Prof.Dr. Tülây
ÖZÜERMAN
(Gönderen: Cüneyt Şaşmaz)
(Gönderen: Cüneyt Şaşmaz)
Küçük
Kaotik Kontrol Edilebilir Birimler (KKKEB) derken; günümüzde ulus
devletlerin yerine ikame edilen/edilmeye çalışılan yapılardan söz
ediyorum.
Büyük
devletler, küçük devletler ayrımını yerini, devletler ve devletçiklerebırakırken,
o "devletçik" dediklerimiz artık eski formatlarının
çok dışında birimlere dönüşmekte.
Bu
birimlerin ortak özelliği kaotik olmaları.
Sürekli
yeni başlıklı çatışmaların şırıngalandığı, çözümü kurumsal
gelenekleri yerine,"yeni" etiketli kavramlarda ve bunları
pazarlayan/tutunan kişilerde aradıkça, yeniden yapılanıyormuş gibi çözülen
yapılar bunlar.
Önceki
güçlü devletlerin içinde sağlanan güven duygusunun yerini güvensizliğe
bıraktığı, savrulan aidiyetler ve aidiyetlerin yeniden inşası için
çarpıtılan tarih, suçlanan kurum ve kişiler ile belirsizliğe doğru
çıkılan, etki alanı çok geniş, bedeli çok ağır, zorla çıkarıldığımız bir
yolculuk da diyebiliriz.
Arjantin
Devlet Başkanı Cristina Fernandez, iki yıl önce BM’de yaptığı
konuşmada Papa Francis’in barış çağrısını doğru bulduğu açıklaması ile
başladığı sözlerini, ABD’ni suçlayarak sürdürmüş ve; ‘terörizm
canavarını yarattılar ve bu canavar şu an kontrolden çıktı’ sözleriyle
toplantıya damgasını vurmuş; ‘Geçen yıl toplandığımızda Esad rejimini terörist
olarak değerlendirip ona karşı olanları devrimci görüp desteklediniz; şimdi
ise dün "devrimci" dedikleriniz radikal İslamcılara
karşı savaş açmış durumdasınız..
IŞİD
ve El Kaide’nin elindeki silahların izini kim sürebilir? Büyük güçler çok kolay
dost ve düşman kavramını değiştiriyor. Teröristler dost oluyor, dostlar ise
terörist. Hizbullah’ı terörist örgütler listesine koymuştunuz ama sonradan
Lübnan’da geniş bir tabanı olan saygın bir yapı olduğu anlaşıldı. 1994’te
Buenos Aires’te İsrail Elçiliği’ne yapılan bombalı saldırıda İran parmağı
aradınız ancak öyle olmadığı kesinleşti. 11 Eylül sonrası El Kaide terörü
gerekçesiyle Afganistan ve Irak’a savaş açtınız; o ülkeler şimdi dünyanın en
ağır durumunu yaşıyor. Arap Baharı’nı Tunus, Libya ve Mısır’da başlatarak
radikal İslamcıları kendi elinizle orada iktidara getirdiniz. Bölge haklarının
özgürlüklerini gasp ettiniz. Bu gün burada IŞİD’e karşı bir BM kararı çıkarmak
üzere toplandık oysa IŞİD’in bazı BM Güvenlik Konseyi ülkelerinin gözetiminde
dostları tarafından kurulup beslendiğini herkes görüyor.’demişti.
Obama’nın
yüzü kasılarak dinlediği bu konuşma, bugün Türkiye’nin de içine çekildiği
Orta-doğu batağının yaratılması ve karışıklığın baş mimarının ABD
olduğu gerçeğini kalın çizgilerle ortaya koymuştu.
Ne
ki, Türkiye’de fazla gündem yaratmadı.
Fernandez’e
ne mi oldu?
O
şimdi eski başkan ve hakkındaki suçlamalarla uğraşıyor(!)...
Artık hepimiz
biliyoruz ki; terör sadece örgütlerin işi değil, ya da bu faaliyetler
devletlerin tamamen dışında değil.
Devletlerin legal
yollar dışında müdahalelerinin giderek çoğaltıldığı, hukuk dışılığın fiili
durumlar ve yasalar marifeti ile olağanlaştırılmaya çalışıldığı, uluslararası
sistemin düzensiz yapısından kaynaklı sorunları çözmeye çalışmak yerine,
düzensiz yapıyı kalıcılaştıracak girişimlerle "düzensizliği
yönetmek" üzerine kurgulu bir uzun soluklu bir sürecin içindeyiz.
Fernandez’in
sözlerini dayandırmak için işaret ettiği, Papa’nın barış çağrısı,
barış kavramına günümüzde hangi anlamların yüklendiği üzerinde düşünülerek
değerlendirilmeli.
Barış,
özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi kavramlara 20. Yüzyılda yüklenen
içeriklerinden farklı bakmamız gereken koşullarda yaşıyoruz.
Barış
diyerek savaşı, özgürlük diyerek esareti, insan hakları diyerek, en büyük
ihlalleri yaşattıkları coğrafyaya sokulurken "demokrasi" sopasına
tutundular/tutunuyorlar.
Giderek
etki alanını genişleten ve bizi de içine çeken "otokrasi" dalgası
ve demokrasi giysili otokratlardan söz ediyorum.
Tam
da Cumhuriyet’imizin kuruluşunun 93'üncü yılını idrak ettiğimiz şu
günlerde, hepimizin Cumhuriyet ile kazandığımız yurttaş kimliği ve dünyada
devlet olarak edindiğimiz yerin önemini görmeliyiz.
Büyük
devletlerin büyüklüklerinin diğerlerinin küçültülmesinden geçtiği bir süreçte,
iç ve dış tehdidin artık bir algı olmadığını kavramış olmalıyız.
Hani
şu unutturulmak istenen kavram "laiklik" var ya; dini
kullanmak isteyenlerinengel görüp, "dinsizlik" diye
yaftaladıkları; tam da şimdi gerekli.
Sadece
ülkemiz için değil, coğrafyamız için de önemli.
Mezhep
ayrımcılıklarının yanında, tarikat ve cemaat gibi yapılarla, yetmedi, dini
kisve ile ortaya çıkarılan terör oluşumları ile ayrışan bir dini kültürün
pazarlandığı, sürgit bir kaotik yapıya karşı tek panzehir: "laiklik".
Müslümanı
Müslümana kırdırma oyununu bozmak istiyorsak, laikliği, herkesin din ve vicdan
özgürlüğünü sağlayan ve dini vicdanla sınırlandıracak önlemleri alan,
mezhepçilik yapmayan, dinin kullanılması üzerinden üretilen otoritelere ortam
ve olanak sağlamayan bir yapı için daha fazla gecikilmemeli.
Batı
kendi gelişimini, laiklik sayesinde sağladı.
Mezhepler
arasındaki çatışmaları, bunlara kör kalarak çözebildi.
Cumhuriyet
Türkiye’si, bu anlamda, katışıksız olmasa da önemli bir örnektir.
Katışıksız;
çünkü çok partili Türk siyasetinin uzun soluklu proje ve toplumsal refah
ve kalkınma konularından çok, din/muhafazakarlık üzerinden yandaşlarını
kalkındırarak popülist politikalarla ilerledikleri yol, bugün doğrudan din
devletini hedefleyen anlayışların önünü açmıştır.
Son
süreçte yüceltilmeye çalışılan Osmanlı kültürü ile karalanmaya çalışılan
Cumhuriyet kültürü arasındaki temel ayrışma, devletin dayandığı temel felsefe
ile ilgili olduğu kadar toplumda da yeni bir çatışma başlığı yaratmaya yöneliktir.
Devletin
kaynağı sorununu çözmüş olan Batı’ya bakınca; Osmanlıya geri dönüş
tartışması üzerinden dönüş(türül)en Türkiye yaratmak, kime, kimlere hizmet
eder?!
Önceki
güçlü yapımızı sağlayan temel kurumları güçlendirmek, başta "laiklik" en
acildir.
Laiklik
yoksa Cumhuriyetin kazanımları boşaltılmış demektir.
İçinden
geçtiğimiz süreci tahlil için ille uzman olmamız gerekmiyor.
Algılarımız
üzerinde kurulan tüm ipoteklere karşın, devlet olmanın gücünden çok, tehdit
algısını daha çok hissetmeye başladık.
Güven
değil, güvensizlik hissediyoruz.
Cumhuriyetle
var ve yurttaş olduk ve O’na sırtımızı dayayarak bugünlere kadar geldik.
Bunu sadece
Cumhuriyet’e sahip çıkanlar için değil, karşı olanlar için de söylüyorum.
Karşı
ama, O’nun nimetleri sayesinde bir yerlere gelmiş, bir güç olmuş, oluşturmuş
herkes için.
Şimdi
93 yıllık birikimimize, Cumhuriyet ve kurumlarına daha sıkı sarılmak
zorundayız!
Sırtımızı
dayadığımız süreçler bitti.
Tüm
gücümüzle omuz vermeli, yaşam, değer ve birliktelik kaynağımızın daha fazla
kemirilmesine seyirci kalmamalıyız.
Ne
mi diyorum?!
100’üncü
yıl dönümünde başka, bambaşka bir devlet hayalinde olanlara, O başka devletin,
önceki yapısındaki gücü ile var olamayacağını; hatta devlet
sayılamayacağını, güçlü değil, zayıf yapıların kalıcılaştırılmaya çalışıldığı
bir coğrafyada yaşadığımızı anlatmaya çalışıyorum.
Büyük
ve güçlü devletlerin; küçük, kaotik, kontrol edilebilir birimlere
dönüştürüldüğü coğrafyamızın kaderini paylaşmak yerine, coğrafyadaki ülkelerin
de kaderini dönüştürecek birikimi var Türkiye’nin; iş, hayalcilerle heba etmek
yerine, o birikimi güce dönüştürecek bir yönetim anlayışı ve iradeyi var
etmekte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder