22 Eylül 2015 Salı

NET HATA NOKSAN-HAYALET PARA; Avukat Erdem AKYÜZ

NET HATA NOKSAN-HAYALET PARA
Avukat Erdem AKYÜZ 
“Net hata noksan” yani İngilizce adı ile “Net errors and omissions”
Ne İngilizcesi, ne Türkçe’si bize bir şey ifade etmiyor.
Bana göre; hukukta, ekonomide, siyasette ve kamu yönetiminde mahsus böyle yapıyorlar ki kimse bir şey anlamadan yutturup gitsinler diye.
Ve öyle de oluyor.
Netice ve özet olarak, net hata noksan “nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan” para imiş.
Millet “kara para” diyor da, bana göre “hayalet para”.
ŞÖYLE DÜŞÜNELİM:
Her bireyin ve her ailenin bir gelir gider hesabı vardır. Ay sonunda oturulur ve hesap yapılır. Aile bireylerinin gelirleri alt alta yazılır toplanır. Sonra giderler düşünülür, alt alta yazarak toplanır. Böylece o ay içinde, insanların ne kadar para kazandığı ve ne kadar harcadığı görülür.
Bu hesap genellikle “-” eksi bakıye verir.
İnsanlar borca girmiştir. Kredi kartlarıyla harcamalar yapılmıştır ama ödenmemiştir. Yapılması gereken bir sürü iş, alınması gereken bir sürü şey vardır ama alınamamıştır.
Biraz tartışma ile aile bireyleri suratları asık bir şekilde yatmaya giderler.
Pek az olarak da, bazı aylarda, gelir; giderden fazla gözükür. Yani ellerinde para olacaktır ama bu para bulunamaz. Hatırlanmayan yerlere harcanmıştır. Aile bireyleri gene biraz tartışırlar, sonra unuturlar.
Pek ender olarak da, artan para ortadadır. Yani keyifleri yerindedir ama bu paranın harcanacağı kırk türlü yer bulunur. Hesap gene tutmaz.
Devletin hesabı da böyledir.
Şu farkla ki; devletin hesabı senelerden beri, nereden geldiği, ne olduğu bilinmeyen miktarda fazla vermektedir. Hem de öyle, üç beş kuruş değil; milyar dolarlar.
Üç, dört seneden beri artarak yükseliş gösteren bu giriş, şimdiye kadar Türkiye Cumhuriyetinde görülmeyen bir seviyeye yani “rekor’a” yükselmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) 2015 yılı Temmuz ayına ilişkin ödemeler dengesini açıkladı. Yılın ilk altı ayında Türkiye’ye 9 milyar dolar kaynağı belli olmayan nakit girişi (Net hata noksan) olmuş.
“Böyle hataya can kurban” diyeceksiniz ama durum öyle değil.
BİR BAŞKA HESAP
Deminki aile hesabına dönelim ve biraz değişik bir gözle bakalım:
Ay sonunda aile bireyleri oturur, gelir gider hesaplarını yaparlar. Bakarlar ki, büyük harcamalar yapılmıştır. Gene de ortada fazladan para vardır. Gelirleri bu kadar değildir. Gelirlerinden fazla para harcamışlardır. Gene de ellerinde çok fazla para vardır. Ekonomik tabiri ile ortada tam bir “Net hata noksan” söz konusudur. Bu para nereden geldi diye birbirlerinin yüzlerine bakarlar. Koca, biraz sıkılarak, biraz da övünerek “Geçen ay büyük bir ihale yapmıştık, ihaleyi alan firma ‘şey yaptı’ da” der. Paranın kaynağı bulunmuş, insanlar rahatlamıştır. Şimdi bu parayla gidilecek yerler, alınacak yerler düşünülür.
Bir ay sonra tekrar hesaba oturulur. Gene fazla para çıkmıştır. Herkes döner ve aile reisi kocaya bakar. Baba bu defa, ellerini çaresiz bir şekilde açar. Birbirlerine bakarlar. Anne biraz mahcup, sıkılarak söz alır : “Geçen ay biriyle tanıştık ‘şey oldu’ da” der.
SÖZÜM MECLİSDEN DIŞARI…
İşte net para girişi, böyle bir net noksan neticesi oluşur.
İşin şaşılacak bir diğer yönü de; bu net hataya sebep olanların halen görevde ve başda olmalarıdır.
Net hata noksan hesabının “pozitif” olması, ülkeye hangi kalemler aracılığı ile ne olduğu bilinmeyen bir döviz girişini gösterir.
Net hata noksan kaleminin “negatif” olması ise hangi kalemler ile ve ne olduğu bilinmeyen bir döviz çıkışını gösterir.
Bu “net girişin” bir de “net çıkışı” olacaktır. Zira para babaları; satın aldıkları yerde, bütün değerleri tükettikleri ve ortada satın alacak bir şey kalmayınca bavullarını toplar giderler.
Bir gün, bir sabah, kalkmışsınız bakmışsınız ki ortada yalnızca “şey” kalmış.
*** 
Av.A.Erdem Akyüz

21 Eylül 2015 Pazartesi

BOP (büyük orta doğu) & BİP (büyük israil projesi) MEVZUATININ ASLI, ESASI, HEDEFİ VE GERÇEK AMACI; Prof. Dr. ANIL ÇEÇEN

KÜRDİSTAN, 
"İSRAİL İÇİN"
KURULUYOR
PROF. DR. ANIL ÇEÇEN 
Türkiye Cumhuriyeti her gün adım adım bir Kürdistan macerasına doğru sürüklenmektedir. Son dönemde birbiri ardı sıra gündeme gelen siyasal gelişmeler bir bütünsellik içerisinde ele alındığında Türkiye’nin hızlı bir biçimde Kürdistan’ın kuruluşuna doğru iteklendiği görülmektedir. Siyasal gelişmeler ile beraber ekonomik girişimler, askeri ve güvenlik gibi alanlarda yeni ortaya çıkan durumların tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin karşısına Kuzey Irak üzerinden Kürdistan devletinin oluşumunu dayatmaktadır. Süper güç olarak geçen yüzyıldan gelen Amerika Birleşik Devleti ordularının, on bin kilometre öteden gelerek Orta Doğu’nun merkezi ülkelerinden birisi olan Irak’ı işgal etmesi ve bu doğrultuda diğer komşu ülkeleri hedef alması ile başlayan yeni süreçte, bütün Orta Doğu bölgesinin haritasının yeniden çizilmek istenmektedir. Bu istek; geçmişten gelen harita doğrultusunda var olan devletlerin sınırlarının kabul edilmek istenmediği anlamını taşımaktadır. Irak macerası sonrasında başta İran olmak üzere bütün bölge devletlerinin hedef tahtasına oturtulması, ekonomik gelişmelerin bu doğrultuda yönlendirilmesi, terörün komşu devletler üzerinden bölgeye yayılmak istenmesi, yeni bir Orta Doğu yaratma doğrultusunda ciddi bir planın olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Büyük İsrail adı verilen Siyonist plan
Büyük İsrail adı verilen Siyonist plan doğrultusunda olaylar yönlendirilirken, bir bölge ülkesi olarak Türkiye Cumhuriyetinde iç politika bu emperyal plana kilitlenmiştir. Yirminci yüzyılın başlarında büyük bir hesaplaşmaya girişen büyük dünya devletleri merkezi alandaki Osmanlı devletinin topraklarını paylaşma yarışına girdikleri aşamada, Rusya’da gerçekleştirilen sosyalist devrim, olayların akışını değiştirmiş, yıkılan Osmanlı toprakları üzerinden Kafkasya ve Hazar bölgesine girme kavgası veren Avrupa ülkelerinin önüne koskoca bir Sovyetler Birliği çıkartılarak, Avrupa’nın büyük emperyal devletlerinin önü kesilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İsrail devleti kurulamayınca, devreye İkinci Dünya Savaşının girdiğini ve bu iki büyük felaket sonrasında ikibin yıllık bir maceradan sonra Yahudi devletinin kurulabildiği görülmüştür. İsviçre’nin Basel kentinde toplanan ilk Siyonist kongrede alınan kararlar doğrultusunda elli yıl sonra Yahudi devleti kurulabilmiş, ne var ki soğuk savaşın sonrasına rastlayan yüzüncü yılda Büyük İsrail devleti kurulamamıştır. İki bin yılına girerken Büyük İsrail İmparatorluğunun merkezi coğrafya topraklarında kurulabilmesi için dünya olayları yönlendirilmeğe çalışılmış ama evdeki hesaplar çarşıya uymayınca Siyonist planlar yatmıştır.
İki bin yılına gelindiğinde
İki bin yılına gelindiğinde, ABD’deki Siyonist lobiler tarafından ayarlanan küresel emperyalizm saldırısı, 11 Eylül olayları ile canlandırılmış ve bu olayların intikamını almak ya da suçlularını cezalandırmak görünümü altında Orta Doğu ve Orta Asya bölgelerine askeri saldırılar ve işgaller yönlendirilmiştir. İsrail için en büyük Arap tehlikesi olan Irak devletinin ülkesine atom bombası yalanları ile girilmesinden sonra, Büyük İsrail projesinin üçüncü adımı olarak Irak’ın kuzey bölgesinde bir kukla Kürt devleti ABD ve İsrail ordularının ve de şirketlerinin destekleriyle gündeme getirilmiştir. Siyonist kongre sonrasında ilk adım olarak dünyanın çeşitli ülkelerinde yaşayan Yahudiler Birinci Dünya Savaşı öncesinde İngiliz dominyonu olan Kıbrıs üzerinden Filistin’e taşınmışlar ama Büyük Britanya İmparatorluğunun karşı çıkması nedeniyle İsrail devleti kurulamamıştır. Balfor deklarasyonu ile Yahudilerin devlet kurma hakkını görünüşte tanıyan Britanya yönetimi, İmparatorluk çıkarları nedeniyle bu devlete izin vermeyince, Siyonist lobiler Amerika’ya„

2 Eylül 2015 Çarşamba

TUZ KOKARSA NE OLACAK?.. Nevzat Laleli, Mak. Müh. – Yazar

TUZ KOKARSA NE OLACAK
                                                                   Nevzat Laleli
   Mak. Müh. – Yazar
Güncel olaylar yazı serisi...
            Tuz, kokma ihtimali olan bütün yiyecek maddelerini koruyan ve saklayan bir maddedir. 
            Hiç olmayacak bir şeydir ama besinlerin kokmasını önleyen bu madde kokarsa, artık yapacak bir şey yoktur.
            SARI BASIN KARTI!..
            Bu girizgâhı Devletin Basın mensuplarına verdiği ve genellikle “Sarı Basın kartı” olarak isimlendirilen ve sizin bir basın mensubu olarak birçok yere girmenizi ve haber almanızı sağlayan bir kart için yapıyorum.
            Devletin basın konularını takip eden Başbakanlığa bağlı “Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü” adında bir birimi var. Bu Genel Müdürlüğün de “Basın kartları dairesi” bulunmaktadır. Bu dairenin, bir basın mensubuna basın kartı verebilmesi için yönetmelik gereği bir komisyonunun (Basın kartları komisyonunun) onayı olması gerekir.
Genel Müdürlük Başbakanlığa bağlı olması ve her an siyasi davranması ihtimaline karşılık, bu komisyonda TGC (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti) ile TGS (Türkiye Gazeteciler Sendikası) üye bulundururlar. Hem de bunlar, komisyon kararlarını kendi istedikleri istikamete yönlendirebilecek çoğunluğa sahip idiler.
Şimdi Genel Müdürlüğün tüzükte yaptığı bir değişikle, Basın kartları komisyonuna Televizyon sahiplerinden de temsilci alma yolunu açtı. Ama bu uygulama, Gazeteciler cemiyeti ile sendikasının komisyonda ki üye sayısını azalttı. Böylece de komisyonda söz haklarını yitirmiş oluyorlar.
Ortalık birbirine giriyor. Bunlar basın mensubu olduklarından ve ellerinde hatırı sayılır medya gurubu var. Haberler, yorumlar, açık oturumlar hep bu konu üzerine yoğunlaşıyor. Dün (30.08.2015) bir gazetenin haberin de; “TGC ve TGS, Basın kartları komisyonundan çekildi” diye resimli bir haber yer aldı.
KOMİSYONUN MARİFETLERİ
Ben 1969 da İstanbul’da münteşir (yayınlanan) Bizim Anadolu Gazetesinin Ankara büro elamanı ve muhabiri olarak çalışmalara başladım. Şu anda da aynı gazetede ve onun internet sitesinde yazılarım yayınlanmaktadır.
1971-72 yılları arasında Halide Nusret Zorlutuna’nin kızı Emine Işınsu Okçu’nu yayınladığı Ayşe Dergisi ile Mekin Samancı’nın yayınladığı Defne edebiyat dergilerinin idare amirliğini ve yazarlığını yaptım. Galip Erdem ve Arif Nihat Asya ile birlikte çalıştım.
Bu arada değişik gazetelere yazı da yazıyordum.
1992 yılı Mart ayında ilk sayısı çıkardığım “Gençlik dergisi” ile çocuk dergisi “Kıvılcım dergisini” yayınlamaya başladım. Bu dergilerin sahipliğini ve yazarlığını yaptım.
Bir taraftan da bu dergileri bünyesinde yayınladığı MGV A.Ş. nin yönetim kurulu başkanlığı ile Genel Müdürlüğünü yapmaktaydım. Aynı anda Milli gençlik Vakfı Genel Başkanlığı yapmakta olduğum da sizlerin malumudur. Bu dergilerin aylık tirajı 20.000 + 20.000 = 40.000 lere ulaştı.
Bu arada Basın kartı alabileceğim, bunun için gerekli şartları sağladığım arkadaşlarım tarafından bana söylenince 14.07.1993 tarih ve 7569 alındı numarası ile Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğüne bir dosya ile başvurdum.
Dosyam Genel Müdürlük yetkililerince incelendi. Genel Müdürlük, bekleme süresi ile ilgili hiçbir sorun olmadığı halde eksik evrak varsa tamamlanması isteniyor, ben onu tamamlıyorum. Dosyam Basın Kartları Komisyonuna havale ediliyordu.
Ben de kendi kendime diyorum ki, “Genel Müdürlük incelemesini geçince, komisyonda nasıl olsa Basın Mensupları üyeleri var, kendileri gibi basın mensuplarını korurlar, oradan haydi haydi geçer.” Ama dosyam komisyonda bir türlü kabul görmüyor ve her seferinde bir yazı ile “basın kartı talebimin reddedildiği” bildiriliyordu.
Basın kartları komisyonu da her an toplanmıyor. Zannederim üç ayda bir toplanıyor. Bir dilekçe ve Basın Kartları Beyannamesi ile yeniden başvuruyorum. Gene reddediliyor.
Bu reddedilişin sebebi nedir diye o zaman TGS Başkanı Nazmi Bilgin’i ziyaret ettim ve kendisiyle tanıştıktan sonra, “Basın kart talebimin reddedilmesinin sebebi nedir?” dedim. O bana sadece; “Uygun görülmemiştir” cevabını verdi. Uygun görülmeyişinin sebebini açıklamadı. Ben kendisine;
Nazmi Bey, siz Erzurumlu imişsiniz. Yani bir Anadolu çocuğusunuz. Ben de bir Anadolu çocuğuyum. Basın Yayın Genel Müdürlüğü dosyamı size gönderirken inceliyor ve komisyon huzuruna eksiği olmayan bir dosya olarak sunuyor. Eğer dosyada bir eksik olsa, onlar size bu dosyayı sunmazlar. Ama siz komisyon olarak her başvurumu reddediyorsunuz. Bu yaptığınız siyasi tarafgirliktir.  Benim Milli Gençlik Vakfı genel Başkanı olmamı, red sebebi sayıyorsunuz ve tabii partizanlık yapıyorsunuz, dedim.
Güya basın mensuplarının haklarını korumak adına komisyonda yer alan ve söz sahibi olanların, ne kadar küçük düşündüklerini ve kendi fikirlerinde olamayanları nasıl diskalifiye ettiklerini üzülerek gördüm. Ve bu olaylar karşısında, inancımızdan gelen bir davranışla adaletle davranabilen tek fikir sahiplerinin bizler olduğu bir kere daha tespit ettim.