28 Ekim 2015 Çarşamba

Gazetecilik ve resmi yalanlar

Gazetecilik ve resmi yalanlar
Ben Bradlee (Illüstrasyon: Jason Mecier (Bill O’Leary’nin fotoğrafından ilhamla)
CEMAL TUNÇDEMİR
27 Ekim 2015

‘’Gazeteci vicdanlı ve adil olarak gerçeği yazdığı sürece bu gerçeğin ortaya çıkmasının sonuçlarını düşünmek onun işi değildir. Hiçbir gerçek bir ülkeye uzun vadede yalanın verdiği zararı veremez. Gerçek, insanı özgür kılar.’’ – Ben Bradlee
Hükümetin, Watergate skandalını, ‘ulusal güvenlik’ kapsamına alarak olayı kamuoyunun gözünden uzaklaştırmaya çalıştığı günlerde, 30 Mayıs 1973 günü böyle yazmıştı. Washington Post gazetesinin efsane yayın yönetmeni Ben Bradlee geçen yıl bu hafta hayatını kaybetmişti. 1971 yılında New York Times’a destek olarak Vietnam Savaşında Amerikan kamuoyundan saklanan gerçeklerin yer aldığı ‘Pentagon Belgelerini’ yayınlama cesareti sergiledi. Nixon yönetimine karşı girdikleri hukuk savaşını kazandı. Sonrasında Watergate iş hanına girmeye çalışırken yakalanan 5 kişinin basit hırsızlar değil, Nixon yönetiminin handa bulunan Demokrat Parti genel merkezine dinleyici yerlleştiren adamları olduğunu ortaya çıkaran haberciliğiyle basın tarihine geçti. Watergate Skandalının peşini yönetimin tüm baskı ve tehditlerine rağmen iki yıl boyunca bırakmadı. Nixon, iki yıl sonra yolun sonuna geldiğini anladı ve 1974’te ABD tarihinin istifa eden ilk başkanı olmak zorunda kaldı. Nixon yönetiminden 40 üst düzey isim, yasaları çiğneyen faaliyetleri ve usulsüzlükleri nedeniyle hapse girdi.
Ben Bradlee, 1968 yılında başladığı Washington Post yayın yönetmenliğini 1991 yılına kadar sürdürdü ve o yıl emekliye ayrıldı. Meslek hayatında da emeklilik hayatında da en fazla kafa yorduğu konu ‘resmi yalanlar’ ve bunlarla mücadele yolları oldu. 7 Ocak 1997 günü California Üniversitesinde bu konuda yaptığı konuşmadan bir özeti bu saygın gazetecinin ölümünün birinci yıldönümünde bir anma olarak paylaşıyorum:
‘’Günümüzde çok sayıda yalan ve çarpıtma var. Devlette, hükümette, medyada, sporda, her yerde… Kimsenin duyduğu bir şeyin ilk duyduğu haline inanamayacağı bir noktaya geldik. Benim için bu şüphe Vietnam Savaşı ile, yani hükümetin sonradan yanlış olduğu ortaya çıkacak politikasını halk gözünde meşrulaştırması gerektiğini düşünmesiyle, başladı. Toplumu bir arada tutan kurumların bütün birleştirici dikişlerinin attığı karşı-kültür günlerinde derinleşti. Devlet, kilise, okullar, üniversiteler, aile, ilişkiler, iş dünyası her yerde barbarlar kapıdaydı.
Vietnam’a bir bakalım. Ve onun gerçeği söyleme alışkanlığına ve erdemine verdiği zarara.. Mücadele söylemine kapılan politikacılara, resmi yalanlar sarmalında bıraktığı medyaya verdiği zararlara bir bakalım. Sadece, kimsenin baştan sona okumadığı Pentagon Belgelerinin derinliklerinde kalmış bir olayı örnek vereyim…
1963 Aralık ayının son günleri veya 1964 Ocak ayının ilk günleriydi. Kariyer basamaklarında hızla yükselerek Savunma Bakanı olan Robert McNamara, Vietnam’da savaş alanlarında birkaç gün geçirdi, generalleri dinledi. Dönüş yolunda, Saygon Havaalanında düzenlediği basın toplantısında, gördükleri ve dinlediklerinin kendisini çok cesaretlendirdiğini söyledi. Dikkat çekici ilerlemeler söz konusuydu. Güney Vietnam Ordusu çok daha büyük sorumluluklar alabilir hale gelmiş, Amerikan askerine duyulan ihtiyacı azaltmıştı. Lanet bir ‘tünelin sonundaki ışık göründü’ konuşmasıydı. McNamara, ABD’ye indiği ertesi gün Andrews Hava Üssünde bir basın toplantısı daha yaptı ve Saygon’daki açıklamaları tekrarladı. Birazdan Beyaz Saray’a gidip Başkana da bu ilerlemeleri anlatacağını söyledi. Daha sonra helikoptere binerek Beyaz Saray bahçesine indi ve içeri girdi. Ve o andan sonra, McNamara’nın Başkan Johnson’a ne anlattığını kimse öğrenemedi.
Ancak merak edenler için o gün Başkana ne anlattığı Pentagon Belgelerinde kayıtlı. Yedi yıl sonra (1971’de New York Times Pentagon Belgelerini yayınladığında) ortaya çıktı ki, McNamara helikopterden inip Başkanın makamına çıkmış ve ona doğruca, Vietnam’da herşeyin Amerika için bir cehenneme dönüşmekte olduğunu söylemişti. (Vietnam komutanı general William) Westmoreland bir kaç yüzbin asker daha gönderilmesini isteyecekti ve McNamara da bu talebi destekliyordu.
Sadece bir an için, Amerikalıların 1964 yılında, liderlerinin savaşın bir bataklığa dönüşeceğini hissetmeye başladıklarını bildiğini düşünün. Sonraki 7 yıl boyunca ölecek binlerce Amerikalının ve onbinlerce Asyalının hayatı kurtarılabilirdi. Ülke, liderlerine güven duygusunu hiç yitirmeyebilirdi. Çünkü, ülke, gerçekler ortaya çıkınca öğrendi ki çok güvendiği liderleri kendisine aslında yıllar boyunca yalan söylüyordu. Ve ben bunun farkına varmanın bu ülkede birşeylerin temelden değişmesinin başlangıcı olarak görüyorum. Başkomutan onlara ne derse desin, artık önemi yok, gerçeği öğrendiler. Artık kimsenin yapabileceği birşey yoktu, halk öğrendi.
Amerika, liderlerine inancını kaybetmeye başladı. Eğer, gazeteler, niçin Pentagon Belgelerine yayın yasağı girişimine böyle büyük bir reaksiyon gösterdi diye merak eden varsa, Pentagon Belgelerinde yer alan bütün o bilgilerdi sebep. İçindeki gerçekler akıl alır gibi değildi. Buna rağmen başkan Richard Nixon, Amerikan cumhuriyetinin tarihinde ilk kez Yüksek Mahkemeye başvurarak iki gazetenin bu belgeleri yayınlamasına yayın yasağı getirmek istedi. Şimdi 18 yıl sonra, dikkat edin 18 yıl sonra, Harvard Hukuk Fakültesinin dekanı Erwin Griswold, Washington Post’a yazdığı yazıda, Pentagon Belgelerinin yayınlanmasının ulusal güvenliğe hiçbir şekilde, hiçbir zaman bir tehdit oluşturmadığını kaydetti.
Sadece bir an için düşünün. Gazetelerin, yayın yasağı koymak isteyen yönetime karşı hukuk savaşında harcamak zorunda kaldıkları birkaç milyon doların hiç önemi yok. Kendi ülkeniz tarafından, ‘vatana ihanet’le suçlanmanın ne demek olduğunu bilemezsiniz. Başlangıçta bizi duruşma salonuna bile almıyorlardı. Çünkü hükümetin kendini savunurken hakime açıklayacağı devlet sırlarını öğrenme yetkimiz yokmuş. Sonradan duruşma salonuna alındığımızda ise iki tarafın birbirini duyamayacağı bir cam duvarla ikiye ayrılmıştı. Ve dahası bu cam duvar siyah perdeyle kapatıldı. Siyah perde! Bunun nedenini sorduğumuzda yanıta inanamadık. Allahsız komünistler, devlet adına konuşacakların, tanıkların dudaklarını okuyabilirmiş.
Bu çok ölçüsüz bir rezaletti. Dava, esasında, kimin suçlu olduğuna değil kimin haklı olduğuna bakan bir hukuk davasıydı. Ancak eğer bu hukuk davasını kaybederseniz hakkınızda ceza davası açılacağı kesindi. Ve eğer o davada da kaybederseniz, şirketiniz bütün gazetelerinizi ve televizyonlarını kaybedecekti. Çünkü yasalara göre kriminal suç kaydı olan biri gazete ve televizyon sahibi olamazdı.
Ancak işte bu ortamda beni rahatlatan an, hakimin, hükümet adına orada olan Savunma Bakan yardımcısına dönüp, ‘’Lafı uzatmayalım, esasa gelelim. Eğer Washington Post bunu yayınlarsa, Pentagon Belgelerindeki hangi somut bilgi ABD’nin ulusal güvenliğini en fazla tehlikeye atıyor?’’ diye sorması oldu.
Bakan Yardımcısının yüzü kireç gibi oldu. Çünkü Pentagon Belgelerini okumamıştı bile. Birkaç dakika müsaade istedi. Onun iddia ekibiyle beraber kafa kafaya verip telaşlı şekilde konuştuklarını görebiliyorduk. Savunma tarafında ise biz, çoğu muhabirlerden oluşan dokuz kişiydik. Yanımızda birkaç belge getirmiştik. Bekledik, bekledik, bekledik… Derken Bakan Yardımcısı hazır olduğunu söyledi ve kürsüye geri döndü. Katip soruyu tekrar okudu. Bakan Yardımcısı da ‘Operation Marigold’ yanıtı verdi. ‘Operation’ ile başlayan bir şeyin ‘ulusal güvenlik’ konusu olacağı düşüncesiyle hepimiz bu sözcüğü duyduğumuzda bir an için endişe yaşadık. Pentagon muhabirimiz George Wilson, duruşmanın bize de açık olan kısmının kayıtlarını hızla taramaya başladı. Sonunda ‘Marigold Operasyonu’na ilişkin bir atıf buldu. (Bilmeyenleriniz için bu Lyndon Johnson’ın 1966’da Ho Chi Minh’e Polonyalı diplomatları göndererek Vietnam Savaşını uzlaşmayla sona erdirme yolu aradığı gizli bir girişimin adı). Oysa bu girişimden sadece bir hafta sonra Life dergisi İngiltere Başbakanı Harold Wilson’un ‘Operation Marigold’u deşifre eden bir yazısına yer vermişti. Yani bakan yardımcısının iddiası son derece saçmaydı.
En iyi gazeteler bile, kamu yöneticilerinin stratejik bir edayla yalan söylemeleri karşısında doğru tavır takınmayı asla beceremedi. Örneğin, hiçbir editör, Nixon’un Watergate skandalı ilk patladığındaki ilk yorumunu şu şekilde vermeye cesaret edemezdi: ‘’Başkan Nixon, dün akşam televizyonda yaptığı açıklamada, Watergate işhanına gizlice girerken yakalanan kişilerle ilgili olayın bir ulusal güvenlik konusu olduğunu söyledi. Bu nedenle de bu tuhaf hırsızlık girişimi hakkında yorum yapamayacağını belirtti. Ama bunların tamamı yalan!’’
Haberi bu şekilde vermeye cesaret edemezdik. Ancak söyledikleri tastamam yalandı. Dahası, Nixon’ın gerçek olmayan ifadelerini olduğu gibi vererek, bir yalanı yayınlayarak öyle veya böyle suça ortak olduk. Bu arada bu tür şeylere ‘gerçek dışı’ denilmesinden nefret ediyorum. Bunlara ‘yalan’ denir. Ancak en gözüpek editoryal ekip bile, bu resmi açıklamayı, yukarıdaki örnekteki sertlik ve çeviklikte yansıtamaz.
Beklemek zorundayız. Yalanın yalan olduğunu ispat edecek yollar bulmak için araştırırız. Ve bu süreçte bunun yalan olduğuna inanmayan veya inanmak istemeyenlerle aramıza mesafe girer.
(…)
Medya, gerçeği ne kadar sıkı şekilde araştırırsa, o kadar fazla insanı rahatsız eder. Gerçeği araştırdığımız konular ne kadar karmaşıklaşırsa ve gerçeği arama yolları ne kadar dallanıp budaklanırsa, gerçeği arayışımız da o derece şiddetini artırmalı. Saldırgan mı görünürüz? Bırakın öyle görünsün.
Hatırlayın, Walter Lippman yıllar önce demokraside, gerçeğin, nadiren hemen ortaya çıkabileceğini yazmıştı. Demokraside gerçek yavaş yavaş ortaya çıkar. Bazen yıllar bile alır. Bu sistemin çalışma ve kendini daha da güçlendirme yoludur.
Ben kendi deneyimimden biliyorum ki gerçekler ortaya muhakkak çıkıyor. Bazen hiç çıkmayacakmış gibi görünse bile yine de çıkıyor. Ve bu süreçte medyanın bir anlık rehavetinin demokrasiye maliyeti çok büyük olur.”

22 Ekim 2015 Perşembe

Kenan Kıran: Türkiye Nereye Gidiyor? (Necati ÇAVDAR)

Türkiye Nereye Gidiyor?
Konuşmacı: Gazeteci-Yazar, Kenan Kıran & Nakleden: Yazar, Necati ÇAVDAR
SERVER VAKFI  Çarşamba Sohbetleri  programına katılan Gazeteci – Yazar Kenan Kıran  “Türkiye Nereye Gidiyor?” başlığı altında  içerde ve dışarıda yaşanan gelişmeler konusunda  fikirlerini anlattı.
SERVER Vakfı Başkan Vekili av Mehmet Ali Bulut’un yönetiminde yapılan toplantıda da  “Türkiye, farklı bakış açılarına mensup terör örgütlerinin ilk kez birlikte AK  Parti’ye karşı mücadele vermesini yaşayarak seçime gidiyor” diyen Kenan Kıran, konuşmasını şöyle  sürdürdü:
Türkiye; PKK, DAİŞ, DHC üç terör örgütü ve “Paralel Yapı” ile mücadele ederek seçimlere gidiyor.
7 Haziran Seçimleri ardından Ekrem Dumanlı ve Nazlı Ilıcak;  Samanyolu tv de “AK Parti dışında bir hükümet kurulmalı” diyerek AK Partinin yönetim dışında kalması gerektiğini savundular.
Üst akıl; AK Parti dışında CHP- MHP- HDP’nin koalisyonunu olsun diyerek seçim istemedi.
MHP, daha seçim biter bitmez yeni seçim isteyerek üstakılın öngördüğü CHP – MHP  - DHP koalisyonunda yer almayacağını açıkladı. Fakat daha sonraki gelişmelerde MHP, yeni seçime de karşı çıktı.
… İlk kez terör örgütleri bir partiye  - AK Partiye-  karşı birlikte mücadele ediyorlar.
… Rusya, Suriye’ ye girdi.
Suriye’de fiilen sınırlar değişti. Bu ortamda seçimlere giriyoruz.
Seçimlerde vatandaş, terör örgütü PKK’nın kanlı eylemlerini onaylamayarak HDP verilen emanet oylar geri döner ise AK Parti iktidar olur.
Başkanlık sitemine karşı blok var. Başkanlık sistemiyle büyük savaş var. Üst akıl bunu istemiyor.
…  Seçim sonucunda eğer AK Parti – CHP koalisyon kurarsa, Başkanlık Sistemi olmaz
…   DAİŞ, en iyi PİAR çalışması yapan ve 100 ülkede etkili olan bir örgüt.
DAİŞ, 25 yıldır Suriye’de.
 DAİŞ, Suriye’ye girince rejim askerlerinin Şii unsurları silahlarını da bırakarak bölgelerinden çekildi. Buralara DAİŞ yerleşti. Rejim, DAİŞ’ alan açtı.
DAİŞ de 2,5 yıldır rejimle hiç savaşmadı.
DAİŞ, Suriye de tek çatışma yaşadı. O da Kobani de yaşandı. DAİŞ orada PYD ile kavga etti.
Suriye’de devletler savaşı var.
Rusya,  DAİŞ ile değil Özgür Suriye Ordusu ismiyle teşkilatlanan rejime karşı savaşan yapıyla mücadele ediyor. Onları bombalıyor. Böylece DAİŞ,  korunuyor.
 DAİŞ ile Nursa cephesi mücadele ediyor. Ama Nursa desteklenmiyor.
ABD, DAİŞ’le mücadele etmeyip göstermelik hareket ediyor.  Hatta DAİŞ’e ABD destek veriyor.
Çünkü İŞİT, Amerikan kontrolünde bir laboratuar. 100 ülkede sempatizanı var ve sadece Müslümanlarla mücadele ediyor.
Gazeteci -Yazar: NECATİ ÇAVDAR
DAİŞ, üç beş kelle koparan örgüt olarak yansıtılıyor ama etkili olduğu yerlerde çok güzel hizmet veriyor. Suriye Rejiminin hizmet vermediği insanlara en güzel belediye hizmetini DAİŞ veriyor. Dolayısıyla etkili olduğu alanda halkın takdir ve desteğini alarak kurtarıcı olarak görülüyor.
… Gezi olayları hükümete karşı bir kalkışma idi. Paralel yapı bu kalkışmayı destekledi, kışkırtı.
Gezi olaylarını,  paralel yapıya mensup hâkim- savcılar; “darbe teşebbüsü “olarak görmediler. Gösteri yürüyüş kanunu kapsamında değerlendirdiler.
Gezi olayları sırasında Başbakanlık Ofisi işgal edilip, orada Başbakan makamına oturulup poz verilecek ve örgüt propagandasıyla hükümet düşürülecekti. İstanbul emniyetinde etkili olan yapı bunlara imkân hazırladı. Fakat botlarla denizden gelen polisler,  Başbakanlık Ofisini koruyarak darbeyi önlediler.
Gezi olayların da İstanbul emniyeti karartma yaptı.. Cemaate yakın polisler, kimi göstericilere çok sert davranarak hem kışkırtma yaptı hem de bu olaylar nedeniyle AK Parti hükümetinin suçlanması sağlandı.
Camii işgalini ve içerde içki içildiğini ilk defa cemaatin tvleri vererek halkı kışkırtmaya çalıştılar.
 Tüm bu olaylarda AKP’nin hatası, bilgi havuzunun olmayışıdır.
Oysa Ergenokan da görüldü ki paralel örgütün bilgi havuzu var ve bu havuzdan medya beslenerek olaylar yönlendirildi.
Bu sayededir ki Paralel, CHP Genel Başkanını ve MHP den 10 yöneticiyi düşürdü…

20 Ekim 2015 Salı

NASIL BİR MİLLETVEKİLİ ???, Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR

NASIL BİR MİLLETVEKİLİ ???
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
“Yöneticiler; toplumu, bilgeliğin ışığında düzenleyen kişilerdir.
Bu nedenle ya yöneticiler bilge, ya da bilgeler yönetici olmalıdır.”
EFLATUN (PLATON) (MÖ.427-347)
***
Değerli arkadaşlar,
Ne yazık ki son yıllarda siyasete ve içimizden çıkan siyasetçilere duyulan güvende azalma devam etmektedir. Bu azalmada, sade vatandaş olarak bizlerin sorumluluğu yok mu? İşte bu sorunun yanıtlanması istendiğinde özeleştiri yapmamız gerekmektedir.Çünkü Milletvekili, Belediye Başkanı ve diğer seçimler öncesi, uluslararası SİYASİ AHLAK İLKELERİNE uygun kişileri aramıyoruz. Seçimler sonrası bu ilkelere göre görev yapmalarını önermiyoruz ve onlara bu konuda yardımcı olmuyoruz. Ama en kötüsü galiba bu ilkeleri bilmiyoruz. Veya göz ardı ederek dikkate almıyoruz !!!
İstanbul MV. Algan HACALOĞU ve 11 arkadaşı tarafından, 22.12.2002 tarihinde teklif edilen SİYASİ AHLAK YASA teklifinin üzerinden yaklaşık 13 yıl geçmesine ve giderek daha da çok ihtiyaç duyulmasın rağmen, halen SİYASİ AHLAK YASASI çıkarılamadı. Özellikle siyasetçilerimize duyulan güven azalmasını önlemek için bu yasanın bir an evvel çıkarılması gerekmektedir.
Yine bir genel seçime gittiğimiz bu dönemde, SİYASİ AHLAK İLKELERİNİ halkımıza ve ilgili siyasi parti yöneticilerimize, yeniden anlatmamız ve anımsatmamız gerekmektedir. Bu ilkeler;
1- SÖZE BAĞLILIK:
            a) Milletvekili genel seçimlerinden sonra TBMM’de yapılan ilk birleşimde, seçilen Milletvekilleri, millet önünde Milletvekili Andı’nı kürsüden yüksek sesle okurlar. Milletvekillerinden bu anda parlamenter olarak uymaları beklenir. Çünkü bu anda göre;
            ÞAnayasaya sadakatten ayrılmama,
            ÞHukukun üstünlüğüne bağlı kalma,
            ÞDevletin varlığını ve bağımsızlığını koruma,
            ÞVatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruma,
            ÞDemokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkilaplarına bağlı kalma,
            ÞHerkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ayrılmama,
            ÞMilletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruma,
verdikleri bu sözlerle kendilerini, görevleri sırasında milletimize karşı bağımlı hale getirmişlerdir.
            b) Milletvekilleri seçimlerden önce kendi seçim bölgelerinde seçmene değişik konularda vaatlerde bulunur ve çeşitli sözler verirler. Milletvekili olarak seçildikten sonra da verdikleri bu sözleri tutmaları ve gereğini yerine getirme çabası içinde olmaları beklenir. Bu yüzden Milletvekillerimiz vatandaşa yerine getiremeyeceği konularda söz vermemeli, yapamayacağı konularda vaatlerde bulunmamalıdır.
            c) Milletvekilleri kendi iradeleri dışındaki nedenlerden dolayı vatandaşa verdikleri sözleri yerine getiremiyorlarsa bunun nedenlerini de halkımıza açıklamalıdırlar.
2- DOĞRULUK:
Milletvekilleri, Meclis içinde ve dışında yaptıkları tüm konuşmalarında doğruları söylemelidir. Gerçek olmayan, yalana dayalı, yanıltıcı söz ve beyanatta bulunmamalıdır.
3- DÜRÜSTLÜK:
Milletvekilleri görevlerini yaparken ortaya çıkabilecek bir çıkar çatışmasını her zaman kamu yararı doğrultusunda çözebilmeli ve bu konuda çeşitli çevrelerden baskı görse dedürüstçe bu baskıyı halkımıza anlatabilmelidir.
4- KENDİSİNİN VE YAKIN ÇEVRESİNİN ÇIKARLARINI GÖZETMEME:
Milletvekilleri, TBMM’deki Genel Kurulda, komisyonlarda veya görev aldığı diğer kurullarda karar verirken, sadece kamu yararı ve halkımızın çıkarı gözetilmelidir.Bu kararlarda kişisel çıkarları, aile veya yakın çevresinin çıkarları söz konusu olmamalıdır.
5- SORUMLULUK DUYMA:
Milletvekilleri, verdikleri kararlar ve tüm davranışlardan kişisel olarak sorumludur. Bu karar ve davranışlardan kaynaklanacak her türlü soruşturmaya daima açık olmalıdır.
6- BÜTÜNLÜK:
Milletvekilleri, görevlerini etkileyebilecek şekilde, çeşitli kişi ve kuruluşlara karşı maddi veya manevi anlamlarda herhangi bir yükümlülük üstlenmemelidir.Görevlerini tam bir özgürlük içinde yerine getirmelidir.
7- TARAFSIZLIK:
Milletvekilleri, atama, ihale veya kişileri değerlendirme gibi kamu görevlerinde bulunuyorlarsa, bu görevlerini yerine getirirken liyakat esasına göre hareket etmeli ve tarafsızlığını korumalıdır.
8- AÇIKLIK:
Milletvekilleri, verdikleri tüm karar ve faaliyetleri hakkında olabildiğince açık ve şeffaf davranmalıdır. Kendilerinden faaliyetleri hakkında bilgi isteyen vatandaşa, sivil toplum örgütlerine, basın temsilcilerine ve varsa Milletvekili izleme komitelerine karşı daima açık ve yardımcı olmalıdır.
9- LİDERLİK:
Milletvekilleri, siyasal ahlak ilkelerinin benimsenmesi için destek olmalı, bu ilkeleri güçlendirmeli ve uygulamasında iyi bir örnek oluşturmalıdır. Bu sırada topluma da etkin liderlik özellikleri sergilemelidir.
10- GÜVENİRLİK:
Milletvekilleri, her zaman TBMM’nin saygınlığını arttıracak şekilde hareket etmeli ve halkımız tarafından kendilerine duyulan inanç ve güveni sarsacak herhangi bir davranış da bulunmamalıdırlar.
11- YÜRÜTMEYE SAYGI:
Milletvekilleri, görevlerini yerine getirirken, herhangi bir çıkar veya kazanç unsurunu gözeterek hareket etmemeli ve bu doğrultuda bürokrasiye müdahalede bulunmamalıdır. Yürütme organının her kademesinde çalışan memur ve bürokrat üzerinde herhangi bir şekilde baskıya yol açacak söz ve davranışlardan kaçınmalıdır.
12- YARGIYA SAYGI:
Milletvekilleri, devam eden herhangi bir davayı etkileyebilecek söz ve davranışlardan kaçınmalı, yargı bağımsızlığını zedeleyecek davranışlarda bulunmamalıdır. Milletvekili olarak yargının görevini kolaylaştıracak her türlü yardımı sağlamalıdır.
13- ÇIKAR GRUPLARINDAN UZAK KALMA:
Milletvekilleri, herhangi bir çıkar çevresinin sözcüsü veya savunucusu olamazlar. Hatta bu şekilde algılanacak bir harekette bile bulunamazlar.
14- DEMOKRATLIK:
Milletvekilleri, her konuda demokrasi ilkelerine uygun hareket etmelidir. Kendi partisinin seçimlerinde, adayların saptanmasında ve görevleri yerine getirmeleri sırasında tarafsız olmalıdır. Her koşulda demokrasi ilkelerine göre davranmalıdır.
15- YASALARA UYMA:
Milletvekilleri, Türk vatandaşları için geçerli olan tüm yasalara uymakla yükümlü olduklarını unutmamalı ve halkımıza bu konuda da örnek olmalıdır. Kendilerine Anayasa ile belirlenen dokunulmazlık haklarını kötüye kullanmamalıdır.
16- GİZLİ BELGEDEN ÇIKAR SAĞLAMAMA:
Milletvekilleri, Meclis araştırma ve soruşturma komisyonlarındaki görevleri sırasında ve konumları nedeniyle elde ettikleri gizli bilgileri sadece görevleri ile ilgili olarak kullanmalıdır. Bu tür bilgiler asla çıkar sağlamak amacıyla kullanılmamalıdır.
17- AYRICALIKLARI İSTİSMAR ETMEME:
Milletvekilleri, kamuya hizmet amacıyla kendilerine tahsis edilmiş ödenekler, lojmanlar gibi çeşitli ayrıcalıkları asla amaçları dışında kullanmamalı ve bu tür ödenekler konusunda yürürlükte olan yasa ve kurallara kesinlikle uymalıdır.
18- BİRBİRİNE SAYGI:
Milletvekilleri, kendi aralarında karşılıklı saygı ve güvene dayanan ilişkileri geliştirmelidirler. Değişik partilere mensup Milletvekilleri Meclis çatısı altında veya dışında birbirine hakaret etmemeli, kötü söz veya fiziki müdahalede bulunmamalıdır.
19- BAĞIMSIZLIK:
Milletvekilleri, TBMM’de kendi parti grupları veya Genel Başkanlarının sözlerine göre hareket etseler de kararlarında bağımsızdırlar. Genel kurul veya komisyonlarda verecekleri oyların yönü için önceden hiç bir taahhütte bulunmamalıdır.
20- ÖDÜL KABUL ETMEME:
Milletvekilleri, herhangi bir yasanın veya önergenin Meclise sunulması, Meclis komisyonlarında görüşülen herhangi bir teklifin desteklenmesi ya da buna muhalefet edilmesi gibi faaliyetlerden ötürü herhangi bir kişi ve kuruluş tarafından verilecek parasal değeri, tazminatı veya ödülü kabul etmemelidir.
Değerli arkadaşlar,
Uluslararası SİYASİ AHLAK İLKELERİNİ halkımıza anlatmak ve tartışmak amacıyla, 1999 yılından beri İstanbul. 3. seçim bölgesi Milletvekili İzleme Komitesi (İSTMİKOM3) olarak, çeşitli ilçelerimizde NASIL BİR MİLLETVEKİLİ ve NASIL BİR BELEDİYE BAŞKANI başlıklı paneller düzenledik. Bu panellere davet ettiğimiz birçok Sivil Toplum Kuruluşunun (STK) önerisi ile yukarıdaki ilkelerin yanı sıra, ülkemiz koşulları gereği, seçilecek kişilerin;
1- MEDYA aracılığı ile her yasama yılı sonunda TOPLUMA MAL BEYANINDA bulunmasını,
2- ÇEVRE örgütlerinden EN AZ BİRİNDE görev almış olmasını,
3- YAŞAMI ile SÖYLEMİNİN UYUM içinde olmasını,
4- Bir toplumun ilerleyebilmesi için KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNİN KABUL EDİLMESİNİN BİLİNCİNDE olmasını,
5- ÜLKE ve YEREL sorunlarımızdan EN AZ BİRİSİ İÇİN, çözüm üretecek kadar UZMANLAŞMIŞ olmasını,
6- Çetelerin, Mafyaların, Holdinglerin, Tarikatların ve Aşiretlerine EMRİNDE OLMADAN görev yapmasını,
7- Okuyan, Düşünen, BİLİMDEN ve SANATTAN yana olduğunu kanıtlamış olmasını,
8- Görev yaparken DOKUNULMAZLIK ZIRHINA bürünmeyi kabul etmemesini,
9- LİDER SULTASINA karşı korkmadan fikirlerini açıklayabilmesini ve gerektiğinde İSTİFA edebilme cesaretini göstermesini,
10- Kendini seçenlere karşı her zaman HESAP VEREBİLECEK olgunlukta olmasını,
12- Güzel ülkemizin BÖLÜNMEZ BÜTÜNLÜĞÜ için her şeyi göze alabilecek kadar cesaret sahibi olmasını, istemenin ve bir seçmen olarak TÜM SEÇİLMEK İSTEYENLERDEN beklemenin en doğal hakkımız olduğu ortaya çıkmıştır.
Siyasi parti yetkililerinin NASIL BİR MİLLETVEKİLİ? sorusuna yanıt ararken, ümit ederim yukarıda sıraladığımız özellikler dikkate alınır ve ona göre önseçimler-seçimler yapılır.
Esasen aday olmak isteyenlerin de, yukarıdaki ilke ve koşulları iyi incelemesi ve BU İLKE VE KOŞULLARA BEN UYGUN MUYUM? diyerek bir öz eleştiri yapması ve de ondan sonra aday olması gerekir. Adaylar tarafından özgüven gerektiren bu eylem yapıldığında, siyasette kalitenin artacağına inancım tamdır. Aksi takdirde toplumda siyasete ve siyasetçiye duyulan güvende azalma devam edecektir.
Sevgi ve saygılarımla (20.10.2015).
Prof. Dr. Mehmet Ali KÖRPINAR
NOT:
Yaklaşık 17 yıldır her seçim döneminde sizlere sunduğum bu uyarımı yeniden anımsatmak istedim. İstanbul. 3. seçim bölgesi Milletvekili İzleme Komitesi’nin (İSTMİKOM3) Haziran-1998 den beri çeşitli etkinliklerini ve 3. bölge Milletvekillerimizin yıllık ve dönemlik meclis faaliyetlerini www.istmikom3.orgadresinden bulabilirsiniz.

16 Ekim 2015 Cuma

DİNİ MEVZUAT & İLMÎHAL; GERÇEK İNSAN VE GERÇEK MÜSLÜMAN

ELLİ AYET’E DAYALI ÖZELLİK; 
GERÇEK İNSAN VE MÜSLÜMAN KİMDİR?  
Bu yazıyı bana da gelen bir arkadaşımızın e.mailinden aldım. İçinde kendi hatalarımı da buldum ve çok üzüldüm. Nasıl telafi edebileceğimi de henüz bilmiyorum. Allah Tövbemizi kabul edip bizleri af eder inşallah. A.D.Şimşek
GERÇEK İNSAN VE MÜSLÜMAN KİMDİR?  
Derleyen ve Düzenleyen: Alâddin ULUCAK
50 ayete dayalı 50 özellik.. Bunlar Kopenhag kriterleri değil, Yaratan’ın yaratılanlara vahyettiği, elest bezminde kabul ettiğimiz kriterler.
Evet, mü’min’lerin Kur’an da geçen 50 özelliği:
1. Allah’ın adı anıldığında kalpleri ürperirler. / Enfal-2
2. Allah’a asla şirk koşmazlar. / Furkan-68
3. Namuslarını (ırzlarını) korurlar. / Furkan-68
4. (Hiçbir türlü) zinaya asla yaklaşmazlar.  / Mü’minun -5
5. Namazlarını huşu içinde ve doğru olarak kılarlar.  / Mü’minun 2,9
6. Anne ve babalarına “öf” bile demezler.  / İsra-23
7. Boş şeylerden tümüyle yüz çevirirler. / Mü’minun -3
8. Mallarıyla ve canlarıyla cihad ederler. / Tevbe-5
9. Asla zanda bulunmazlar. / Casiye -24
10. Cahillerle asla tartışmazlar. / Furkan-63
11. Kınayıcının kınamasından korkmazlar. / Maide-54
12. Asla yalan söylemezler. / Mü’minun-8
13. Emanetlerine ihanet etmezler. / Bakara-177
14. Söz verdiklerinde sözünde dururlar. / Bakara-177
15. Zekâtlarını hakkıyla verirler. / Bakara-177
16. Yetimin hakkını asla yemezler. / Nisa-2
17. Yolda kalmışlara yardım ederler. Bakara-177
18. Kafirlere karşı sert, birbirlerine karşı merhametlidir. / Fetih-29
19. İnsanların kusurlarını affederler. / Al-i İmran-135
20. Yalnızca Allah’a dayanıp güvenirler. / Tevbe-20
21. Kâfirler ile Allah yolunda savaşırlar. A.imran-28
22. Darlıkta da bollukta da infak ederler. A.İmran-133
23. Kızdıkları zaman öfkelerini yenerler. A.İmran-133
24. Başkalarının ilahlarına sövmezler. En’am-108
25. Haksız yere bir cana kıymazlar. / En’am-151
26. Allah’ın ayetlerini az bir pahaya satmazlar. / Al-i İmran-199
27. Hakkı bile bile gizlemezler. / Bakara-44
28. İnananlara ‘sen mü’min değilsin’ demezler. / Nisa-94
29. Rasullerden hiçbirini birinden ayırt etmezler. / Bakara-136
30. Yeryüzünde alçak gönüllü olarak yürürler. / Furkan-63
31. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yaparlar. / En’am-52
32. Helal ve temiz olan şeylerden yerler. / Bakara-168
33. Asla yalan şahitlik yapmazlar. / Furkan-72
34. Dillerini eğip bükerek (geveliyerek) konuşmazlar. / Nisa-135
35. İnsanlar arasında adaletle hükmederler. / En’am-151
36. Yoksulluk yüzünden evlatlarını öldürmezler. / En’am-151
37. Yeminlerini hiçbir zaman bozmazlar. / Nahl-91
38. Adaklarını yerine getirirler. / İnsan-7
39. Allah’ın ahdini yerine getirirler, anlaşmayı bozmazlar. / Ra’d-20
40. Yakınlarına (akrabalarına) yardım ederler. / Bakara-177
41. Yolda kalmışlara ve hastalara yardım ederler. / Bakara-177
42. Yoksullara ve esir düşenlere yardım ederler. / Bakara-177
43. Zorda, darda ve savaş anlarında sabrederler. / Bakara-177
44. Verilen rızıktan yerli yerince harcarlar. / Enfal-3
45. Geceleri az uyurlar. / Zariyat-17
46. O gün yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. / Fetih-29
47. İnsanlara iyiyi emreder, kötülükten de alıkorlar. / Enfal-71
48. Açıklanınca hoşlarına gitmeyecek şeyleri sormazlar. / Maide-101
49. Yapacakları işlerde kendi aralarında danışırlar. / Şûra-38
50. Gerçekten felaha kavuşanlardır. / Mü’minun-1
Rabbim bizleri bu özellikler ile mücehhez kılsın. Ahirette felaha erenlerden eylesin... Âmin...
((On Wednesday, September 23, 2015 5:29 PM, Alaaddin ULUCAK <ulucaka@ekonomi.gov.tr> wroteJ)

14 Ekim 2015 Çarşamba

UFUK 2020 ATO’DA “UFUK (HORIZON) 2020” TANITILDI

UFUK 2020 ATO’DA TANITILDI  
-80 MİLYAR AVROLUK BÜTÇESİYLE DÜNYANIN EN BÜYÜK SİVİL AR-GE PROGRAMI OLAN “UFUK (HORIZON) 2020” ATO’DA TANITILDI.
***
-YENİLİKÇİ VE PAZARA SUNULMAYA HAZIR BİR FİKRİ OLAN KOBİ’LER, AB 7. ÇERÇEVE PROGRAMININ DEVAMI OLAN UFUK 2020’YE BAŞVURABİLECEK. 
80 milyar avroluk bütçesiyle dünyanın en büyük sivil Ar-Ge programı olan “Ufuk (Horizon) 2020” Ankara Ticaret Odası (ATO) ve TÜBİTAK işbirliğiyle düzenlenen toplantıda tanıtıldı.
Avrupa Birliği 7. Çerçeve Programı’nın devamı olan ve 2014-2020 yıllarını kapsayan araştırma ve yenilik çerçeve programı Ufuk 2020’nin tanıtım toplantısı ATO Meclis Salonu’nda gerçekleştirildi. Toplantıya ATO Başkanvekili Koray Güngör Şanal, ATO Yönetim Kurulu Muhasip Üyesi Erdoğan Yıldırım, TÜBİTAK yetkilileri ve çok sayıda davetli katıldı.

-BÜYÜME İÇİN AR-GE ŞART-
“Ankara İçin Ufuk 2020 Bilgi Günü” toplantısında konuşan ATO Yönetim Kurulu Muhasip ÜyesiErdoğan Yıldırım, sürdürülebilir bir ekonomik büyüme için yenilik ve Ar-Ge’ye önem verilmesi gerektiğini söyledi. Yıldırım, Ar-Ge’ye önem veren ülkelerin bilim ve teknoloji alanında büyük ilerlemeler sağlayarak rekabet güçlerini artırdıklarını ifade etti.
Son on yıllık dönemde Türkiye ekonomisinin makroekonomik istikrarın tesisi bakımından güçlü bir performans sergilediğini kaydeden Yıldırım, bu dönemde, Ar-Ge alanında da önemli gelişmeler kaydedilmesine karşılık Türkiye’nin Ar-Ge harcamaları ve rekabetçilik açısından halen dünyada üst sıralarda yer alamadığını bildirdi. Şirketlerin varlıklarını kârlı bir biçimde sürdürebilmeleri için yeni ürün ve teknoloji geliştirmelerinin şart olduğunu vurgulayan Yıldırım, şunları söyledi:
“Gelecekte var olmak için bugünden tezi yok. Gerek devlet olarak gerek kurum olarak gerekse birey olarak Ar-Ge’ye gereken ehemmiyeti vermeliyiz. Unutmamamız gerekir ki ancak teknolojisini kendisi geliştiren ülkeler bağımsızdır. Umarım Ufuk 2020 desteklerinden özellikle Ankara’mızın değerli girişimcileri ve işletme sahipleri azami oranda faydalanır.”

-AR-GE HARCAMALARI SON 10 YILDA ARTTI-
TÜBİTAK Uluslararası İşbirliği Daire Başkanı Hakan Karataş da toplantıda, Türkiye’nin 2023 vizyonuna büyük katkı sağlaması beklenen Ufuk 2020 programı hakkında bir sunum yaptı. Türkiye’nin son 10 yılda Ar-Ge ve yeniliğe ayrılan kaynakları artırmayı başladığını söyleyenKarataş, 2003-2013 yılları arasında GSYH’dan Ar-Ge’ye ayrılan payın iki katına çıkarak 13,5 milyar dolara ulaştığını, Türkiye’nin Ar-Ge harcamalarında İsrail, Avusturya, Belçika, Finlandiya ve Meksika’yı geride bıraktığını kaydetti.

-ŞAMPİYONLAR LİGİNDE YERİNİZİ ALIN-
Karataş, TÜBİTAK olarak Ufuk 2020 programına Türkiye’den sunulan proje sayısını artırmayı ve beyin göçüne tersine çevirmeyi hedeflediklerini vurguladı. 2023 yılında gerçekleştirilen Ar-Ge harcamaları oranının üniversitelerde yüzde 42, özel sektörde ise yüzde 48 olduğunu ifade edenKarataş, özel sektörün payının gelişmiş ülkelerde yüzde 65 seviyesinde olduğuna dikkati çekti. Ufuk 2020’de özel sektör ve girişimci odaklı yeni bir yaklaşım benimsendiğini ifade eden Karataş,başvuruların üçte ikisinin özel sektör tarafından yapılmasını istediklerini söyledi. Son 3 yılda özel sektörün proje sayısının iki katına çıktığını belirten Karataş, KOBİ’lere katılım çağrısında bulunarak, “Avrupa’nın şampiyonlar ligi olan Ufuk 2020’de yerinizi almanız bizim en büyük hedefimiz” dedi.
Ufuk 2020’ye katılımın tek şartının en üz üç AB üyesi ülkeden ortak bulmak olduğunu belirtenKarataş, yenilikçi ve pazara sunulmaya yakın bir fikri olduğunu gösteren KOBİ’lerin tek başlarına da başvurabileceklerini bildirdi.

-NEWTON-KATİP ÇELEBİ FONU KOBİ’LERİ BEKLİYOR-
Karataş, TÜBİTAK’ın Ufuk 2020’ye katılımı özendirmek için başlattığı destek ve ödül programlarından da söz etti.  Almanya ve İngiltere’nin AB çerçeve programlarında en başarılı iki ülke olduğunu anlatan Karataş, bu ülkelerle ortak yürütülen proje sayısını artırmak için 2014 yılını Türk-Alman Bilim Yılı, 2015 yılını da Türk-İngiliz Bilim Yılı ilan ettiklerini söyledi. Karataş, 2018 yılı sonuna kadar İngiltere ile gerçekleştirilecek uluslararası projeleri, Newton-Katip Çelebi fonu aracılığıyla destekleyeceklerini bildirdi.
Karataş, TÜBİTAK Ulusal Koordinasyon Ofisi olarak Ufuk 2020’ye katılımı artırmak için birebir danışmanlık ve mentörlük, ortak bulmada aracılık ve proje yönetiminde destek verdiklerini, ayrıca ödül ve teşvik programları bulunduğunu da sözlerine ekledi.

 -AVRUPA TRAVMAYA GİRDİ-
Egemen olduğu mobil teknolojiler pazarını kaybeden Avrupa’nın bir travma içine girdiğini söyleyen Karataş, “Avrupa’nın ortalama nüfus yaşı 45 olduğu için mobil teknolojiler alanında çevik davranamadı. Ortalama nüfus yaşı 28 olan Türkiye, Avrupa’nın bu travmadan çıkmasını sağlayabilecek en güçlü ve en önemli partnerdir” diye konuştu.
Sunumun ardından katılımcılar Ankara’nın güçlü ve eksik yönlerini ortaya koymak ve pazar analizi yapmak için dört gruba ayrılarak ortak akıl toplantıları gerçekleştirdiler.  

6 Ekim 2015 Salı

Eşit vatandaşlık-tam demokrasi!, Sadi SOMUNCUOĞLU & Milli Düşünce Merkezi

Eşit vatandaşlık-tam demokrasi!
Sadi SOMUNCUOĞLU
Türkiye Milli Düşünce Merkezi Başkanı
Seçim bildirgesi ile CHP, bölücü terör örgütünün isyanına "Kürt sorunu" adını vermekte ve "çözümün eşit yurttaşlık ve tam demokraside" olduğunu savunmaktadır.
Bildirgede şu görüşlere yer verilmektedir; "Cumhuriyet tarihinin en önemli sorunlarının başında gelen Kürt sorunu, bir demokrasi eksikliği sorunu olarak anlaşılmalıdır. Sorunun çözümü için de esas olan daha fazla özgürlük, demokrasi ve hukuk devleti anlayışıdır... Kürt sorununun salt bir güvenlik sorunu olarak görülmesi, yurttaşlarımızın insani ve demokratik taleplerinin geri çevrilmesine yol açmıştır. Güvenlikçi bakış açısından kaynaklanan yanlış uygulamalar, demokratik muhalefetin sindirilmesine ve yurttaşlarımızın önemli bir bölümünü mağdur eden ve aidiyet duygularını zedeleyen baskılara yol açmıştır... Günümüzde herkesin canını yakan, binlerce insanımızın hayatına mal olan bir şiddet ve terör ortamı yaşanmaktadır..."
Buradaki çarpıtılan kavramlara geçmeden önce, CHP siyasetinin kendisini meşru Devletimiz ile bölücü terör arasında nereye yerleştirdiğine işaret etmek isteriz. Bildirgenin tamamında "Türk" adı (Resmi isimlendirmelerin dışında) bir defa olsun geçmezken, "Kürt" adı pek çok defa tekrarlanmaktadır.
Yine, "Kürt sorununun çözümü için tam demokrasi ve eşit vatandaşlık"bölümünde ise; zamanımızın en vahşi ve kanlı terör örgütlerinden olan; 30 yıldır çocuk, kadın, sivil demeden 40 binin üzerinde masum insanımızı katleden; şehirleri yakıp yıkan; demokrasi ve özgürlükleri yok ederek vatandaşlarımızı sindiren; uluslararası hukuka göre insanlığa karşı işlenen suçların 2'nci sırasında yer alan, uluslararası toplum tarafından ve ülkemizdeki pek çok yargı kararları ile terör örgütü sayılan PKK/KCK'ya, herhangi bir suçlamada bulunulmadığını üzülerek görüyoruz.
Buna karşılık bu bölümün tamamında Türkiye Cumhuriyeti'nin suçlandığına ve sorunun"baskı politikaları, yasaklar ve insan hakları ihlallerinden" kaynaklandığına dair fütursuzca iddialarda bulunulduğuna şahit oluyoruz. Adeta karşımıza, Türkiye'mizi uçurumun kenarına getiren Oslo, İmralı ve Dolmabahçe "mutabakatlarına" katıldığını ilan eden, 3'üncü bir taraf olarak taklitçi bir CHP çıkıyor.
Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir"vecizesi ile şu CHP'nin haline bakın!
Eşit vatandaşlık
Şimdi şu meşhur "eşit vatandaşlık" konusuna dönebiliriz.
Eğer bildirge, Anayasa 10. Maddedeki gibi "kanun önünde herkes ayrım gözetilmeksizin eşittir" ve 66. Maddedeki gibi "Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür" temel hükümlerini kastetseydi, mesele kalmazdı. Ayrıca "eşit vatandaşlık" demesi gerekmezdi. Ama CHP bunu kabul etmiyor.
Seçim bildirgesinde (s. 30) "Kürt yurttaşlarımız" ifadesini kullanmak suretiyle etnik bir eşitlikten bahsettiği anlaşılıyor.
Demek ki CHP; Türk Milletine mensup bireylerin ve vatandaşların kanun önünde eşitliği kavramını çarpıtarak, etnik gruplara mensup kişilerin eşitliğine dönüştürmeyi düşünmektedir. "Kürt sorunu"nun çözümü için de böyle bir etnik ayrışmayı ve"kolektif/grup kimliklerine" göre eşitliği şart olarak görmektedir.
Bu konuda, Haçlılar, PKK/KCK ve AKP muktedirleri de aynı görüşü savunduğundan, 10 yıldır bu yolda atılan adımlarla ülkemiz bugünlere getirilmiştir.
Tam demokrasi
Malum, ülkemizde çok partili demokratik sistem vardır. Ancak kalkınma, gelişme ve eğitim seviyemiz oranında. Aydınlarımızın ehliyet ve liyakati ise, belirleyici olmaktadır. Bu anlamda demokrasimizin pek çok meselesi vardır. Bilindiği gibi demokrasiler, insan temel hak ve özgürlükleriyle ilgili kavramdır ve toplumun bütünü için geçerlidir. Ancak şu veya bu kesim, şu veya bu bölge, şu veya bu etnisite gibi gruplar için demokrasi olamaz.
Ama bizde bölücü terörün etkisiyle, kişi hakları grup/etnisite haklarına dönüştürülerek demokratikleşme, etnik grupların eşitliği gibi uygulama görebilmektedir.
Böyle olunca da bölücü terör örgütü demokrasi gereğince bizden ayrı bir devlet ve toprak istemektedir. Buna göre, CHP bildirgesindeki olmazsa olmaz gibi gösterilen "tam demokrasi"den neyi anlamamız gerekiyor? "Tam demokrasi" bireyler/vatandaşlar için değil de "Kürt sorunu"nun çözümü için şart koşulduğuna göre, grup/etnisite haklarından bahsedildiği anlaşılıyor. Bu çerçevede, "yerel yönetimlerin idari ve mali özerkliklerini sınırlayan düzenlemeleri kaldıracağız. Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartı üzerindeki çekinceleri kaldıracağız" vaadi ile PKK/KCK terör örgütünün kurmakta olduğu "özyönetimin/bağımsız devletin" temellerine harç taşıyor.
Kılıçdaroğlu, "Kürt sorunu güvenlik politikalarıyla çözülmez, 30 yıllık tecrübe bunu gösterdi" diyerek, 2002'de terörün nasıl yenildiğini unutmuşa benziyor. Sonra da, sorunun "toplumsal uzlaşma ile çözüleceğini, bunun merkezinin de TBMM olduğunu" vurguluyor. Yani, Türk Milletinin egemenliğinin en yüce kurumu olan TBMM'de, bölücü terör örgütünün siyasi temsilcisi ve destekçisi gibi hareket eden AKP-CHP ile kanla, canla, ilimle irfanla kurduğumuz mübarek devletimizi ve vatanımızı nasıl bölüşeceğimizi tartışacakmışız, öyle mi?
Görülüyor ki, Türkiye'miz bir avuç çetenin eline nasıl geçmişse, Büyük Atatürk'ün kurduğu CHP'de aynı akıbete uğramış... Çok yazık!