Prof. Dr. Tülay Özüerman
Tüm Türkiye’nin 16 Nisan’a kilitlendiği,
evet/hayır maçı (!) sonuçlandı.
Uzun soluklu iktidar odaklı fiili
yönetimin kapsama alanını anayasa ve yasaların dışına çıkarak genişlettiği; Bu
genişletilmiş alanda kendi yasalarını “fiili” olarak uygularken, baskılardan
sadece sızlanarak, eşit olmayan koşullarda yarışmayı baştan reddedemeyen
muhalefet, maçın sonunda şike yapıldı dediğinde, aldığı yanıt; ‘Atı alan
Üsküdar’ı geçti’ oldu.
Atı baştan kaptırmış ve itirazı
süreç üzerinden yapma fırsatı kaçırılmış, yaratılan sonuca itiraz
ediliyor olunca, “sonuç üzerinden” dayatılan meşruluk (!) anlayışına
dayalı iktidarın galibiyeti ilan edilmiş oldu.
Malumun ilanı da diyebilirsiniz.
“Evet” üzerine iktidar tüm devlet gücü ile
bastırdığı gibi, “hayır” iradesi üzerine de ayrıca ithamlarla baskı kurarak
süreç içinde üstünlük kurmuştu ve iktidar lehine propagandada sınır yoktu.
“Hayır” cephesinin propaganda alanı sınırlı, hatta iktidar ve yandaşlarınca kara
propagandanın hedefiydi.
Sandık sadece sonuç değildir.
Öncesi ve sonrasıdır sandığın
kaderini belirleyen. Öncesindeki yarışın adil olmadığı tartışmalarına,
sonrasında iki buçuk milyon oya tekabül ettiği söylenen mühürsüz oyların
“geçerli” olduğu açıklaması ile hakem durumundaki YSK, sandığın kaderini
yetkisinin dışına çıkarak belirlemiş oldu.
Yarıdan bir fazlasının nicelik anlamına
geldiği, oysa ülke kaderi ve kurumsal dönüşümlerin söz konusu
olduğu süreçlerde nitelikli çoğunluğun arandığı özellikle hukukçular ve
siyasetin duayenlerince bilinen gerçektir.
Şirket yönetiminden farklıdır ülke yönetimi.
Skor olarak sonuca odaklı maçlardan da farklı
olması gerekir.
Ne ki; ülke hayır ve evet olarak, cephe/kesit/kısım/taraf/yön/kanat/bölüm…..
ne derseniz ikiye ayrılıp, kimin kime gol attığı üzerinden konuştuğumuzda,
kazanan olarak ilan edilenin de kaybettiği bir sonuç ortaya çıkabiliyor.
Bu referandumun galibi yok.
Kaybeden hukuk, demokrasi,
kurumsallık adına biriktirdiklerimizle tüm toplumdur.
Adalet duygumuzun incindiği nice
durumdan sonra artık adalete ilişkin tek bir umut kırıntısının kalmadığı bir
dönemeçteyiz. Adında “adalet” sözü geçen bir partinin iktidarda olduğu
bir dönemde bunların yaşanıyor olması da ironiden de öte!…
Maçı kazanmak için, sahanın sahibinin her
türlü manevrayı çalıştırmasına futbolda şike deniliyor. Bu durumda maçın sonucu
şaibeli (HİLELİ) oluyor. Referandum için söz konusu olan ne şike, ne de şaibe;
meşruluğu tartışmalı bir sonuçla atılacak tüm adımların da meşruluk sorunu
olacak.
Meşruluğun dayanağı sandıktan bir şekilde
çıkarılan sonuç değil, kamunun vicdanıdır.
Kamu vicdanının yarısını
yaralayıp, diğer yarısı ile yola devam edildiği bir sistemde yarım kalan
iktidar toplumu bütünleştiremez. Buradan sadece meşru olmayan zora dayalı
bir sistem ortaya çıkar.
Toplumun tüm kesitleri, hatta “evet”
cephesinin hepsinin içine sinen bir sonuç yok ortada.
Mühürsüz pusula ve zarflar seçime mühür vurdu
ve bu seçim toplumun vicdanında mühürlendi. Yüksek Seçim Kurulu’nun
seçimlerin anayasa ve yasalara uygun bir şekilde yapılıp yapılmama durumunu
kontrol etmesi gerekirken, yasanın dışına çıkması; “Yandaş Seçim Kurulu”
yakıştırmalarına konu edilmesi, hepimiz için kaygı verici bir durumdur.
Kurumlar, güçlerini anayasa, yasalar, geçmişte
ve günümüzde rollerine uygun işlevleri ile yurttaşların huzur, güven, barış,
adalet gibi beklentilerini karşılamak için varlar. Başka deyişle iktidarlara göre
biçim almazlar. Hiçbir sebep, kurumların işlevlerinin çarpıtılmasını haklı
kılamaz.
YSK’nın CHP’nin mühürsüz zarfların iptali
başvurusunu reddi, her deprem sonrasında enkaz altında kalanları arayış
seslenişini anımsattı: Orada kimse var mı?
Yurttaşlar
olarak sesimizi duyuracağımız, itirazları iletebileceğimiz ve vicdanımızı
susturacak adil bir karşılık alabileceğimiz kaç kurum kaldı?
Hakemin attığı
golü yedik mi yemedik mi? tartışması ve mühürsüz pusulalarla pusulası
şaşmış vaziyetteyiz.
Gerçeğin görünür ve net olmasına karşın, haklı, doğru öne çıkamıyorsa, sebep
hukukta yaratılan boşluk, yasa marifeti ile baskılanan toplum, iktidar odaklı
yönetimdir.
İktidarın kalıcılaşması ve tekçi biçimin
yerleştirilmesi çabalarına biz yurttaşların da dâhil edilişimiz
iktidar/muhalefet zıtlaşması üzerinden ve sandıklar marifeti ile
yürütülür; biz sandıklar/tartışmalarla oyalanırken, adı artık anılmayan “çözüm
süreci” bizi de içine katarak ilerletiliyor.
Güven, huzur, barış, adalet, birlik içinde yaşayacağımız günler için çaba
gösterirken tüm bunları talep edebileceğimiz kaç kurum kaldı diye düşünmeliyiz.
Hakemler bile gol atar hale gelmişse, hem de hepimizin gözü önünde?!…
Nereye kadar seyirci kalacağız?!
Tam da ulusa egemenliğinin verildiği günün arifesinde…
Hani egemenlik devredilemez, iktidar devredilirdi?!
Nasıl iktidar devredilmez, egemenlik devredilir hale geldi?
Yine de;
Yarınlara dair umutlarımız, tüm hırpalanmalara karşın elimizde hala bizi biz
yapan Cumhuriyet değerlerimiz var.
Güzel çocuklarımızın aydınlık yüzler ve mutlu gözlerle yarına bakabileceği bir
Türkiye düşümüzden hiç vazgeçmeyeceğiz; bundan böyle daha zor olduğunu bilerek…
Egemenlikte hep birlikte açtığımız kocaman gedikle, geriye sadece çocukların
bayramı kaldı.
Bayramınız kutlu olsun çocuklar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder