını elde edebilmiştir.
SSCB’nin dağılmasından sonra komünizm tehlikesi ortadan kalkınca gerçek tehlikenin emperyalizm olduğu ortaya çıkmıştır. Milliyetçiler ülkücülük akımı çerçevesinde sol düşmanlığı yaparken emperyalizm karşıtlığını unutmuşlardı. En büyük emperyalist olan Avrupa ve Amerika’ya karşı değil ama sola ve SSCB’ye karşı mücadele ediyorlardı. Atatürkçüler ise Atatürk’ün ulusal sol anlayışı çerçevesinde daha dengeli hareket ediyorlar ama onlar da Avrupa süreci içerisinde milliyetçilikten uzaklaşarak batıcılığa kayıyorlardı. İki kutuplu dünya çöküp küreselleşme dönemine geçilince, tek ortak tehlikenin emperyalizm olduğu kesinlik kazanmıştır. İşte bu aşamada bütün dünyadaki milli devletlerle beraber bir milli devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nde aynı noktaya gelerek gerçek tehlikenin emperyalizm olduğu konusunda düşünce birliğine varılmıştır. Finanskapital’in öncülüğünde bir küresel sermaye imparatorluğu isteyen patronlar kulübü sosyalist sistemden sonra ulus devletleri de tasfiye etmek isteyince, dünyanın her köşesinde yer alan ulus devletler kendilerini korumaya başlamışlardır. Türkiye Cumhuriyeti de ulusal refleksleri ile kendilerini koruma noktasına gelince milliyetçi parti ile Atatürkçü gelenekten gelen bir başka parti Türkiye’de koalisyon yapabilmişlerdir.
Bugünkü aşamada, küreselleşmenin on beşinci yılı tamamlanırken AB sürecinde Türk Devletinin yarısı tasfiye edilmiştir. Anadolu ve Balkanlar’da yer alan Türkiye Cumhuriyeti artık merkezi bir devlet olmaktan çıkarılmakta, ulusal sınırlar içinde Türk ulusu olarak yaşayan Türk halkı Kopenhag kriterleri ile hızla alt kimlikli bir yapıya dönüştürülmek istenmektedir. Ulusal kurtuluş savaşı vererek tarih sahnesine çıkan Türk milleti ile birlikte Türk devleti de bu coğrafyadan silinmek istenmektedir. Yeniden Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki duruma dönülmüştür. Bu aşamada, imparatorluktan ulus devlete gidişi sağlayan ve ulusal kurtuluş savaşını beraberce vererek milli bir devlet kuran Atatürkçülerle milliyetçilerin, çatısı altında yaşadıkları milli devletlerini korumak ve ayakta tutabilmek için bir araya gelmeleri zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır. Henüz yürürlükte olan TC Anayasasında belirtildiği gibi devletimizin temel özelliği olan Atatürk milliyetçiliği anlayışı çerçevesinde bir an önce Atatürkçülerle milliyetçilerin bir araya gelmeleri gerekmektedir. Bu coğrafyada Türkiye Cumhuriyeti’nin başka türlü yaşama şansı kalmamıştır. Atatürk’ün partisi ile milliyetçi parti anayasadaki Atatürk milliyetçiliği ilkesinde bir araya gelerek Türkiye Cumhuriyeti devletini onararak ve bu bölgedeki emperyalist planlara karşı koruyacak bir milli koalisyonu bu yıl içinde yapılacak genel seçimlerde Türk milletinin önüne ulusal bir alternatif olarak koymaları gerekmektedir. Türk milletinin bu iki büyük partiyi Türkiye’nin geleceği için ortak hareket etmeye zorlamasında ulusal çıkarlar açısından yaşamsal önem vardır.

10 Kasım 2018 Cumartesi

İngiliz dönemindeki dini haklarımız … "Prof. Dr. Ata ATUN" - Nüfusumuzun, Maronitler, Ermeniler ve Latinler’in toplamından daha fazla olmasına rağmen, onlar Hristiyan oldukları için bizlerden daha avantajlı konumdaydılar. Adanın kralı İngilizlerdi. Herşey onlar için mubahtı.

İngiliz dönemindeki dini haklarımız
Kıbrıs adası, 1878 – 1960 yılları arasında 82 yıl İngiliz idaresi altında kaldı.
Bizler Kıbrıslı Türkler İngiliz Sömürge dönemi yılları içinde dördüncü sınıf vatandaştık.
İngilizler birinci sınıf, Rumlar ikinci sınıf, Maronitler, Ermeniler ve Latinler üçüncü sınıf, biz ise en sonda idik.

Nüfusumuzun, Maronitler, Ermeniler ve Latinler’in toplamından daha fazla olmasına rağmen, onlar Hristiyan oldukları için bizlerden daha avantajlı konumdaydılar.

Adanın kralı İngilizlerdi. 
Herşey onlar için mubahtı.
İngiliz ordusunda görevli bir İngiliz Çavuş, sömürge yönetiminde, devlet dairesindeki en yüksek mevkideki Kıbrıslı Rum, Türk, Maronit, Ermeni veya Latin bir memura emir verme yetkisine sahipti. Ve bu memurun da bu emri yerine getirmemek gibi bir lüksü yoktu. Ya emri yerine getirirdi, ya da kovulurdu. Yerli devlet memurlarının hiçbir iş güvencesi olmadığından işlerine son verilmeleri İngiliz amirlerinin iki dudağı arasındaydı. “You are dismissed” dendiğinde, pılısını pırtısını toplar daireden çıkar giderdi.

İngilizlerin katı bir devlet yönetimi vardı ve suç işleyeni asla affetmezlerdi. Suçun büyüklüğüne oranla cezası da büyürdü. Trafik suçu dışında suç işleyen kişiler adeta aforoz edilirlerdi. Bırakın devlet memuru olmayı, yarı zamanlı veya sözleşmeli dahi devlette istihdam edilemezler, hazineden hiçbir koşulda ve gerekçe ile maaş veya ödenek alma hakkına sahip olamazlardı. Muhtar azalığı adaylığına bile başvuramazlardı suç işleyenler. İngiliz Yönetimine başkaldıranlar cezalarını aileleri ile birlikte çekerlerdi. Bütün taşınır mal ve mülkleri yasal yollardan, vergiler konarak, cezalar kesilerek ve benzeri uygulamalar ile ellerinden alınır, yok edilirdi. Bu uygulama çok gaddarca olmasına kıyasla adada suç işleme yüzdeliğini de neredeyse sıfıra indirmişti. Hiç kimsenin haddine değildi suç işlemek.

Özel yaşamda çok etkili bir şekilde hissedilen İngiliz idaresinin demir yumruğu, dini inanış ve yaşamda alabildiğine özgürdü.

Adada yaşamlarını sürdüren İngilizlerin, Rumların, Türklerin, Maronitlerin, Ermenilerin ve Latinlerin dini inanış ve ritüelleri birbirinden farklıydı. Türklerin dışındakilerin tümünün Hıristiyan olmalarına karşın hepsinin dini inanışlarında ve ayinlerinde gözle görülebilen farklılıklar bulunmaktaydı.
Ortodoks olan Rumlar, başları sıkışınca yardımı “Kudretli İsa”dan (Panaiya) veya da her konunun kendine özgü koruyucusu olan “Aziz”lerinden isterlerdi. Yüzlerce Azizleri vardı Rumların ve “Allah”a çok başvurmaz, yalvarmazlardı. Boyunlarında haçları da hiçbir zaman eksik olmazdı. Rumlar, Maronitler, Ermeniler ve Latinler dış görünüş olarak birbirlerine çok benzemelerine rağmen benim için onları ayırabilmenin en kolay yolu, boyunlarındaki haça bakmaktı. Haç varsa Rum’du, yoksa ve Rumca konuşuyorsa, azınlıklardan biriydi.

Anglikan olan İngilizler’in Rumlara kıyasla dini inanışları ve ayinleri biraz daha basit düzeyde idi. Boynunda göze batacak şekilde haç taşıyan bir İngiliz gördüğümü pek hatırlamıyorum.

İngiliz Sömürge İdaresi biz Kıbrıslı Türklere Türk bayrağını kullanmak ve İstiklal marşını okuma yasağını getirmiş olmasına rağmen, okullarımızda dinimizin ders olarak okutulması ve öğretilmesi ile her Cuma günü öğleyin zoraki olarak camiye giderek topluca Cuma namazı kılmamızı eğitim müfredatı içine koymuştu. O dönem Türklük olgusunu yok etme düşüncesinden olsa gerek dini farklılığımız ön plana çıkarmışlar, Türk Lisesinin adını İslam Lisesi koymuşlardı.

Cuma günleri, öğlen ezanı okunmadan yarım saat önce ders biterdi. Topluca bahçedeki musluklarda abdestimizi alır ve ikişerli sıraya dizilirdik. Sonra da “sol-sağ, sol-sağ” hep birlikte camiye yürüyerek giderdik. Bazılarımız camide tekrar abdest alırdı. Topluca camiye girer, namazımızı kılar, Cuma hutbesini dinler, sonra tekrar topluca Cuma namazını kılar ve okula yürüyerek, geri dönerdik.

Din derslerimizde de gerekli olan tüm dualar okutulur, öğretilir ve içerikleri açıklanır, gerekli dini bilgiler verilirdi. Bu uygulama Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde de, soykırıma uğradığımız 1963-1974 yılları arasında, İngiliz döneminde olduğu yoğunlukta olmasa da devam etti.
Diyeceğim o dur ki, okullarda öğrencilere namaz kılmanın öğretilmesi yeni ve Türkiye’nin empoze ettiği bir olay değil. Biz Kıbrıs Türkleri çocukluğumuzda aynı müfredatı aldık, dini bilgilerimizin çoğu okullarda verildi.

Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN
Akademisyen, Kıbrıs İlim Üniversitesi
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı
e-mail: ataatun@gmail.com (Kişisel) veya ataatun@csu.edu.tr (Akademik)
http://www.ataatun.org Facebook: AtaAtun1

2 Kasım 2018 Cuma

Prof. Dr. Anıl Çeçen "CUMHURİYETİ DEMOKRASİ İLE TAMAMLAMAK" Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN-Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı & CUMHURİYETÇİ DEMOKRATLAR (Cumhuriyetçi Demokrat Parti Kuruluş Hareketi Müteşebbisleri)

YAZILARI "OKUYAMIYORSANIZ" LÜTFEN ÜZERLERİNE TIK'LAYINIZ 

















BİR YORUM; KATKI VE ANALİZ:

dilipak (Abdurrahman DİLİPAK)
1 Kasım Per 17:41 (20 saat önce)
Alıcı: ben

Slm,
Gönderiniz için teşekkür ederim.
Bunları bana Word ya da PDF olarak gönderebilir misiniz?
Sanırım kavramsal anlamda Akşin ve Kili’nin açıklamalarında sorunlar var.
Mesela “Cumhuriyet”, “Çoğunlukçuluk” demektir. Cumhur Çoğunluk demektir. Burada çoğunluk Halk çoğunluğunu temsil eden “Ulus”a gönderme vardır. D”emos Kratos” Halk iktidarı derken, burada çoğunluk değil, çoğulculuk sözkonusudur.
“Demokratik Cumhuriyet” de ise, teorik olarak ve felsefi anlamda, “çoğunluğun dominant / ana belirleyici unsur olmakla birlikte, halkın diğer kesimlerinin hak ve hukuklarını koruyan, katılımcı, çoğulcu ve şeffaf, insan haklarına dayalı, hukukun üstünlüğünü esas alan bir düzen” öngörülür. Buradaki esas unsur “Farklıklara rağmen, adalet üzere, barış içinde bir arada yaşama iradesi”dir.
Maalesef, memleketin en “aydın” isimleri bile, konuyu etimolojik ve ansiklopedik düzeyde bile tartışamıyoruz. Asıl sorun da burada.
Örnekler de, sağlıklı değil, kurgulanmış komplolar üzerinden yapılan tanımlar çok da gerçekçi değildir.
Tek bir Cumhuriyet, tek bir Demokrasi, tek bir Liberal düşünce tipi yoktur. Etikette ne yazdığı değil, teori, pratik ve neticede ne olduğuna bakmak gerek. İşin etik ve estetik yanı ve değişen şartlara uyum performansı ve kendini yenileme dinamikleri açısından oportünizme kaymayan bir pragmatik yanının da olması gerek.
Tarikatlerin ne olduğu konusunda da ön yargılı bir bakış var. Pratik gerçekler yanında, tarihi arka planı da görmek gerek. Mesela batıda Tarikatler çok daha etkili ve belirleyicidir. Masonluk da sonuçta kendi içindeki fraksiyonlarla tarikate benzer. Cizvitler, angilikanlar, protestanlar, tapınakçılar, evengalikler, onlarca tarikat sayabiliriz. Mormonlar vs
Gördüğüm kadarı ile bu arkadaşlar, Fransadaki Laisizmi, Almanyadaki Sekülarismus’u da çok iyi incelememişler.
Selamlar
Dilipak

***
Anıl Çeçen-Cumhuriyeti Demokrasi İle Tamamlamak-Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN-Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı & Sina Akşin-Demokrasi mi Cumhuriyet mi-Prof. Dr. Sina AKŞİN-Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi & Suna Kili-Cumhuriyet ve Demokrasi-Prof. Dr. Suna KİLİ-Boğaziçi Üniversitesi-cumhuriyetçi demokratlar hareketi-cumhuriyetçi demokrat parti kuruluş hareketi-yeni oluşum-yeni parti-ulusal haber gazetesi-ulusal ajans,

Prof. Dr. Sina Akşin "Demokrasi mi? Cumhuriyet mi?" Prof. Dr. Sina AKŞİN-Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi ((Cumhuriyetçi Demokratlar "Cumhuriyetçi Demokrat Parti Kurulu" Hareketi, 01 Kasım 2018-Ankara)

Prof. Dr. Suna Kili "Cumhuriyet ve Demokrasi" Prof. Dr. Suna KİLİ-Boğaziçi Üniversitesi (Cumhuriyetçi Demokratlar "Cumhuriyetçi Demokrat Parti Kurulu" Hareketi, 01 Kasım 2018-Ankara

Anıl Çeçen-Cumhuriyeti Demokrasi İle Tamamlamak-Prof. Dr. Anıl ÇEÇEN-Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Genel Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı Başkanı & Sina Akşin-Demokrasi mi Cumhuriyet mi-Prof. Dr. Sina AKŞİN-Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi & Suna Kili-Cumhuriyet ve Demokrasi-Prof. Dr. Suna KİLİ-Boğaziçi Üniversitesi-cumhuriyetçi demokratlar hareketi-cumhuriyetçi demokrat parti kuruluş hareketi-yeni oluşum-yeni parti-ulusal haber gazetesi-ulusal haber-ulusal ajans,