10 Temmuz 2014 Perşembe

“Soru Çalanlar” Üzerinden “Sulh Ceza Hakimi” Yaratmak İsteyenler… Atilla KART, Konya Millet Vekili

“Soru Çalanlar” Üzerinden
“Sulh Ceza Hakimi” Yaratmak İsteyenler…
Atilla KART, Konya Millet Vekili
15 Haziran 2012 tarihinde yaptığımız basın toplantısında; “AKP İktidarlarında Özel Yetkili Mahkemeler bitmez !!!” başlığıyla hazırlamış olduğumuz metinde;
AKP döneminde artık yargıçlık sınavlarında bile “soru servis edilerek-sorular çalınarak” yargıçlık sınavlarının yapıldığını dile getirmiş; bu yönetim anlayışından “adalet ve toplumsal barışın” çıkamayacağını; haksız uygulamalar sonucunda sınavları “hakkıyla ve emeğiyle” kazanmış olan Yargıç-Savcı adaylarının da mağduriyet yaşadıklarını dile getirmiş ve bu süreci sorgulamıştık.
Hükümet eliyle yaratılan bu adaletsizliğe karşı, Cumhurbaşkanlığı Makamının, Devlet Denetleme Kurulunu ivedi olarak harekete geçirmesi gereğini ifade etmiştik.
Bu açıklama ve değerlendirmelerin devamında; 03 Temmuz 2012 tarihinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Adalet Bakanlığına ve ÖSYM Başkanlığına yaptığımız başvurularda ise;
06 Mayıs 2012 tarihinde yapılan Avukatlıktan Yargıçlığa Geçiş Sınavlarında, usulsüzlük ve ayrımcılık yapıldığını ve soruların bir bölüm adaya önceden servis edildiği gerekçesiyle, somut delillerle suç duyurusunda bulunmuştuk.
İleri sürülen iddiaların ciddiyeti ve
ortaya çıkan somut bulgular üzerine;
ÖSYM Başkanlığı 28.08.2012 tarihli ve 13 sayfalık raporu esas alarak; sınav sorularının sınavdan önce bir kısım adaya ulaştırıldığı, sınavın ölçme ve seçme niteliğini kaybetmiş olduğu, sınavın gizlilik ve güvenlik içinde gerçekleşmediği gerekçesiyle;  06 Mayıs 2012 tarihli “Adli Yargı-Avukat-1” sınav sonuçlarının iptaliyle, yerine eş değer sınav yapılmasının uygun olacağı yönünde işlem tesis etmiştir.
ÖSYM yapmış olduğu incelemede; usulsüzlük anlamında “skandal verilere” ulaşmıştır. Skandal boyutlarına ulaşan bu maddi bulguları yok edemeyen ÖSYM, sonuç bölümünde ise; “somut bir delil yok, bu sebeple faile ulaşamıyorum, ancak sınav güvenliği kalmadığı için sınavı iptal ediyorum…” diyerek; bir taraftan maddi olayın üstünü örtemez hale geldiğini itiraf etmiş; bir taraftan da kendi kurumunu ve personelini koruma telaşına düşmüştür.
Adalet Bakanlığı ve Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığı bu arada ne yapmıştır?
Bu konuları kararlılıkla dile getirdiğimizde, dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin; “…. Kart’ın bu tür iddiaları dile getirmesinden ötürü işi gücü bırakıp ona cevap verecek mecalimiz yoktur…” diyerek; bir taraftan kendi sorumluluğunun ve suçluluğunun üstünü örtme telaşına girmiş, bir taraftan da kendince bir kibir içerisinde, sorumsuz ve gayri ciddi tavrını sürdürmüştür.
Yaratılan “kaos ortamı” sebebiyle, Sayın Sadullah Ergin acaba “vicdani bir değerlendirme” yapma erdemini ve sorumluluğunu gösterebilecek midir? İhtimal vermiyorum….
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ise,
05.03.2013 tarih-2012/85109-213/15958 sayılı kararıyla;
ÖSYM Başkanlığının yukarıda sözü edilen 28.08.2012 tarihli inceleme raporuna atıfta bulunarak; 100’den fazla adayın usulsüzlük yoluyla sınavı kazandıklarını, ancak Adalet Bakanlığı görevlileri ile ÖSYM bürokratlarının bu kişilere soruları servis ettiğine dair delil elde edilemediğini; şüphelilerin tümü yönünden 06 Mayıs 2012 tarihli sınav ile 13 Ekim 2012 tarihli sınav sonuçlarına göre bariz farklılıklar var ise de, şüphelilerin sınavlara hazırlanma sürecindeki özel ve ailevi nedenlerin bu sonuçlarda etkili olabileceği gerekçesiyle; tüm şüpheliler yönünden “kovuşturmaya yer olmadığına” karar vermiştir.
17-25 Aralık 2013 tarihinde ortaya çıkan “yolsuzluk operasyonu”  sonrasında ise,  tablo ve dengeler bir kez daha değişmiştir.
Kartlar yeniden karılmış ve yeni bir dönem başlamıştır.
Takipsizlik kararıyla üstü örtülen dosya yeniden canlandırılmış, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/20429 soruşturma sayılı dosyasıyla soruşturma evrakı yenilenmiştir.
Dosyanın yenilenmesi, maddi gerçeğin ortaya çıkartılması Bizim de amaçladığımız bir durumdu.
Bu sebeple, dosyanın yenilenmesi üzerine, daha önce görev ve yetkilerini kötüye kullanarak takipsizlik kararını verilmesini sağlayan dönemin Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş, ilgili savcılar Ömer Faruk Tezel ve Şadan Sakınan hakkında, 2802 sayılı yasa uyarınca gereğinin yapılması için başvuruda bulunduk.
Ancak, gelinen aşamada da; maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, tüm fail ve sorumluların tespiti yerine; ayırımcı bir anlayışla ve husumet duygularıyla soruşturmanın sürdürüldüğünü ve yönlendirildiğini görüyoruz. Şöyle ki;
ÖSYM Başkanlığı ve HSYK’nın tespitlerine göre; kendilerine soru servis edilen ya da soru çalarak Yargıç Adayı konumuna gelen ve halen Yargıç-Savcı olarak görev yapan 73 Kişi vardır. Bu kişilerin isimleri savcılık dosyasına ulaşmış durumdadır. Bu kişiler yönünden “meslekten ihraç” prosedürünün başlatılacağı anlaşılmaktadır. Bu kişiler yönünden, yasal unsurlarıyla eylem “sübut” bulduğu takdirde, elbette yasal gereği yapılmalıdır. Bunda tereddüt etmemek gerekir.
Ancak bu isimlerin arasında, AKP İl ve İlçe örgütlerine mensup olan isimlerin bulunmadığı, bu isimlerin özenle ayıklandığı görülmektedir. Bir başka ifadeyle, bu aşamada da kanunsuzluk, ayırımcılık ve görevi kötüye kullanma durumu devam etmektedir.
3 Temmuz 2012 tarihli suç duyurusu dilekçemizde somut olarak ortaya konulduğu gibi; suç ilişkileri içinde sınavı kazananlar arasında, AKP’nin Belediye Meclis üyeleriyle, İl ve İlçe yöneticileri de vardır. Bu şekilde suç ilişkileri sonucunda soru çalarak-soru servis edilerek sınavı kazandığı belli olan en az 50 Kişi, 73 Kişilik listenin dışında bırakılmıştır.
Tipik bir AKP klasiği yaşanmaktadır.
Yine görev suistimali yoluyla soruşturmaya müdahale edilmektedir.
Maddi gerçeğe ulaşmak yerine; intikam duygularıyla ve ayırımcı bir anlayışla soruşturma mercilerini araç olarak kullanan bir zihniyet yargıya müdahale etmektedir.
Süreç ve bulgular göz önüne alındığında; soruların servis edilmesi yoluyla, halen Yargıç ve Savcı olarak görev yapan kişilerin sayısının en az 125 Kişi civarında olduğu kanısındayız. Esasen, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yukarıda sözü edilen takipsizlik kararında ve ÖSYM’nin bulgularında da, usulsüzlük yoluyla Yargıç ve Savcı konumuna gelen kişi sayısının 100’ün üzerinde olduğu sabittir.
Hal böyle olduğuna göre; bu kişiler neden korunmaktadır?
Çünkü; bu kişiler, Başbakanın “bizim arkadaşlarımız” dediği yargıçlar ve savcılardır. Bunlara artık “Sulh Ceza Hakimi sıfatıyla” ve acil olarak ihtiyaç vardır!!!  El koymalarda, gözaltı, arama kararlarında, tutuklamalarda, itirazlarda bu savcılar-yargıçlar; üstlerine düşen görevi yapacaklardır….
Soruşturmayı sürdüren Savcılık
Makamına,   HSYK’ya ve Adalet Bakanlığına
bir kez daha  sesleniyoruz;
n                  Sınav soruları ÖSYM bünyesinde her Kim-Kimler tarafından servis
edilmiş ise, ayrım yapmadan bu durumu tespit edin ve bu kişiler yönünden “soruşturma izni” prosedürünü başlatın.
n                  Keza, servis edilen soruları alarak-çalarak Yargıç ve Savcı olan her Kim
Kimler varsa; ayrımcılık yapmadan,  AKP ile mevcut olan İl-İlçe Yöneticiliği, üyelik ya da Belediye Meclisi üyeliği ilişkisine bakmaksızın, tüm fail ve sorumlular yönünden yasal süreci başlatın.
n                  Adalet Bakanlığı olarak, soruşturmalara müdahale etmekten artık vazgeçin.
n                  Açıklaması yapılan bu tablo, tarafımızdan “genel unsurlarıyla” tespit
edilmiş durumdadır. Ancak, isimlendirmeyi yapmak-illiyeti kurmak, Bizim görev ve yetki alanımızda olmadığı için, isimlendirme yapmak yerine; Anayasal Kurumları, son 10 yıldaki haksız ve keyfi uygulamalardan ders alarak,  (HSYK ve Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı başta olmak üzere) görevlerini “doğru ve tarafsız” bir şekilde yapmaya davet ediyoruz.
AKP’ye de; “yeni ve Özel Yetkili Mahkemeler” yaratarak, “adaleti ve toplumsal barışı” tesis edemeyeceğini bir kez daha hatırlatarak; Türkiye’nin Hukuk Sistemini talan etmekten vaz geçmeye davet ediyor ve uyarıyoruz.
(Atilla Kart, CHP Konya Milletvekili, 10 Temmuz  2014 // Basın Toplantısı Metni; “Konuşmaya esas metin”)

9 Temmuz 2014 Çarşamba

İnternet haber sitelerine büyük müjde

İnternet haber (web) sitelerine büyük müjde
İnternet haber sitelerinin Basın Kanunu kapsamına alınmasını öngören kanun tasarısı, TBMM Adalet Komisyonu'nda kabul edildi.
Adalet Komisyonu, AK Parti Ankara Milletvekili Ahmet İyimaya başkanlığında toplanarak, Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı'nı ele aldı.
Komisyonda kabul edilen tasarıya göre, internet ortamındaki resmi ilanlar, Basın İlan Kurumu aracılığı ile yayınlanacak.
İnternet ortamında yayınlanan resmi ilan ve reklamların tespiti ve takibinde, Basın-İlan Kurumu ile Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu iş birliği içinde çalışacak.
Kamu tüzel kişiliklerine ait resmi internet sitelerinde yayınlanacak ilan ve reklamlara ilişkin özel kanun hükümleri saklı olacak.
Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkındaki Kanun'daki haber ve fotoğraf ajansları ibaresine internet haber siteleri de eklenerek, internet haber sitelerinin çalışanları da aynı kapsama alınıyor. Ayrıca İnternet haber siteleri 5187 sayılı Basın Kanunu'nun kapsamına dahil ediliyor.
Tasarı ile internet haber sitelerinin Basın Kanunu'nun kapsamına alınmasına paralel olarak süreli yayın tanımına internet haber siteleri de ekleniyor ve internet haber sitesinin tanımı, "internet ortamında haber ya da yorum niteliğinde yazılı, görsel veya işitsel içeriklerin sunumunu yapan süreli yayın" olarak belirleniyor.
İnternet haber sitelerine sahibinin, varsa temsilcisinin veya sorumlu müdürünün adları, adresleri, haber sitesinin faaliyet gösterdiği işyeri adresi ile yer sağlayıcının adı, adresi ve ticari unvanı, kendilerine ait internet ortamında kullanıcıların ana sayfadan doğrudan ulaşabileceği şekilde ve iletişim başlığı altında bulundurma zorunluluğu getiriliyor. İnternet haber sitelerinde bir içeriğin internette ilk kez sunulmaya başlandığı tarih, her erişildiğinde değişmeyecek şekilde içeriğin üzerinde belirtilecek.
İnternet ortamında yayınlarını sürdüren internet haber siteleri, beyanname vermeleri halinde, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanundaki yükümlülükleri devam etmek kaydıyla faaliyetlerini Basın Kanunu çerçevesinde yürütecek.
İnternet haber siteleri, gazete ve dergi gibi süreli yayınlara Basın Kanunu'na göre belirtilen beyanname yükümlülüğünü gereği gibi yerine getirmemeleri halinde uygulanan yayın durdurma cezasına tabi olmayacak.
Beyanname vermeyen internet haber sitelerinin, Cumhuriyet Başsavcısının talebi üzerine Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından internet haber sitesi vasfının kaybedildiğine karar verilecek.
İÇERİKLER 6 AY MUHAFAZA EDİLECEK
İnternet haber siteleri yayınladıkları içerikleri, doğruluğu ve bütünlüğü sağlanmış şekilde 6 ay süreyle muhafaza edecek ve gerektiğinde, talep eden yetkili mercilere teslim edilmesi zorunda olacak.
Yayının herhangi bir şekilde soruşturma ya da kovuşturma konusu yapılması halinde, bu işlemlerin sonuçlandığının yetkili mercilere, ilgili internet haber sitesine yazılı olarak bildirilmesine kadar soruşturma ya da kovuşturma konusu yayın kaydının saklanması zorunlu olacak.
İnternet haber sitesi sorumlu müdürü, düzeltme ve cevabı, kullanıcıların ana sayfadan doğrudan ulaşabileceği şekilde ve tekzip başlığı altında bir hafta süreyle yayınlayacak.
İnternet haber siteleri, düzeltme ve cevap yazısının yayınlanmaması halinde, hakim, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere bu yazının iki internet haber sitesinde yayınlanmasına karar verebilecek.
"Gazetecilik sıfatını gerçekten taşımaya layık olmak için hangi ölçülere sahip olmak gerektiğini bulmalıyız"
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, TBMM Adalet Komisyonu'nda kabul edilen ve internet sitelerini Basın Kanunu kapsamına alan tasarının görüşmelerinde yaptığı açıklamada, alt komisyon çalışmalarının ardından mükemmele yakın bir metin otaya çıktığını kaydetti.
Haklı olan eleştirilerin alt komisyon raporunda yer bulduğunu ifade eden Arınç, "(Sıkışık zamanda niye geldi?) denilebilir. Geçmişi iki yıl öncesine dayalıdır. Hz. Peygamber 'kıyametin kopacağını bilseniz elinizdeki fidanı dikin' buyuruyor. 'Torba yasa vardır, o vardır, bu vardır, arkası sonrası tatildir' denilebilir. Tasarıyı Genel Kurul'a sevk edecek hale getirebilirsek bakarsınız görüşebiliriz ya da Ekim ayına kalır" dedi.
Tasarıyla, internet haber sitelerine Basın Kanunu içinde yer bulmak istediklerini belirten Arınç, "Bütün internet haber sitelerini bu kanun kapsamına alınacağı öngörülseydi, özgürlük ortamının tartışıldığı Türkiye'de belki aleyhte bir puan olacaktı. Girmek isteyenler beyannamesini vererek girecek ve bazı haklardan yararlanacak, girmek istemeyenler bugünkü gibi yayınlarına devam edecek. Bundan daha seçenekli, özgürlükçü tutum düşünülemez" diye konuştu.
Basın İş Kanunu'nda kapsamlı bir değişiklik yapacaklarını söyleyen Arınç, "Paydaşların iştirakiyle Basın İş Kanunu'nda yapılması gereken hususları bir mutabakat çerçevesinde gündeme getireceğiz" dedi.
"Patronların olumsuz tutum ve davranışları"
Tasarının kabul edilmesinin ardından Arınç, basın sektöründe sıkıntılarının çok büyük olduğunu kaydetti.
Bunların giderilmesinin, hem basında çalışanlarını hem de basınla ilgili özgürlük alanlarını doğrudan ilgilendirdiğini ifade eden Arınç, basında çalışanlarla ilgili fiili hizmet zamlarının 2012 yılında geri getirildiğini anımsattı. Ancak bunun meseleyi çözmediğinin altını çizen Arınç, bunun çok büyük parçanın küçük bir kısmı olduğunu söyledi.
Medya sektöründe özellikle patronların olumsuz tutum ve davranışları sebebiyle basın çalışanlarının hiçbir güvencesinin olmadığını dile getiren Başbakan Yardımcısı Arınç, "Çok düşük ücretlerle çalışıyorlar, her an kapı önüne konulma tehdidi var. Kıdem tazminatları yok, grev yapmaya kalkanlar da hiçbir hak elde edemiyorlar. Bunun doğrudan hükümetle olan kısmı çok azdır ama medya patronlarıyla ilişkili yönleri çok fazladır. Bu konuda çalışan sendikaların da çok fazla etkilerinin olmadığını düşünüyorum" ifadelerini kullandı.
Basın İş Kanunu ve diğer kanunlarda güncel olarak ne yapılması gerektiğini üç büyük şehirde çalıştaylar yapılarak ortaya koyacaklarını yineleyen Arınç, "Hangi bakan arkadaşımız bu konuda o zaman görev başında olur bilemem ama bunun mutlaka yapılması lazım. Çünkü bu Türkiye'yi doğrudan ilgilendiren bir konu, sadece çalışanları değil" dedi.
"Gazetecilik tarifi"
Zaman zaman Türkiye ile ilgili raporlarda "Türkiye'de basın özgürlüğü yok" denilerek Türkiye'nin özgürlük olmayan bir ülke olarak tanıtıldığını belirten Arınç, şunları söyledi:
"Bir bakan olarak değil ama Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bundan utanç duymamız lazım. Nasıl böyle raporlar tanzim edilebilir, gerçekten durum bu mudur, gerçek durum bu değilse niçin böyle raporlarda 'şu kadar gazeteci tutuklu, cezaevinde veya hükümlüdür' deniliyor.
Araştırma sonuçlarından birisi, gazeteciliğin ne olduğu konusunda düğümleniyor. Bir insana mesleğini sorarsanız, 'bakkalım, kasabım, taksi şoförüyüm' diyebilir. Aynen bunun gibi birileri de 'gazeteciyim' diyor. Gazetecinin hangi suçu işlediği için cezaevinde olduğuna baktığınızda, banka soyma teşebbüsünden veya öldürmek fiilinden dolayı cezaevinde olduğunu görüyorsunuz; bölücü veya başka terör örgütüyle doğrudan eylem birliği içinde patlayıcı sakladığını veya bir başka yere naklettiğini görüyorsunuz. 'Gazetecilik' sıfatı bu kadarı ucuz mu? Biz kime 'gazeteci' diyeceğiz? Herkes 'ben gazeteciyim' dediği zaman gazeteci mi olacak? Bunun bir sınırı yok mu? Türkiye'de 60, 70, 80'li yıllarda öyle müteahhitler türedi ki Manisa'nın en kıymetli müteahhidi ayakkabı tamirciliğinden gelmişti. Küçük bir sermaye ele geçirdi ve adı müteahhide çıktı. Sonradan Yalova'daki depremde evleri üst üste yığılan Veli Göçer'ler gibi bunların da yaptıkları sorunlu olmaya başladı. Bir insana niçin, nasıl, neyi başardığı için 'müteahhit' diyeceğiz? Bir meslek kriterimiz yok. Basın kartı sahibi 14 bin arkadaşımız var. Bir insanın 'gazeteciyim' demesi için basın kartı sahibi olmasına gerek yok. Onun ayrı şartları var. Nefret kusan insanlar var. Belli amaçlarla çıkan 500, 600 trajlı gazeteler var. Sadece Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanlık yapmak için attığı başlıklarla sadece propaganda yapan değil, 'öldür' diye emreden, şiddeti gösteren ama 'gazeteciyim' diyen insanlar var. Olumsuz noktalardan hareketle bir tarife gitmemiz lazım. Kim gazetecidir? Kendisine 'gazeteciyim' demesine rağmen gerçekten gazeteci sıfatını taşımaya layık mıdır, kriterlere sahip midir?
Mesele en son 49 kişi içeride tutuklu veya hükümlüdür. Bu sıfatı taşıyan veya taşıması gerekenleri dikkate aldığımızda bunun 5'i geçmeyeceğini görürsünüz. Gazetecilik mesleğini ve sıfatını gerçekten taşımaya layık olmak için hangi kriterlere ve ölçülere sahip olmak gerektiğini bulmalıyız."
MHP İstanbul Milletvekili Murat Başesgioğlu, basın çalışanlarının durumunun kritik olduğunu, çalışma şartlarının ve iş güvencelerinin korunması gerektiğini kaydetti.
Çalışma hukukunda "teşmil" diye bir yöntem olduğunu belirten Başesgioğlu, "Eğer siyasi irade basın çalışanlarını koruma konusunda bu karalılığını devam ettirecekse, Anadolu Ajansı'nda (AA) yapılan toplu sözleşmeyi bütün basın kuruluşlarına teşmil ettiğiniz zaman başka hiçbir şeye gerek yok. Hepsi AA'da çalışan kardeşimiz kadar güvenceye sahip olur" dedi.
(Yeni Haber: Giriş Saati: 09.07.2014  13:05 - Güncelleme: 09.07.2014  14:25)

5 Temmuz 2014 Cumartesi

HAKKANİYET, ADALET, DEMOKRASİ VE EŞİTLİK MEVZUATI HAKKINDADIR!...

O, Adalet ve Fazilet timsali idi
YÜKSEK SEÇİM KURULU
BAŞKANLIĞINA
ANKARA
Bilindiği üzere 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turu yapılacaktır. Kurulunuzca belirlenen seçim takvimine göre, “Kamu Görevlisi olan adaylar; adaylıklarının kesinleştiği 11 Temmuz 2014 Cuma günü mevcut görevlerinden istifa etmiş sayılırlar” denilmektedir. Oysa 01 Temmuz 2014 tarihi itibariyle aday olduğunu açıklayan Başbakan Recep Tayip Erdoğan ve AKP yetkilileri, 61. Hükümetin Baş Bakanı Erdoğan’ın istifa etmesinin gerekmediğini iddia ve ifade etmiş bulunmaktadırlar. (01/02 Temmuz 2014)
Şu hale nazaran: Türkiye Cumhuriyeti Baş bakanı sıfatıyla “kamu ita ve icra amirliği” makamı ile iştigal eden biri, kamu görevlisi midir?, görev, yetki ve sorumluluğu gereği, tüm kamu dairelerine, memur, işçi ve çalışanlarına emir veren birinin “kamu görevlisi” olmaması kabil ve mümkün değildir. Böyle bir çelişki ileri sürülemez, tasavvur bile edilemez...
Kaldı ki; 59., 60. ve 61. hükümetlerin başı namı ve “kamu görevlisi” sıfatıyla Recep Tayip Erdoğan’ın bu sıfatı, defalarca Türkiye Cumhuriyeti Mahkemelerince kabul ve karara bağlanıp buna göre: “Başbakan’a, yayın yoluyla hakaret edildiği gerekçesiyle TCK 125/3.a maddesine göre defalarca para cezası hükmedilmiş” olmakla;
(1)- Adıyaman-Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesinin 2013/229 Karar ve 2014/78 Esas No ile (2)- İzmir-Tire Sulh Ceza Mahkemesinin 2014/82 Karar ve 2014/279 Esas sayılı kararları ile sabit bu husus.; Asli Yargı tarafından hiçbir kuşkuya yer vermeyecek sarahatte kabul, ilân, ikrar, tescil ve ispat edilmiş bulunmaktadır.
Ayrıca, 657 Sayılı Devlet Memurları Kanunu, 4. Maddesi’nde, Devlet Memuru (kamu görevlisini) şöylece tanımlamaktadır: Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın, devlet ve diğer kamu (kurum ve kurul) tüzel kişiliklerince genel idare esaslarına göre yürütülen aslî ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile görevlendirilenler, bu kanunun uygulamasında memur sayılır.”
Baş Bakan ve Bakanlar Kurulu üyeleri; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 8, 10, 40, 104 ve 109. madde hükümleri dairesinde Cumhurbaşkanı tarafından “atama yoluyla” yetkili ve görevli kılınarak vazife tevdii edilir. Bu görevlerin seçilmişlikle doğrudan ilgisi yoktur; Zira seçilmemiş olanlar da aynı usul ve esaslara göre atanmak suretiyle görevlendirilebilirler. 
Dahası: (1) Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.11.1985 tarih 410/595 sayılı kararında;
“TCK’nın 279. Maddesine göre memur, Devlete ait bir iktidar ve yetkiyi kullanarak hukuksal işlem veya eylemin uygulanmasını gerçekleştirenlerle, bu hukuksal işlem ve eylemin (şahsen) uygulanmasına kamu hukuku usulüne uygun bir şekilde katılan ve yardım edenlerdir.”
(2) 6136 Sayılı Kanuna dayanılarak 21. 03. 1991 yıl ve 91/1779 sayı ile çıkartılan Bakanlar Kurulu Kararına göre: Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkında Yönetmeliğin (a) bendi; “Kanunun 7. ci Maddesinin birinci fıkrasının (1) , (2) numaralı bentlerinde sayılanlar ile (3) numaralı bendi uyarınca “silah taşımalarına karar verilen Kamu Görevlileri”:
“Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar ve Yasama Organı Üyeleri ve bu görevlerde bulunmuş olanlar…” denilmektedir. Dolayısıyla, “Kamu Görevlileri” söylemi; Nerede, hangi anlam, bağlam ve kapsamda kullanılırsa kullanılsın, sonuçta çeşitli kamu kuruluşlarında çalıştırılan ve hukuki durumları birbirinden farklı olan tüm görevlileri içine almaktadır. Yani “Kamu Görevlileri” tanımı ve kapsamına Cumhurbaşkanından, kamuya ait herhangi bir kurum, kuruluş ya da fabrikada işçi olarak çalışan kimseye kadar herkes girmektedir.
Nihayet: Anayasamızın 39, 40, 71 ve 137. Maddelerinde vazedilen “Kamu görev ve hizmetlerinde bulunanlar”, “Resmi Görevliler”, “Kamu hizmetine girenler”, “Kamu (kurumu) hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse” deyimleri de, bu anlam ve kapsamda “KAMU GÖREVLİLERİNİ” ifade eder.
Netice Olarak: Seçimlerin tartışılmaz; Demokrasi, Adalet ve Hukukun vazgeçilmez, mutlak ilkesi olan eşitlik, dürüstlük ve şeffaflık gereği, Başbakan Erdoğan’ın, C. Başkanlığı adaylığının kesinleştiği 11.Temmuz.2014 tarihinden itibaren, istifa etmiş sayılacağının karara bağlanmasını; Saygılarımla arz, adalet, eşitlik ve hukukun tecelli ettirilmesini talep eylerim. 
Mustafa Nevruz SINACI
            [Not: İş bu dilekçe: 04.07.2014 tarih ve 17481 sayı ile YSK Başkanlığına teslim edilmiştir]