Bir Büyük Yalan, Menfur Plân; Kalleşçe Düşmanlık ve İftira Furyası: Ermeni Meselesi...
Bu günlerde yine Ermeni meselesi gündemde.
Konuyu tarihi belgelere dayanarak ve gerçek sebeplerine inerek izah etme
eğilimi zayıf. Bu sebeple konuyu tekrar ele almak gerekmektedir. Meseleyi bir
kaç yönden açıklamak icabediyor.
Birincisi; Tarih boyu Ermeniler, millet-i sâdıka sıfatıyla Osmanlı ülkesinde
zimmî tabir edilen statüde yani
Müslüman bir ülkenin gayr-i müslim vatandaşı sıfatıyla yaşamışlar ve Osmanlı
Devleti, vatandaşlarına tanıdığı bütün hak ve hürriyetleri onlara da
tanımışlardır. Şunu belirteyim ki, 1071'den yani 909 seneden beri, şayet bu
uzun tarih dönemeci içerisinde biz Müslüman Türkler, azınlıkların hak ve
hürriyetlerine saygı göstermeseydik, bugün Türkiye'de az da olsa azınlıklardan
söz edilebilir miydi? Aynı tarih dilimi içerisinde İspanya'da
Müslüman azınlıktan eser kalmaması, Avrupalılar, daha doğrusu Hıristiyan milletler ile bizlerin yani
Müslümanların, bu konudaki gerçek tutumlarını göstermektedir. Ermenilere temel
hak ve hürriyetler tanındığı gibi, İslâm Dininin koyduğu prensipler
ışığında din ve vicdan hürriyeti de tanınmıştır. Tanzîmât’tan sonra ve özellikle de İttihâdcılar zamanında, siyasi haklar,
Müslümanlar kadar Ermeniler için de kabul
edilmiştir. Hatta II. Abdülhamid, maalesef Ermeni kâtili diye itham bile edilmiştir.
II. Abdülhamid döneminde Agop Paşa, Hazine-i Hâssa Nâzırıdır. İttihâdcılar ise,
Osmanlı Devleti’ne ihânet eden Gabriel Noradungiyan’ı Hâriciye nâzırı yapacak
kadar basiretsizleşmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin bu davranışlarına
mukabil Ermeniler, Rusya’nın tahriklerine kapılarak ve Berlin Muâhedesinin 61. maddesine
dayanarak devlete isyan etmeye başlamışlardır. Aslâ
çoğunluk teşkil edemedikleri Doğu ve Güneydoğu Vilâyetlerinde Müslüman insanları ve özellikle
Müslüman Kürtleri kesmeye başlamışlardır. 1886’da kurulan Hınçak Cemiyeti ve bunun gibi bir Ermeni komitesi olan Taşnak Cemiyeti üyeleri, Osmanlı ülkesinde terör estirmeye
başlamışlardır. Bu terörü Hamidiye Alayları ile durduran Abdülhamid, Kızıl Sultân diye itham edilmiştir. 1894’de Sason’da isyan
eden Hamparsum Boyacıyan Harput Milletvekili olarak İttihâdcılar tarafından Meclis’e
bile getirilmiştir. Abdülhamid’i bomba olayı ile yok etmek istemeleri, İstanbul’da arka arkaya patlayan Ermeni ayaklanmaları, onların dış güçlerin
emriyle hareket ettiklerini açıkça ortaya koymuştur.
Nihâyet 29 Ekim 1914’de I. Cihan Harbine
giren Osmanlı Devleti’ni, Doğudaki Ermeniler, Ruslarla birlikte arkadan vurmaya başlamıştır. Hatta Van’ı
boşaltan Ruslar, burayı Ermenilere teslim edince, şarkta Müslüman katliamı başlatmışlardır
(3.8.1915). İşte bu dönemde bütün Osmanlı topraklarında, Doğu ve Güneydoğu
dahil ve abartılı bir rakamla, sadece 1.300.000 Ermeni yaşamaktadır ve bütün Osmanlı
nüfusunun da sadece % 5’ini teşkil etmektedir. Bütün tedbirlere rağmen
Ermenilerin Müslümanlara uyguladıkları katliam durdurulamayınca, Nisan 1915’de Dâhiliye
Nâzırı Tal’at Bey, Doğu ve Güneydoğudaki 500.000 civarı Ermeninin, mecburi göçe
zorlanması (tehcir) kararını almıştır. Gaye, Rus ordularının yollarından
Ermenileri uzaklaştırmaktır. Asker himayesinde Irak, Suriye ve Lübnan’a sürgün edilen Ermenilerden bazıları
yolda ağır yol şartlarından ve açlıktan ve bazıları da daha evvel yakınları
Ermeniler tarafından katledilen bazı sivil ahali tarafından telef
edilmişlerdir. Ermenilerce katledilen Müslüman sayısı ise 1.000.000 kadardır.
Olayların içinde yaşayan Amerikalı yetkililer ve askerler,
Avrupalı devletlerin bütün yaygaralara rağmen, Ermeni Katliamı iddialarını
kabul etmemişler; tam aksine Müslüman katliamının olduğunu söylemişlerdir. Bu
raporlar, Amerikan arşivlerinde bulunmaktadır.
İkincisi; Başta Osmanlı Devleti olmak üzere
bütün Müslüman Türk Devletleri, bütün askeri
hareketlerini, tamamen İslâm Hukukunun hükümleri
çerçevesinde yapmışlardır. İslâm Hukukuna göre, bilfiil harp halinde bile,
İslâm ordularına düşmanın şahıs ve mallarına karşı bazı fiillerin icrası ve
hele hele katliam yapılması, yasaklanmıştır. Ecdâdımızı zaferden zafere
koşturan en önemli sebeplerden biri, bu esaslara harfiyyen uymalarıdır. Zaten
zaferler, bu esaslara uymaları ile doğru orantılıdır. Yasak fiilleri kısaca
sayarak katliamın nasıl mümkün olmadığını özetleyelim: Zulüm ve işkence ile
düşman askerini dahi öldürmek; muhârip sınıfına girmeyen kadınları, küçükleri,
sahiplerine hizmet için gelmiş köleleri, sakat ve müzminleri, yaşlıları, hastaları,
akıl hastalarını ve dünyadan el etek çekmiş din adamlarını öldürmek yasaktır.
Ancak bunlardan biri bedeni, fikri ve malı ile savaşa katılırsa,
öldürülebilirler. insan ve hayvanların uzuvlarının kesilmesi (müsle) de
yasaktır. Verilen söze veya muâhedeye aykırı hareket yasaktır. Savaş zarureti
bulunmadan ziraî mahsuller, orman ve ağaçlar yakılmaz. Zina ve gayr-i meşrû
münasebetler yasaktır. Rehineler öldürülemez; ölülerin başı ve uzuvları
kesilemez ve katliam yapılamaz. Başta baba olmak üzere yakın akraba, savaşla
ilgisi olmayan esnaf ve tüccarlar öldürülmez. Daha başka yasaklar da bulunmakla
beraber, biz bu kadarıyla iktifâ ediyoruz.
Bu hükümleri, tehcir kararı alan Tal’at
Paşa da bilmektedir. Zaten 1986
yılından sonra bütün Osmanlı Arşivindeki belgeler araştırmacılara açılmasına ve
bu konuda iddiası olanların iddialarını isbat etmeye davet edilmelerine rağmen,
müslim yahut gayr-i müslim hiç bir hukukçu Osmanlı
Devleti’nin katliam yaptığını isbat eden bir tek belgeye rastlayamamıştır.
Üçüncüsü; Tehcir yani mecburi göçün hukukî
dayanağına gelince, Hz. Peygamber’in Benî
Kurayza Yahudilerini, müşterek vatanları olan Medine’nin düşmanlara karşı
korunmasına söz vermelerine rağmen ihanet etmeleri sebebiyle Medine’den tehcir
etmiştir. Aynı sebeple tehcir yapmak da caizdir. İşte Nisan 1915’de Osmanlı
Devleti tarafından yapılan da budur.
Kısaca aslı astarı olmamasına rağmen, bir
asra yakındır Ermeni katliamı iddialarıyla
suçlanan Müslüman Türk milletinin katliam
yapmadığı halde suçlanmaya devam edilmesi, tarihî ve ilmî değil, sadece
siyâsidir. Osmanlı Arşivlerini açan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu iddialara en güzel cevabı
vermiştir[1].
Özetle ifade edecek olursak, kim ne derse
desin, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı devleti’nin resmi ve tek
mirasçısıdır. Bundan kaçmak aslını inkar etmek demektir.
[1] Kur’ân, Haşr, Âyet 1-2;
Elmalı, Muhammed Hamdi, Hak Dini Kur’ân Dili, sh.
4806-4819; Süslü, Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Ankara 1990, sh. 61-177; Öztuna,
Osmanlı Devleti Tarihi, c. I, sh. 659-662; Uras,
Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, İstanbul 1987, sh. 149-639;
Sonyel, Salâhi R., “Yeni Belgelerin Işığı Altında Ermeni Tehcirleri”, Belleten, c. XXVI, sayı 141(1972), sh.
31-49; Sonyel, Salâhi R., “Tehcir ve “Kırımlar” Konusunda Ermeni Propogandası
Hıristiyanlık Dünyasını Nasıl Aldattı?”, Belleten,
c. XLI, sayı 161(1977), sh. 137-175.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder