PKK’I
KADIN MİLİTANLARDAN KAN DONDURAN TECAVÜZ; MEZALİM VE İŞKENCE İTİRAFLARI!...
PKK’lı
Dilaram (29), 1991’de dağa çıktı. Örgüt eylemlerinde yer aldı. Kalaşnikof’uyla,
roketatar ve el bombasıyla kaç kişi öldürdü, bilmiyor. 1996’dan itibaren Kandil
Dağı’ndaki PKK radyosunda çalıştı. 2003’te üç arkadaşıyla birlikte ölümü göze
alarak PKK’dan kaçtı. Üç yıldır Irak’ta yaşıyor. Kendisi gibi PKK’dan kaçan
kadınlara ulaşması zor olmadı.
O güne
kadar hiç konuşulmayan, üstü örtülen gerçekler, bu buluşmalar sırasında
karşılıklı itiraf edildi. PKK’dayken bire bir tanık olduğu, birinci ağızlardan
öğrendiği Abdullah Öcalan ve komutanlarının tecavüzleri ile örgüt içi infazları
yazmaya karar verdi. Anı-roman olarak yazdığı kitabın adı, “Özgürlüğe Kaçış.”
Dilaram’la Irak ’ta görüştüm. Kendisi
gibi, “örgüt bulduğu anda öldürecek” dediği 100 eski PKK’lıyla diyalog halinde
olduğunu öğrendim. Irak’ta bulunduğum beş günde 14 kadınla tanıştım,
bazılarıyla kitapta geçen olayları konuşma imkanı buldum.
İçlerinden
sadece dördü yüzlerini gizlemek kaydıyla fotoğraflarını çekmemi kabul etti.
Abdullah Öcalan’la birlikte olduğunu anlatan iki kadın da sadece konuşmayı
kabul etti. Biri Öcalan’ın dayağına ve üç kez tecavüzüne maruz kalmıştı. Diğeri
ise başkanına itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Onları
dört gün ve gece boyunca, gaz lambasının aydınlattığı soğuk bir odada sabahlara
kadar dinledim. Sokakta /_newsimages/1017084.jpgyankılanan ayak seslerinin
PKK’lıya ait olup olmadığını nasıl anladıklarına, nasıl tedirgin olduklarına
tanık oldum.
Hepsi, PKK
ve Öcalan’dan nefret ediyordu.
Bingöllü
Sorgûl’ün PKK idam mangası tarafından kurşuna dizilirken söylediği ağıdı hep
bir ağızdan ve ağlayarak söylediler. Türkiye’yi, köylerini, anne babalarını,
kendileri dağa çıktıktan sonra doğan kardeşlerini özlemişlerdi. Ama hiçbiri
itirafçı olmak istemiyordu.
Hepsi
Cumhurbaşkanı, Başbakan ve İçişleri Bakanı’ndan af bekliyordu. Hepsi Öcalan’ın
1999’da yakalanmasından sonra PKK’dan kopan 5 bin kişinin çıkacak bir af
kanunuyla Türkiye’ye döneceğine, iyi vatandaş ve iyi anne baba olacağına
inanıyordu.
Kadınların
çoğu, örgütten birlikte kaçtığı erkek arkadaşıyla evlenmişti. Çocuklarına;
Barış, Özlem, Umut adını vermişlerdi. Artık vatandaşı oldukları Irak
topraklarında hayatta kalmaya çalışıyorlardı.
Hepsinin
ortak korkusu, PKK tarafından infaz edilmekti. Hepsi kararlıydı. “Silah mı,
Kürdistan mı? Asla! Bu kadar kandırıldık, bu kadar ihanete uğradık. Bir daha
asla tetikçi olmayacağız.”
Dilaram,
PKK tarafından öldürüleceğini bile bile yazdığı kitabında geçen ve hálá sağ
olan arkadaşlarına PKK’dan bir zarar gelmesin diye kod adlarını değiştirdi.
Röportaj sırasında bana da örgütte bilinen kod adlarını değiştirerek
/_newsimages/1017085.jpgkonuştular.
Dilaram,
şu günlerde bitirmek üzere olduğu kitabını başta Kürtçe yazmaya başladı ama
sonra Türkçe devam etti. Çünkü kitap Türkiye’de yayınlansın istiyor.
Neden dağa
çıktınız?
– 1991
baharıydı. 13 yaşında, kıpır kıpırdım. Bir gün ablamla dağa pancar toplamaya
gittik. PKK’lıları ilk o zaman gördüm. Kadınlar da vardı. Önce korktum. Çünkü
köylüler onlar için dağdaki mahkumlar, diyorlardı. O an, kaderimin değişeceği
yer burası, dedim. Mutlaka onlarla olmalıydım. Tarihini okumuştum ama Kürdistan
neresi, bilmiyordum. Babam, yaşadığımız köy, derdi. PKK’lılar “Kürdistan için
savaşıyoruz. Siz niçin bize katılmıyorsunuz” dediler. Akşam dönüşte düşündüm.
Anneme, dağdaki mahkumlara katılacağımı söyledim. Sonra köye gelip bayrak
açtılar. Muhtarın evinde toplandılar. O gün kararımı verdim. Nöbetçi PKK’lıya
ben de geliyorum, dedim. Yaşın küçük, dedi. Amcamın oğlu Welad’la katıldık.
Welad sonra mayına bastı, öldü.
Aralarına
katıldığınız ilk gün neler oldu?
– Evden
gizlice kaçmıştım. Altınlarımı, en güzel, rengarenk elbiselerimi, çoraplarımı
yanıma almıştım. Bir de babamın en güzel kalemlerini, misafir odasının
duvarındaki heybeyi ve kardeşimin mekabını çalmıştım. Heybeye yiyecek
doldurmuştum. Yüküm ağırdı. Benimle alay ediyorlardı. Sarı pembeli giysilerim
kilometrelerce öteden seçiliyordu. Kamuflaj nedir bilmiyordum ki.
Alacakaranlıktan sabahın 5’ine kadar yürüdük. İkinci gün elime Kalaşnikof
verdiler. 15 gün sonra babam haber yollamış, kızımı vermezseniz sizi buralarda
barındırmam, diye. Babam zengin ve sözü geçen bir adamdı. PKK her ay babamdan
50 milyon alıyordu. Beni amcama teslim ettiler.
Ama tekrar
gitmişsiniz.
– Beyni
yıkanmış gibiydim. Babam heder olacaksın dağlarda, dedi. 15 gün sonra halamın,
amcalarımın oğullarını topladım, altı akrabamı yanıma alıp tekrar dağa gittim.
Sonraları ölen bir doktor vardı, Kendal. Başkanın Abdullah Öcalan olduğunu
söyledi. Anlattı şöyle böyle, peygamber diye. Kafamda hayal ettim Öcalan’ı.
Elini uzatsa güneşi tutabiliyordu. Ayağa kalktığında dağlar, ayaklarının
dibinde olacaktı. İlk aylarımda kafamda Apo’yu uçan mitolojik bir karakter
olarak çizdim. Mantıklı düşünecek yaşta değildim. Köyden çıkmış, ilkokul mezunu
bir kızdım. Ancak böyle hayal edebildim. 13 yıl boyunca hep önderlik gerçeğini
yani Apo’nun çocukluğunu, babasına isyanını, hayatını öğrettiler.
Abdullah
Öcalan’la karşılaştınız mı?
– Onlara
katıldığım yılın sonbaharında Bekaa Vadisi’ne eğitime gittim. Apo akademide
kalmıyordu. Evi Barliya’daydı. Merakla mitolojik kahramanı görmeyi bekledim.
Apo’yu ne kadar tanrılaştırırsam, örgüte o kadar bağlanmış olacaktım. Beni
tembihlediler. Ne kadar hakaret ederse etsin, doğrudur başkanım, diyeceksin
dediler. Bekliyordum, hayatımdaki en önemli insanı görecektim. Apo’yu görenler
bayılırmış. Ben de bayılmaktan korkuyordum. Derken elli M16’lı koruma ordusuyla
geldi. Aramızda neden korunduğunu anlayamadım. Açık havada, Bekaa’da tek sıra
halinde diziliydik. Afganistan komünistleri, Ermeniler, Avrupa’dan gelenler de
vardı. Apo’yu görünce çok şaşırdım. Hiç hayalimdeki lider tipine benzemiyordu.
İriyarılığı idare ederdi ama göbekliydi.
ÊKonuştu
mu sizinle?
– Bana ilk
söylediği, “Senin baban bir alçak, senin baban bir düşman ajanı, senin baban
bir reformist, senin evin bir düşman karakolu. Senin kafandaki düşman
karakolunu yıkacağız” oldu. Öyle bir sevindim ki. Kocaman başkan beni, ailemi
tanıyor, dedim. Eğitim bitti, Apo evine gitti. Küfürleri iltifat gibiydi. Şimdi
babam ve ailem benim için kutsal ama o zaman emir verseydi git, babanın
kafasına kurşun sık, diye, gözümü kırpmadan babamı, annemi yere sererdim. Şimdi
silahım olsa kime yönelteceğimi bilirim ama bir daha elime silah almam. Geriye
baktığımda o hayatı yaşamadım sanki. O Dilaram ben değildim.
Kaç insan
öldürdünüz?
–
Bilmiyorum.
Örgüt
içinde yargılandınız mı?
– Üç kez.
Yönetimle zıtlaştım. Üç gün sosyal tecrite alındım. Kimse benimle konuşmuyordu.
Birinde çok zorlanmıştım. 1995’ti. Yukarıdan gelen, ayrıcalıklı ve çatışmaya
hiç katılmayanlar bize iş buyurup duruyorlardı. Şunu getir, bunu taşı, diye.
Hayat çekilmez hale gelmişti. Saldırıya yazmışlardı beni Zagroslar’daki. Mektup
yazdım. Gideceğim, kafama kurşun sıkıp öleceğim, dedim. Zayıf biri değildim.
Her gün ceset görüyordum, yaralı taşıyordum. Ama bu yaşamdan kurtuluşum yoktu.
Ölmekten başka çarem yoktu. Mektubu verdiğim arkadaşım sonucu göze alamayıp
yönetime vermiş. Telsizle çağrıldık, geri dönün diye. Hemen anladım olanları.
Tabur komutanı bana hakaret etmeye başladı. 15 gün tutuklu kaldım. Kimse
konuşmuyordu benimle, yemeği ayrı yiyordum. Sonra özür dilediler, tepkili
olmayayım diye. Eski kadroların tepkisinden korkuyorlar.
Ayrılmaya
o zaman mı karar verdiniz?
– Kendimi
bir hiç olarak görüyordum. Dünyalı değildim. Ne mektup, ne haber. Ne anne, ne
baba… Kaçmayıp ne yapacaktım. Ama nereye gidecektim?
Ne zaman,
nasıl kaçtınız?
– 1996’dan
itibaren savaşa gitmedim. Şemdinli’deki yaralanmadan sonra bir yıl yatalak kaldım.
PKK doktorları altı kez ameliyat etti. Kandil’de radyoda çalıştım. 1999
Ocak’ında Ecevit’in konuşmasını duydum. Bu sırada eğitim veriyordum. Radyonun
sesini açtım. İşin ciddiyetini anladık. “Bu iş bitti” dedik. Sonra rehavet
başladı. Örgüt içi sistem, kadına yaklaşım, infazlar tartışılmaya başladı.
Bazılarına itibarları, mertebeleri iade edilmeye başladı. Bir yerlere kaçsam,
kurtulacağımı düşünmeye başladım. İki kadın, şimdiki eşim dahil iki erkek; dört
kişi kaçmaya karar verdik. 21 Nisan 2001 gecesinde İran tarafına kaçtık.
Arkamızdan atlarla geldiler ama yakalayamadılar. Gizlendiğimiz yerden gördük
onları. Dört yıldır Irak’tayız.
Günlük,
sıradan yaşama uyumda zorlandınız mı?
– Hálá tek
başıma alışverişe gidemiyorum. Yanımda kimse olmadan dışarı çıkamıyorum.
Kalabalıklarda başım dönüyor, bayılacak gibi oluyorum. Korkularımdan dolayı
herhalde.
Sizi
bulduklarında öldürürler mi?
– Onlara
karşıt bir pozisyon alırsam, konuşursam elbette.
Kitap
yazıyor, örgüt içinde olan bitenleri anlatıyorsunuz…
– Bu yazdığım
kitaptan dolayı hayatım tehlikede. Birkaç kez karşılaştım onlarla. Henüz
yazdığım kitaptan haberleri yok. Burada öldürdükleri insanlar var. İran ve
Suriye Kürtlerinden iki kişi örgütten kaçmıştı. Yedi ay önce evlerini bastılar.
Kafalarına kurşun sıkıp gittiler. Geçen yıl da PKK’dan kaçan merkez komitesi
üyesi Sipan’ı öldürdüler.
Ne
yapacaksınız?
–
Bilmiyorum. Gidip birilerinden koruma talep etmem. Irak’ın durumu malum.
Yeterince kendi güvenlik sorunu var.
Yazmamanız
için baskı yapanlar oldu mu?
– Oldu.
Ama eşim hep destekledi. İşin ucunda ölüm var. Fakat sen infaz edilen, tecavüze
uğrayan arkadaşlarına kendini borçlu hissediyorsan yazmalısın, diyor. Yazarsam
bu psikolojiden kurtulacağımı biliyorum.
Sizin gibi
kaçanlar çok mu burada? Hayat şartları nasıl?
– Çok var.
Dört yıl önce 300 kişi kaçıp geldi Irak’a. Hepsi Kandil’den kaçtı. Erkekler
çoğunlukta. Kadınlar daha ürkek. O nedenle kadınlar erkeklerle birlikte
kaçıyor. Bir kısmı burada evlendi. Kaçanlardan bazıları sınır kapılarında insan
kaçakçıları tarafından öldürüldü. Çoğunun yiyecek ekmeği yok.
DİLARAM
BU KİTABI
NEDEN YAZDIM?
Kaçarken
mayınlı topraklardan geçtim. Yıllarca aynı mevziyi, yemek kabını paylaştığım
yoldaşlarım tarafından vurulmayı göze aldım. Yaşadıklarımı, acılarımı bir
kenara bırakıp kendi sade hayatımı yaşayacaktım. Ama vicdanım adına,
delirdikten sonra infaz edilen yoldaşlarımın gözlerindeki son çaresiz bakışın
borcunu ödemek, Apo ve komuta kademesindeki erkeklerin tecavüzüne uğrayan
kadınlar için yazmaya başladım. 1992’de en yakın arkadaşlarım, PKK’nın insanlık
dışı gaddar sistemine karşı çıktıkları için, aynı gün mahkeme edilip ertesi gün
hepimizin gözleri önünde kurşuna dizildiler. İki avuç toprakla cesetlerinin
üstü örtüldü. Sabah gittiğimizde tilkiler, kurtlar tarafından parçalanıp
yendiklerini gördüm. Öldürülen her arkadaşımla birlikte benim ruhum ölüyordu.
Ben o dağların ardında yaşananları yazıyorum. 40 bin kişi öldürüldü diyorlar.
Bir bakın, eski kadrolardan kimse yok. İç infazlar tahmin edilemeyecek kadar
kabarık.
RÖPORTAJDAN
SONRA GELEN VASİYET
Biliyorum
beni öldürecekler
Bu
kitaptan sonra beni öldüreceklerini çok iyi biliyorum. Ama benim kaybedeceğim
bir şey yok ki. İnsan ölümü aştığında kaybedecek bir şeyi kalmıyor. Ben de
ölümü birçok kere aştım. Bu nedenle korkmuyorum. PKK’da kendime ait olmamamın
acizliğinden dolayı intiharı çok düşündüm. Ama cesaret edemedim, arkamdan
korkak, zayıf ve iradesiz kadın, demelerini istemedim. İntiharlar da infazlar
kadar çok PKK’da. Özellikle kadın intiharları… Sana bir vasiyetim var. Eğer bu röportajdan
sonra bana bir şey olursa, muhakkak yaz. Onların yanına bırakmayın. Onların
birer katil olduğunu bir ben biliyorum bir de onların kendileri. Apo için
işlemeyecekleri cinayet yok. Bir de hiçbir yoldaşımın infazına katılmadım,
yoldaşıma kurşun sıkmadım, bu açıdan vicdanım rahat, bu da bilinsin.
HABUR’U
AŞSAM TOPRAĞI ÖPECEĞİM
Köye
dönmek istiyorum. Annemi, kız kardeşlerimi 15 yıldır görmedim. Babamı almak
için geçen yıl sınıra gittim. Ülkeme uzanan uzun yolları solumak için ağladım.
Yıllar sonra ilk kez Türkiye’ye giden yolları gördüm. İçimde bir ses, git,
ucunda ölüm olsa bile git, ülkende yaşa, dedi. Ben Türk düşmanı değildim,
ülkeyi bölmek gibi bir hayalim yoktu. Durumum netleşecekse, hapse girmeyeceksem
gelirim. Örgüt üyeliğinden aranıyorum. “Dön” çağrısına güvenmediğim için
gelmedim. Af çıkarılırsa İbrahim Halil’i (Habur) aştığımda toprağı öpeceğim.
Türkiye’de işlenmiş bir suçum yok. Türkiye’ye hiç inmedim, orada kimseyi
öldürmedim. Bir gün döneceğimi biliyorum.
TECAVÜZE
UĞRAYAN ŞIRNAKLI EVİN ÇILDIRIP KAYALARA TIRMANIYORDU
Evin, çok
güzel, fakir bir köylü kızıydı. Masmaviydi gözleri. Gece yarısı nöbette PKK’lı
bir komutan tecavüz etti. Akli dengesini kaybetti. Çok tedavi gördü, elektrik
şoku verildi. Gece yarısı oldu mu kızcağız çıldırıp kayalara tırmanıyordu.
Herkes biliyordu. Tecavüzcü, Irak Kürdü’ydü. En sonunda Evin kaçtı ama kaçarken
de mayına bastı. İki bacağını kaybetti. Köylüler bulup ailesine teslim ettiler.
Evin, örgüt içindeki kadının trajik öyküsüdür.
SON BEŞ
YILDA BEŞ BİN KİŞİ PKK’DAN KOPTU
Türkiye’de
af çıkarsa PKK çözülür. Çok insan yararlanır bu aftan. Herkes evine dönmek,
yeni bir hayat kurmak istiyor. Burada tanıdığım o kadar çok insan var ki. Af
çıksa PKK’nın içyüzü ortaya çıkar. Toplum rahat nefes alır. İtirafçılık olursa
insanlar zarar görürler, kimse kimseye güvenmez. Af çıkarsa kimi köyünde
çiftçilik yapar, kimi ailesine döner. Son beş yılda 5 bin kişinin PKK’dan
koptuğunu biliyorum. Hepsi Avrupa’da değil. Kimi kayboldu, kimi kaybettirildi,
kimi bulaşıkçı, kimi inşaatçı, kimi tuvalet temizliyor. Irak’takilerin özel
korunması durumu yok. Zor durumdalar. Memlekete gitmek isteyip de gidememek
büyük çöküş. ODTÜ mezunu ama burada inşaatta çalışıyor. Bunları kazanmak,
Türkiye’ye kazandırır.
BİRBİRİMİZE
O KADAR DÜŞMANDIK Kİ BAŞKA DÜŞMANA İHTİYACIMIZ YOKTU
Artık
hiçbir şey ve insan uğruna o hayatı bir daha yaşamam. Öcalan’a tapmıştım.
İnsanlar yaşadıkça akıllanıyor. Onun (Abdullah Öcalan) kurduğu sistemde
birbirimize o kadar düşmandık ki başka düşmana ihtiyacımız yoktu. Birbirimizi
yok etmek için psikolojik savaş, hakaretin haddi hesabı yok. Kadınlar arasında
yapılmadık hakaret, dedikodu, ayakoyunu, kariyer uğruna insanları kullanma
kalmamıştı. Yazdığım, herkesin öyküsü. Bana iyi davranmazsan, karşında ateş
topu olurum.
Bize Apo
tecavüz etti.
BİRİNCİ
KADIN
Şiddet
kullanarak tecavüz eden Apo’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım
Öcalan’ın
Şam’daki evine Yoğunlaştırma Evi denir. Yoğunlaştırma Evi’ne bakire, genç ve
güzel kadınlar alınır. Vahşi, “çöl güzeli” kızlardan hoşlanırdı ama sarışınlara
daha çok ilgi duyardı. Ben de Yoğunlaştırma Evi’ne çağrıldım. Apo bir gün beni
masaja çağırdı. Gittim, ılık su dolu leğendeki ayaklarını yıkadım. Hani köy
ağaları gibi. Beni azarlamaya başladı, bilmiyorum diye. Sırtüstü uzandı, şimdi
bütün vücuduma, dedi. Anladım neler olacağını. Çünkü cinsel istek uyandığını
gördüm. Soyun, dedi. Soyundum. İç çamaşırlarını da çıkar, dedi. Ayağa kalkıp
sarılıp sıkınca korktum. Kendimi savunmak için Apo’ya vurdum. Üç yumruk attı
yüzüme ve kafama. Küfretti bana. “Düşkün, fahişe, rezil kadın. Seni
özgürleştirmeye, tabulaştırdığın zincirleri kırmaya çalışıyorum” dedi.
Titrediğimi görünce kovdu beni. “Sen Kesire’sin. Beni onun gibi yok etmek
istiyorsun. Sen köle kalacaksın!” diye bağırdı. Ama bu daha ilk denemeydi. Dışarıda
bekleyen tecrübeli kadınlar, beni psikolojik olarak hazırlama toplantısına
çağırdı. Ağladım. İçlerinden biri, Osmanlı Sarayı’ndaki Valide Sultan gibiydi.
Beni azarladı. “Başkan bizi özgürleştiriyor. Sen özgürleşmek istemiyor musun?
Başkana erkek gözüyle bakıyorsun. O başkan, o zincirlerimizi kıran bir
peygamber.” Beni akşam yemeğinden sonra yine çağırdı Apo. Bu kez çözümsüzdüm.
Kime derdimi anlatacaktım? O ana kadar ölüme hiç bu kadar yaklaşmamıştım.
Bekaretimi aldı. Sonraki günlerde iki kez daha sevişti benimle. Ben de
Öcalan’dan intikamımı komutanlarıyla yatarak aldım. Çünkü beni gönderirken
dağa, “Sakın bir erkekle ilişkini duymayayım. Benim yetiştirdiğim kadınlar,
hiçbir erkekle ilişkiye girmemeli, sonuna kadar bana bağlı kalmalı” dedi. Beni
infaz etmemelerinin nedeni, Öcalan’ın evinde kaldığım için rütbe verilmesi. Bu
yüzden dokunmadılar bana.
İKİNCİ
KADIN
Meğer özel
kadını değilmişim
Ben de
Apo’nun Şam’daki Yoğunlaştırma Evi’nden geçtim. Ben direnmedim, karşı koymayı
aklımdan geçirmedim. Apo, benimle birlikte olduktan sonra çok vaatlerde
bulundu. Kendimi hep onun için özel, başkanın kendisiyle birlikte olmaya layık
gördüğü kadın sandım. Çok safmışım. Güya gözdesiydim, ayrıcalıklıydım. Yıllarca
böyle sandım. Haber geldi, başkan beni Suriye’deki evine çağırıyordu yine.
Hazırlandım. Heyecanlıydım. Yolda baktım, başka kadınlar da katıldı. Hepsi de
güzel ve gençti. O uzun yolculukta birbirlerine anlattıklarına inanamadım. Çok
sarsılmıştım. Bir mola sırasında su içeceğimi söyleyip kaçtım. Dağa döndüğümde
bana bir şey yapmadılar. Ne de olsa başkanla yatma şerefine nail olmuş
ayrıcalıklı bir kadın komutandım.
Tanıklar
anlatıyor
KADINLARI
KADINLAR KURŞUNA DİZİYORDU
Bir
insanın doğasına, benliğine aykırı davranması ne kadar zorsa, PKK’da kadın
olmak da o kadar zor. Çok doğal bir kahkaha, bir erkeğe bakış, bir söz ya da
davranış, “Kadınlığını pazarlıyor” töhmeti altında kalmak için yeter. Kendimizi
hep baskı altına alıyorduk.
“Erkek
işbirlikçisi” deyimi, PKK’da son yıllarda çok yaygındı. Yukarıdan gönderilen
bir kavram. Omuz omuza verdiğin erkek arkadaşlarınla samimi olursan bu
suçlamaya maruz kalırsın. Cezası ölüme varacak yaptırımlar uygulanır. Ama
kadınlar öldürülürken erkekler ödüllendirilir. Taliban sistemi gibi. Karşılıklı
bir aşk yaşandığında dişi olan suçludur.
Gönüllü
kadınlardan idam mangası oluşturuluyordu mahkemeden sonra. İdama mahkum
edilenin elleri bağlanıyor. Kurşuna dizilmeden az önce de gözleri. Kadınları
kadınlar öldürüyordu.
Merkez
Komitesi’ne ve komutanlığa getirilen kadınların hemen hepsi, kendi cinsine
ihanet edenler. Her şeyi biliyorlar. Hepsi Apo’nun evinde kaldı. En çok ezen,
hakaret eden de o kadınlardı. Yıllarca savaşıp çocuk yaşta evinden ayrılan çok
kadın infaz edildi. Aşık olduğu için “hain” damgası yiyip öldürüldü.
MARDİNLİ ROJİN
HAMİLE BIRAKILDI, İDAM EDİLDİ
Mardinli
Rojin’in bir eli yoktu. Hamile bırakıldı, üst düzey bir komutan tarafından.
Sonra da idam edildi. Tecavüzcü ise şu an Osman Öcalan’ın partisinde.
ÖLMEDEN
ÖNCE SON İSTEĞİ ÇOCUĞUNU DOĞURMAK OLDU
Yedi aylık
hamile Ronahi’nin Zele’de infaz edildiğini Osman Öcalan da Cemil Bayık da iyi
biliyor. Çünkü onlar karar verdi. 1991’den beri arkadaşımdı.
Suriye-Kamışlılı’ydı. Son isteğini sordular. “Çocuğumun hayatını bağışlayın. O
doğduktan sonra beni idam edin” dedi. Suçu, biriyle ilişki kurmasıydı. Babasına
dokunmadılar. Ronahi, karnını kuşakla bağlıyordu ama büyüyünce gizleyemedi.
Açığa çıktı. İnfaz manga komutanı, Cemil Bayık’a, Ronahi’nin son isteğini
söyledi. Cemil Bayık, “Hayır, idam edin” dedi. Karnında bebeğiyle öldürüldü.
MARDİNLİ
HEVİDAN’A MEZARINI KAZDIRDILAR
Korucu
kızı Hevidan, çok küçüktü, 12 yaşındaydı. Baho Ağa’nın aşiretindendi. Apo’nun
çıkardığı “korucu çocuklarını kaçırıp PKK’lı yapma” kanunuyla kaçırılıp
getirilmişti. 1997 Temmuz’unda 16 yaşına basmıştı. Kaçma planları yaptı ama
anlaşıldı, tutuklandı. Beni en çok etkileyen, yargılanıp infaz kararı
verildikten sonra yapılanlardır. Hevidan’ın eline kazma kürek verip mezarını
kazdırdılar. Temmuz sıcağında çukur açarken söylediği türkü dağlarda
yankılanıyordu. Son isteği sorulduğunda af dilemedi. “Kahrolsun Apo” dedi, o
köylü kızı. “Ahım sizin boynunuzda kalacak!” İnfaz mangasında tek bacağı
protezli Siirtli Rengin, Hevidan’ı gözünü kırpmadan taradı. Ölmüyordu bir
türlü. Kadınlar başını taşlarla ezerek öldürdüler.
EYLEM
İNTİHAR ETTİ, SEVDİĞİ ’BENİ KIŞKIRTTI’ DEYİP KOMUTAN OLDU
Eylem’i
hiç unutamıyorum. Çok yakın arkadaşımdı. Siirt, Baykanlıydı. Çok güzeldi,
sarışındı. Şakacıydı, bizi güldürürdü. Sevdiği erkekle ilişkisi açığa çıktı.
1994 yılıydı. Zagroslar’daydık. Bahardı. Birbirlerine kur yaparken
yakalandılar. Erkek kaçıp gitti. Eylem, Avaşin Suyu’ndaki bir kayanın üzerine
çıkıp beklemeye başladı. Kaçıp gideceği, derdini anlatacağı kimse yoktu ki.
Eylem’i aramaya çıktık. Erkekler öndeydi ve ellerinde silahlarla arıyorlardı
Eylem’i. Baktım, Eylem, elini yüzünü yıkıyor. Kalktı, bize döndü. Elinde bomba
vardı. Sevdiği erkek de aramızdaydı. Tek tek yüzümüze baktı, sevdiği yüreksiz
adamın gözlerinde durdu uzun uzun. Sonra “Yaklaşmayın, kimseye zarar vermek
istemiyorum” dedi. Biliyordu, sonunun ne olacağını. Bombanın pimini çekip
patlattı. Havaya uçtu. Vücudunun bazı parçalarını Avaşin Suyu alıp götürdü.
Yüreğini, hayallerini, sırlarını da. İntihardan sonra yapılan toplantıda
Eylem’in dişiliğini kullandığı, erkeği ihanete sürüklediği söylendi. O sevdiği
erkek ise ayağa kalktı. “Beni kışkırttı. Beni yoldan çıkarmak için cezbeden bir
şeytandı. Düzelmem için bir fırsat verilmesini talep ediyorum” dedi. “Şak şak”
alkışladılar. Apo hakkında sloganlar attılar. Ben de alkışlayıp sloganlara
katıldım. Katılmasaydım sonumun ne olacağı belliydi. Sevdiği erkek,
özeleştiriden sonra ödüllendirildi. Eline çok güzel bir silah verildi, komutan
oldu. Eylem, benim içimde büyük bir yara.
TECAVÜZCÜLERİN
CEZALANDIRILDIĞINI HİÇ GÖRMEDİM
Tecavüz edenlerin
cezalandırıldığına hiç tanık olmadım. Tecavüze uğrayan kadın hep susmak
zorundaydı. Eğer susmazsa erkek, yetkisine yaslanıyordu. Merkez Komitesi
üyelerinden biliyorum, yetkileri nedeniyle istediği kadınla birlikte oldular.
Kadın asla şikayetçi olamadı. Kadın bir raporla bildirmek istese bile o rapor,
ancak tecavüzcü komutanının eliyle Suriye’ye ulaştırılabilirdi. Komutan hiç
kendi tecavüzünü yukarıya bildirir mi!
MehmetçikTv.com
***
Hakkâri-Çukurca'da
8 şehidimiz, 25 yaralımız var. Atatürk’ün kurduğu bağımsız ve millî Türk
Devletini tamamen yıkma girişimi olan, Amerika ve İsrail’in planlayıp
desteklediği FETÖ darbe teşebbüsü Türk milletinin irade beyanıyla savuşturuldu.
Bu işe girişen gerçek suçlular hakkında alınan bütün siyasi, idari tedbirler
gerekli idi ve OHAL ilan edildi. Ancak aynı Amerika ve İsrail’in kurup destek
verdikleri PKK Paralel Devlet Yapılanması, Türk milletine ve devletine darbe
vurmaya devam ediyor. PKK darbe teşebbüsü geçmiş değil. PKK destekli
belediyeler iş makinalarıyla ve her türlü imkânlarıyla PKK eşkıyasının devam
eden darbe, alçakça saldırı, kalleşlik ve menfur ihanet çalışmalarına destek
veriyor.
FETÖ ile PKK aynıdır, zaman zaman işbirliği de yaptılar. Şu anda FETÖ için başlatılan OHAL uygulamalarının PKK için de aynen ve fazlasıyla uygulanmasını istiyoruz.
FETÖ ile PKK aynıdır, zaman zaman işbirliği de yaptılar. Şu anda FETÖ için başlatılan OHAL uygulamalarının PKK için de aynen ve fazlasıyla uygulanmasını istiyoruz.
- Öncelikle
belediyelerden başlamak üzere resmî kurumlardaki bütün PKK’lılar
temizlenmeli,
- Ekonomik kaynakları kurutulmalı;
- Üniversitelerdeki öğretim üyesi ve öğrenci kılıklı PKK’lıların üniversite ile bütün ilişkileri kesilmeli,
- Gazete, dergi, radyo ve televizyonlardaki bütün PKK propagandistleri susturulmalı,
- Facebook ve twitter gibi sosyal medyadaki propaganda imkânları tamamen yok edilmeli,
- PKK’ya destek veren yabancı ülkelerle ilişkiler kesilmeli,
- Irak ve Suriye’deki Türkmenlere en modern silah, mühimmat, para ve he türlü imkânlar verilerek onlarla işbirliği yaparak Irak ve Suriye’deki PKK oluşumları ve uzantıları bir seferberlik programıyla yok edilmeli
- Irak ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimize “Türkmeneli Devleti” kurdurulmalıdır.
- Üniversitelerdeki öğretim üyesi ve öğrenci kılıklı PKK’lıların üniversite ile bütün ilişkileri kesilmeli,
- Gazete, dergi, radyo ve televizyonlardaki bütün PKK propagandistleri susturulmalı,
- Facebook ve twitter gibi sosyal medyadaki propaganda imkânları tamamen yok edilmeli,
- PKK’ya destek veren yabancı ülkelerle ilişkiler kesilmeli,
- Irak ve Suriye’deki Türkmenlere en modern silah, mühimmat, para ve he türlü imkânlar verilerek onlarla işbirliği yaparak Irak ve Suriye’deki PKK oluşumları ve uzantıları bir seferberlik programıyla yok edilmeli
- Irak ve Suriye’deki Türkmen kardeşlerimize “Türkmeneli Devleti” kurdurulmalıdır.
- Türkiye’nin
selameti ve geleceği sınırlarımızda bir Türkmeneli Devletinin kurulmasına
bağlıdır.
(30 Temmuz 2016 – Cumartesi, Bahtiyar AYDIN)
(30 Temmuz 2016 – Cumartesi, Bahtiyar AYDIN)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder