Kerkük’e Kürt bayrağı
çekilmesinden Musul operasyonuna, İdlip’te kimyasal komplodan Türk-Rus
normalleşmesinin yara almasına, Fırat Kalkanı operasyonunun bitirilmesinden
ABD’nin füze saldırısına kadar pek çok olay, doğrudan birbiriyle ilgili. Hatta
16 Nisan’da yapılacak başkanlık referandumu bile…
MEHMET ALİ GÜLLER
Örneğin Times yazarı Roger
Boyes açık açık “Erdoğan’ın referandumu kazanması Ortadoğu için iyi olacak”
diye yazmaktadır. (Sputnik, 12 Nisan 2017) Zira Erdoğan, Trump’ın ABD
Başkanı seçilmesiyle birlikte yeninden Suriye paylaşımı için heveslenmiştir…
Bu olgular arasındaki bağı
ortaya koyabilmek için önce o olguları süreç ve aktörleri üzerinden
inceleyelim:
59 TOMAHAWK, 7 HEDEF
ABD’nin İdlip’teki (Han
Şeyhun) kimyasal komployu bahane ederek Suriye’ye yaptığı füze saldırısının
birden çok hedefi vardı. 4’ü majör, 3’ü minör olan bu hedefler özetle şunlardı:
1) Esad’ın kuzeye
taarruzunu kesmek: Rusya hava kuvvetleri destekli Suriye Ordusu son birkaç
aydır kuzeye doğru taarruz ediyor. Halep’in kurtarılması siyasi çözüm sürecinin
önünü artık tamamen açmıştı. Geriye iki yer kalıyordu: Nusra’nın hâkim olduğu
İdlip ve IŞİD’in hâkim olduğu Rakka…
İşte 5 Nisan tarihli kimyasal
komplo, tam da Suriye Ordusu’nun İdlip’i kurtarmaya yönelik hamlesi sürecinde
ortaya atıldı. Böylece Esad’ın İdlip’i kurtarmasının engellenebilmesi için
Batı’nın askeri müdahalesine gerekçe yaratılmaya çalışıldı.
2) Kantonları korumak: ABD,
bu füze saldırıyla Suriye’nin kuzeyindeki PYD kantonlarını da güvenceye almak
istedi. Kobani, Menbiç, Rimelen, Hol ve Şedadi’de kurduğu askeri üslerin
ardından daha büyüğünü Til Beder’de inşa etmeye başlayan ABD, bu sıralı üslerle
kantonlar arasında bir koruma zinciri oluşturmaya çalışıyor.
3) Siyasi çözümü engellemek
ve Rusya’yı Suriye’nin federasyonlaşmasına mecbur etmeye zorlamak:ABD Suriye’ye
ilk kez füze saldırısı yaparak siyasi çözüme giden süreci dinamitlemek istedi.
Siyasi çözüm baltalanırsa, Rusya’nın da er geç Suriye’nin paylaşımını kabul
etmek zorunda kalacağını hesaplıyor.
4) Türkiye-İran-Rusya iş
birliğini bozmak: ABD’nin bölgede en istemediği durum, Rusya, İran ve
Türkiye’nin ittifak kurmasıdır. ABD işte bu füze saldırısıyla bu iş birliğini
de hedef aldı ve müttefiki Türkiye’yi bu ittifaktan koparmaya çalıştı.
ABD Genelkurmay Başkanı Joseph
Dunford ile CIA Başkanı Mike Pompeo’nun Türkiye ziyaretiyle başlayan
süreçte zaten Erdoğan İran karşıtı bir çizgiye yerleşmeye başlamıştı!
5) Suriye hava
saldırısını İsrail saldırılarına açık hale getirmek: İsrail bir süredir
Suriye’de hava operasyonları yapıyordu. Hatta bu operasyonlardan birinde
Suriye’nin bir İsrail uçağını vurduğu da iddia edilmişti.
İsrail, Suriye’ye Atlantik
saldırısının başladığı ilk günden beri önüne Golan tepelerinin alınmasını ve
Suriye’nin bölünerek arada Dürzilerin hakim olduğu bir tampon bölgenin istemektedir.
(Golan bölgesinde bulunan petrol ve doğal gaz rezervleri de önemli bir neden
elbette.)
6) ABD’nin güç gösterisi
yapma ihtiyacı: Çok kutuplu yeni yapıda müttefiklerin gösterdiği merkez
kaç eğilimlerine karşı ABD’nin müttefiklerini kendine çekme ihtiyacı oluştu.
Örneğin Kore DHC’ye karşı “güç gösterisi” yapılamaması, ABD’nin Pasifik’teki
Japonya, Güney Kore, Filipinler gibi müttefiklerini etkiliyor. Örneğin
Suriye’ye karşı “güç gösterisi” yapılamaması, ABD’nin bölgedeki Türkiye, Suudi
Arabistan ve Katar gibi müttefiklerini etkiliyor. Müttefikler, merkez kaç
eğilimler ile başka merkezlere doğru yanaşıyor. İşte ABD Tomahawk’larla bu
merkez kaç eğilimli durdurmaya çalıştı.
7) İç politikadaki basınç: Trump
seçildiği günden beri (ki seçim sürecinde başlamıştı) Rusya’yla
irtibatlandırılmak üzerinden bir iç politik basınçla karşı karşıya. Göçmenlerle
ilgili yasası yargıdan, Obama’nın sağlık politikasını geri çekme çabası
Kongre’den dönen Trump, diğer yandan yönetimiyle partisi arasındaki
sorunlarla boğuşuyor. Trump bu süreçte yönetime aldığı kimi isimleri
de kurban vermek zorunda kaldı.
İşte bu füze
saldırısıyla Trump ABD kamuoyuna sahada Rusya’yla karşı karşıya
olduğunu göstermek ve “başkan olmak” istedi.
AKP’NİN ASTANA SÜRECİNİ
GEVŞETMESİ VE İRAN KARŞITLIĞI
Bu kimyasal komplo ve ABD’nin
füze saldırısı öncesinde Türkiye açısından bölgede çok önemli bir gelişme
yaşanmıştı. AKP Hükümeti, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’un Türkiye
ziyaretine saatler kala Fırat Kalkanı operasyonunun bitirildiğini ilan etmişti.
Diğer yandan ABD’yle Rakka
operasyonunun şartları için pazarlıklar yapılıyordu. ABD Genelkurmay BaşkanıDunford ile
CIA Başkanı Pompeo muhataplarıyla ayrıntıları masaya yatırmıştı.
Bu öylesine birbiriyle bağlı
ve iç içe geçmiş bir süreçti ki, ABD’yle pazarlıklar yapılırken, Türkiye aynı
zamanda Rusya ve İran’la iş birliğini de ağırlaştırmaya başlıyordu.
Örneğin Türk heyeti Astana-3
görüşmeleri başladığı halde ilk gün Kazakistan’a gitmiyordu. Ancak görüşmeler
başladıktan sonra ikinci gün toplantılara dahil oluyordu. Türkiye’nin tutumu
muhatapları tarafından “Astana sürecini gevşetme çabası” olarak yorumlanıyordu.
Diğer yandan Dışişleri
Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı
konuşmada fiilen Rusya’yla imzaladıkları Moskova deklarasyonunu ve Astana
anlaşmalarını yok hükmünde ilan ediyordu.Çavuşoğlu “Astana sadece ateşkese
odaklanmalıdır. Suriye’deki geçiş sürecinin ve siyasi çözümün konuşulabileceği
tek yer Cenevre’dir” diyerek ABD’nin dışarıda bırakıldığı asıl çözüm
platformunu yok sayıyordu. (Akşam, 23 Şubat 2017)
Çavuşoğlu aynı konuşmasında
Erdoğan’ın “İran, Suriye ve Irak’ı iki Şii devleti haline getirmeye çalışıyor”
şeklindeki suçlamasını anımsatarak, Tahran’ı bu eğilime son vermeye
çağırıyordu.
TÜRK-RUS NORMALLEŞMESİNE
DARBE
İşte bu süreçte başlayan
Türk-Rus normalleşmesinin ağırlaşması ve yara almaya başlaması, kimyasal komplo
ve ABD’nin füze saldırıyla zirve yapmış oldu! Sorun şu aşamada karşılıklı
tarım, ekonomi, ticaret ve turizm kartlarıyla mücadele şeklinde sürüyor.
Ancak Erdoğan’ın
kimyasal komplo sonrası ABD’yi Suriye’yi vurmaya davet eden ve “Trump’ın
açıklaması lafta kalmasın, bir Türkiye olarak, bize ne düşüyorsa, bunu yapmaya
hazırız” demesi (Sözcü, 6 Nisan 2017) ile füze saldırısı için de “olumlu ama
yeterli değil” demesi (Yeni Şafak, 7 Nisan 2017) Moskova’da büyük sıkıntı
yarattı.
Son olarak Ankara’nın “Han
Şeyhun saldırısında sarin gazı kullanıldığı kesinleşti” iddiası, Moskova’yı
artık açıktan sert eleştiriler yapmaya itti. Rusya Dışişleri Bakanlığı
sözcüsü Zaharova “Han Şeyhun’daki olayla ilgili tespitleri Türkiye değil,
Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü yapmalı” dedi! (Sputnik, 12 Nisan
2017)
Zaharova ayrıca masaya
turizm ve tarım kartlarını da koydu: “Bence Türkiye Sağlık Bakanlığı, turizm
sezonu öncesinde deniz sularının analizi, turizm bölgelerindekiler de dahil
olmak üzere gıda ürünlerinin kalite-kontrolü ile uğraşmalı.”
ERDOĞAN-BARZANİ ORTAKLIĞI VE
KERKÜK
Tüm bu gelişmelerle
bağlantılı olarak, Irak cephesinde de önemli olaylar yaşandı.
İlki Kerkük’e Kürt bölgesi
bayrağının asılmasıydı. Tam da Barzani’nin bağımsızlık referandumu kararı
aldığı,Barzani ve Talabani partilerinin referandum için ortak
komisyon kurduğu bu süreçte Kerkük’e bayrak asılması, Kerkük’ü Irak’tan
koparma hamlesiydi.
Haliyle önce Bağdat, ardından
da Tahran sert tepki gösterdi. Türkiye kamuoyu da gelişmeye tepkiliydi. Önce
mecburen Çavuşoğlu’nun Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaptı: “Kerkük’e
Irak Kürt Bölgesi Yönetimi bayrağının asılmasını doğru bulmuyoruz. Bayrak
asılması Irak anayasasına aykırıdır.” (Milliyet, 28 Mart 2017)
Ardından bu cılız tepkiyi 16
Nisan başkanlık referandumu sürecinde dengelemek üzere Erdoğan konuştu:
“Kerkük’te ikinci bir bayrağın asılmasını kesinlikle yanlış buluyorum. Irak
Bölgesel Kürt Yönetimi’ne sesleniyorum, bu yanlıştan bir an önce dönün.” (NTV,
4 Nisan 2017)
Oysa o bayrak çok değil,
Kerkük’ten bir ay önce Barzani’nin ziyareti dolayısıyla İstanbul ve
Ankara’da göndere çekilmişti! (Sözcü, 26 Şubat 2017)
Yani aslında AKP Hükümeti’nin
tepkisi salt başkanlık referandumunun gereğiydi. Kaldı ki Barzani’nin
ziyareti Bağdat’a karşı birkaç yıldır sürdürülen AKP-KDP ittifakının gereği
olarak “bağımsızlık referandumu” ve Dicle Kalkanı gündemliydi!
Evet, Barzani Erdoğan’a
Kürt oylarını kazandırmak için gelmişti ve karşılığında da “bağımsızlık
referandumu” için onay almıştı.
Ayrıca Erdoğan ve Barzani,
PKK’ye karşı da müttefikti. Barzani PKK’nin Sincar’dan çıkmasını
isteyecek,Erdoğan da Dicle Kalkanı operasyonu ile Sincar ve Kandil’e
operasyonlar yapacaktı. (PKK zaten bir süredir Kandil’i boşaltıyor ve Suriye’ye
geçiyordu. Irak Kürdistanı’nda muhalefet olmaktansa, Suriye Kürdistanı’nda
iktidar olmak kuşkusuz PKK’nin işine geliyor. Tabi bu PKK’nin Irak’ı tamamen
boşaltacağı anlamına gelmiyor. Bu arada piyonların karşılıklı konumlandığı
küçük satranç tahtasının asıl kazananı ise ABD oluyor; Washington adım adım
Kürt Koridoru’nu inşa ediyor!)
Kerkük’e Kürt bölge
bayrağının asılmasının da Ankara için bir sürpriz olmadığı ortada. Kaldı
ki Ankara, daha IŞİD’in Musul baskını sırasında peşmergenin Kerkük’ü ele
geçirmesine göz yumarak, aslında Kerkük’ün Kürt bölgesine dahil edilmesi
planına zaten onay vermişti!
Hep belirttik: Kerkük
petrolü nedeniyle Küridstan’ın kalbidir; Kerkük olmadan Barzani bağımsızlığa
gidemez!
İSTANBUL’DA IRAK’I 3’E BÖLME
TOPLANTISI
Gelelim tabloyu tamamlayan
bir diğer gelişmeye…
Aydınlık yazarı Rafet
Ballı yazdı: Mart ayının üçüncü haftasında, yani tam da Kerkük’e Kürt
bayrağı asılması sürecinde, Irak’ın sünni liderleri İstanbul’da toplanmıştı.
Kimler yoktu ki? Irak Meclis Başkanı Selim Abdullah Cuburi, Irak
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Usame Nuceyfi, Irak Başbakan Yardımcısı Salih
Mutlak, Iraklı iş adamı Şeyh Hamis Hacer, Sünni Ulema heyeti temsilcileri,
milletvekilleri…
Tabii Türk diplomatlar
da… Ama daha önemlisi toplantıda ABD’li ve Ürdünlü diplomatların da
bulunuyor olmasıydı! (Aydınlık, 11 Nisan 2017)
Açık ki bu “sünni” buluşma,
Türkiye’nin ABD isteğiyle son aylarda girdiği “şii” İran karşıtı konumunun
gereğidir ve ABD’nin baştan beri esas hedefi olan Irak’ın üçe bölünmesi
girişimiyle ilgilidir.
Zira eş zamanlı olarak
Kerkük’e Kürt bayrağı asılmakta, Barzani bağımsızlık referandumu
kararı almakta, AKP Hükümeti Kuzey Irak’a Dicle Kalkanı askerî harekâtı yapmaya
hazırlanmaktadır!
Irak’taki bu tabloyu
tamamlayan son gelişme ise Erdoğan’ın dış politika başdanışmanı İlnur
Çevik’in Celal Talabi’yi ziyaret etmesidir! (Sputnik, 12 Nisan 2017)
2 DEVLETTEN 5 DEVLETÇİK
ÇIKARMA HEDEFİ
Peki tüm bunlar ne anlama
gelmektedir?
En son “ABD’nin ‘yeni
Ortadoğu’ tezgahı” diye yazdık. (mehmetaliguller.com, 5 Ekim 2016)
1) Irak’ı fiilen Kürt ve Arap
bölgesi diye ikiye bölen ABD, Suriye’deki tabloyla paralel olarak artık Irak’ı
Kürt, Şii Arap ve Sünni Arap olarak üçe bölmeyi hedefliyor.
2) ABD ayrıca Suriye’yi de
Kürt bölgesi, Sünni Arap bölgesi, Alevi bölgesi ve Dürzi bölgesi olarak dörde
bölmeyi istiyor.
3) Irak ve Suriye’de bu
bölünmeler gerçekleştiğinde de, Irak ve Suriye’deki Sünni Arap bölgeleri ile
Kürt bölgelerini kendi aralarında birleştirmek istiyor.
Böylece iki devletin
bölünmesiyle toplam beş devletçik oluşacak!
İşte ABD “asıl hedefi olan”
bu tablo için yeniden bir atak yapmış oldu. Füze saldırısı, Barzani’nin
bağımsızlık hamlesi ve Kerkük’e Kürt bölge bayrağı asması, AKP Hükümeti’nin
Astana sürecini gevşetmesi, hatta Fırat Kalkanı’nın bitirilmek zorunda kalınmasıyla
PYD kantonlarına yeniden alan açılmış olması gibi gelişmelerin tamamı, bu
hedefle ilgilidir.
Fakat mesele şudur: ABD’nin
buna gücü var mı? Rusya ve bölge ülkeleri bu girişime karşı koymayacak mı?
KOMŞULARLA BARIŞ İÇİN
BAŞKANLIĞA HAYIR!
ABD’nin buna gücü yok ve
Rusya-İran-Suriye bloğu ABD’nin bu planının önünde kararlılıkla durmaktadır.
Fakat bu tabloya önemli
oranda etki yapacağı için bizi, asıl ülkemizin nasıl konumlanacağı
ilgilendirmektedir.
Burada da önümüzde duran en
yakın ve acil mesele, başkanlık referandumudur. Ya evet sonucuyla Erdoğan
başkan olarak Türkiye’yi ABD’nin yanında Irak ve Suriye’yi paylaşma savaşlarına
sokacak, ya da hayır sonucuyla Türkiye “komşularla iş birliğine” zorlanacak!
Kısacası, “bir oy”un dünya
açısından bu kadar değerli olduğu bir seçime gidiyoruz…
Mehmet Ali Güller
13 Nisan 2017