28 Aralık 2016 Çarşamba

BİR İTİRAF DA ONDAN GELDİ & Müyesser Yıldız

BİR İTİRAF DA ONDAN GELDİ
Müyesser Yıldız
Türkiye-Barzani ilişkileri ve Peşmergenin Kasım 2015'te “fethettiği” Sincar(Şengal)'ın bugün PKK'nın eline geçmesi, burasının ikinci bir Kandil olması endişesi, hem AKP dönemi dış politikamız, hem de nasıl aldatıldığımız konusunda derslerle dolu.
Bir vakitler Erdoğan'ın, “Türkiye olarak bizim muhatabımız Barzani olamaz ki... Türkiye olarak bizim muhatabımız Irak'ın merkezi yönetimidir... Kaldı ki, Barzani'nin şunu çok açık net ortaya koyması lazım; Terör örgütüyle ilgili olarak terör örgütüne o bölgede yataklık yapar durumdalar. Olay budur. Uluslararası hukuk noktasında ne anlama geldiği de bellidir” dediği Barzani, bugün Türkiye'nin neredeyse tek müttefiki... Hatta PKK'yla mücadelede yegâne umudu!..
Yine bir vakitler AKP'nin önemli isimlerinden Cemil Çiçek'in, “Dünün postal yalayıcısı” dediği Barzani bugün artık bir “Sayın”!..
Konumuz; “Barzani'nin egemenlik alanında” olduğu söylenen Sincar'da ikinci bir Kandil doğması.
Terör ve bölücülüğün karargâhı birinci Kandil'i anlatmaya gerek yok. Orası da “Barzani'nin egemenlik alanında” ve on yıllardır bölücü teröristleri buradan çıkartmak için parmağını dahi oynatmadı.
2015 Kasım'ından beri ise gözümüzün önünde ikinci Kandil'i kuruyorlar.
“Irak Kürdistan Bölgesi Başbakanı Neçirvan Barzani” birkaç gün önce Duhok Amerikan Üniversitesi'nde düzenlenen “Bağımsızlık Sonrası Kürdistan” (Konu başlığına lütfen dikkat. Bağımsızlık, yani 'Kürdistan” işi hallolmuş, 'sonrasını' konuşuyorlar) konferansında, PKK'nın Sincar bölgesinden çıkması gerektiğini belirtirken şunları söyledi:
“PKK'nın Sincar'daki varlığı bölgede istikrarsızlığa sebep oluyor. Sincar'ın yeniden inşa edilememesinin sebeplerinden biri de PKK'nın oradaki varlığıdır. PKK'nın şunu anlaması lazım; halkın yararı için bölgeden çıkması gerekiyor.”
PKK'ya “rica”da bulundu yani. Ancak, “Eğer PKK Sincar'da kalma ısrarına devam ederse güç kullanırız imasında mı bulunuyorsunuz?” diye sorulunca, “evet” karşılığını verip, “ricasını” şöyle sürdürdü:
“Sincar'ın nasıl yönetileceğine, Sincar halkı karar vermeli. Bu yüzden Sincar'a müdahale eden güçler orada kalmamalı. Bize göre PKK'nın Sincar'da kalmasına gerek yok. Bölgeden çıkmalıdırlar.”
Saraylarda ve en üst düzeyde ağırladığımız bu şahsın, “Sincar'a müdahale eden güçler” ifadesine de dikkat. Yani PKK terörist, terör örgütü değil, “güç”müş!..
Barzani'nin bu sözleri Ankara'yı memnun etti. Başbakan Yardımcısı Veysi Kaynak'tan şu açıklama geldi: “Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız çeşitli defalar ilân ettiler, MGK'nın çeşitli toplantılarının sonuç bildirisinde bunları açıkladılar; Şengal'de yeni bir Kandil oluşumuna asla müsaade etmeyiz. Bu ülkemize yeni bir mikrop yuvası kapısı açmak demektir. Ülkemize yeni bir mikrop sirayet edecek bir merkezin oluşmasına Türkiye Cumhuriyeti hükümeti asla müsaade etmez. Tabii Barzani kendi egemenlik sınırları içerisinde olduğu için kendi görevini yapıyor. Sayın Barzani'nin başarılı bir netice alması en büyük dileğimiz, ama olmadığı takdirde bunun gereğini Türkiye TSK marifetiyle yerine getirecektir.”
ABD izin vermediği için birinci Kandil'e hava operasyonu dışında müdahale edemezken, ikinci Kandil'e müdahale edeceğiz!.. Hani Musul'da da hem masada, hem sahada olacaktık?!.. Neyse ki, umudumuz “Sayın Barzani”!..
CUMHURBAŞKANLIĞI BAŞDANIŞMANI DA DAVUTOĞLU'NUN ALDATTIĞINI İTİRAF ETTİ 
Normal bir ülkenin 1 yılda yaşayamayacağı şeyleri 1 günde yaşıyoruz. Şoklardayız. Üstüne unutkanlığımızı ekleyince, Sincar'da neler olduğunu yeniden hatırlamak gerekiyor.
Sincar IŞİD'in eline geçmişti... Yıllardır, “Kandil'i temizlemek için yeterli gücümüz yok” diyen Barzani, IŞİD'le mücadele için 50 bin kişilik güç oluşturdu.
2015 Kasım'ının ilk haftasıydı; burası IŞİD'den kurtarıldı.
Medyamız bu gelişmeyi, “Peşmerge güçlerinin başarılı askeri harekâtı” diye aktardı ve peşmergeleri Türk Özel Kuvvetleri'nin eğittiğini vurguladı.
Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu da Barzani'yi arayıp, kutladı. Davutoğlu'nun, “Sözkonusu operasyondaki başarının münhasıran peşmerge güçlerine ait olduğunun herkesçe bilinmesi gerekir” dediği açıklandı.
Oysa Ankara görmezden, bilmezden gelse ve Barzani cenahı reddediyor görünse de o operasyonda PKK'nın oluşturduğu Şengal Savunma Güçleri (YPŞ) de yer almıştı... Nitekim o günlerde Peşmerge Güçleri Dicle Batı ve Doğu Cephesi Sorumlusu Zaim Ali'nin, “Başkan Barzani söz verdi. Hayatta olduğu sürece kardeş kavgasının olmasına müsaade etmeyeceğini söyledi. Bu yüzden biz asla PKK ile savaşmayı aklımızdan geçirmiyoruz” sözleri herşeyi açıklıyordu.
ABD cenahında da, “PYD-PKK’nın, Barzani’ye bağlı peşmergelerle birlikte Ezidi kenti Sincar’ı IŞİD’den geri alması” büyük bir övgüyle anlatılıyor ve bu, “Batı için Kobani’den sonra IŞİD’e karşı ikinci büyük başarı” olarak nitelendiriliyordu.
İktidar ve medyamız, Sincar'ın PKK'nın elinde olduğunu ve burada ikinci bir Kandil yaratıldığını, yani 2015'te “aldatıldığımızı” ne zaman anladı veya itiraf etti; Bu sene!..
Bugün bu konuda bir itiraf da geçmişte Barzani'nin danışmanlığını yapan, şimdi Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olan İlnur Çevik'ten geldi. Yeni Birlik Gazetesi'ndeki köşesinde, “Barzani de Artık PKK'dan Yıldı” başlıklı bir yazı kaleme alan Çevik, “Barzani'nin, PKK'nın silah zoruyla Kandil'den temizlenemeyeceğini anlayıp, siyasi çözüm, hatta arabuluculuk teklifinde bulunduğunu, ama ne zaman PKK’nın kendilerine de doğrudan tehdit olduğunu anlayınca işler değiştiğini” belirtip, Neçirvan Barzani'nin son açıklamalarına atıfla şunları anlattı:
“DEAŞ, Sincar’ı ele geçirince, PKK Ezidileri kurtarma bahanesi ile hem Suriye’den hem de Kandil’den güçlerini Sincar’a kaydırıp, orayı Peşmergelerle birlikte kurtardıktan sonra oraya da çöreklendi. Peşmergeleri oradan sürdü ve Barzani’yi güneyden, doğudan ve batıdan kuşatmaya başladı… Sonunda Barzani de bizim sözümüze geliyor. Yani Türkiye artık Sincar’da PKK’ya ağır darbeler vurabilir ve bilhassa Barzani, 'ne yapıyorsunuz?' demez, hatta yardım eder.”
Acaba?.. Barzani'nin, “Hayatta olduğum sürece kardeş kavgasına izin vermeyeceğim” sözü bir yana, ABD'nin, “Durun, siz kardeşsiniz” diyeceği belli değil mi?
Barzani Ailesi'nin, “Kürdistan'ın bağımsızlık” işi tamamlanana kadar Türkiye'yi oyaladığı, “PKK'ya karşıymış” gibi yaparak sadece milletimizi uyutmaya çalıştığı o kadar ortada ki!..
Erdoğan geçen yılın başında kelimesi kelimesine şunları söylemişti:
“Biz yeni bir Irak olsun istemiyoruz. Nedir bu? Kuzey Irak... Şimdi de Kuzey Suriye doğsun! Bunu kabullenmemiz mümkün değil. Burada Türkiye olarak üzerimizdeki yükün ağır olduğunun bilincindeyim, biz buradaki duruşumuzu korumak zorundayız. Aksi takdirde Kuzey Irak’tan sonra burada da bir Kuzey Suriye... Bu oluşumlar gelecekte büyük sıkıntılara yol açacaktır.”
İki gün önce İstanbul'daki bir açılışta ise, “Biz, Kuzey Suriye'de yeniden bir devlet kurulmasına müsaade etmeyeceğiz, bu böyle biline” dedi.
“Kuzey Irak'la ilgili duruşumuza” ne oldu?.. “Barzanistan oluşumu, hatta bağımsızlığı büyük sıkıntılara yol açmayacak” mı yani?
Bir de; MHP'nin muhalif isimlerinden Meral Akşener, ikidir İmralı ile görüşmelerin sürdüğünü iddia ediyor. Niye kimse çıkıp da yalanlamıyor?!.
Eğer doğruysa, Barzani bu görüşmelerin neresinde?..
Ve Sincar'a karşılık, Suriye'nin kuzeyinde PKK-PYD için yeni bir yerlerin denklemi mi kuruluyor?.. 
***
ENSEMİZDEKİ ASIL TEHLİKEYİ DE GÖRMELİYİZ…
NECDET BULUZ
Şimdilerde Dolar ile yatıp, Dolar ile kalkıyoruz. Dolar’ın ekonomimize nasıl bir etki yapacağı tartışmaları da sürüyor. İç ve dış siyasi belirsizliğin Doları zıplattığını söyleyen ekonomistler de var. Bizi yönetenler, Dolardaki yükselişin suni olduğunu, FETÖ terör örgütünün Türkiye üzerinde ekonomide oyun oynadığını söylüyorlar. Bu yaşananların da gelip geçici olduğuna vurgu yapıyorlar.
Hiç kuşkusuz bizim için sadece önemli olan Dolar ve ekonomik göstergeler olmamalıdır. Etrafımızdaki tehlikeyi de görmeliyiz. Özellikle Suriye ve Irak’taki yapılaşma ve gelecekte bölgedeki haritalardaki değişikliklerin bizi nasıl etkileyeceğinin de hesaplarını şimdiden yapmak durumundayız.
Sanki bizi Dolar ile baş başa bırakıp, bütün dikkatlerimizi buraya toplayıp, sınırlarımız dışında bizi daha da sıkıntıya sokacak adımların rahat atılmasının yolları aranıyor gibi geliyor. Özellikle Suriye’deki gelişmelere bakacak olursak durumu daha iyi anlamış olacağız.
Ensemizde çok büyük bir tehlike var. O tehlikenin adı Suriye’deki PYD/YPG güçleridir. Bu güçlerin içine sızan ve birlikte hareket eden terör örgütü PKK’nın durumudur.
Amerikalı yetkililer PYD/YPG güçleri için daha önce ne demişlerdi?
“Bu güçleri silahlandırıyoruz. Bizim kara gücümüz gibi hareket ediyor. En büyük düşman IŞİD’dır. IŞİD ile mücadelede büyük başarı gösteren PYD/YPG güçlerine bundan sonra da desteğimiz sürecektir. Silahlandırmaya da devam edeceğiz.”
Amerika’nın yeni Başkanı Trump’un dış politika danışmanları da bu görüşleri destekliyor. Yeni Başkanın ekibinden Mary Beth Long da son yaptığı açıklamada PYD güçlerine desteği sürdüreceklerinin mesajını verdi. Trump’da göreve başlamadı ama konu hakkında PYD/YPG konusundaki politikaların devam edeceğini açıkladı.
Burada asıl önemli olan şudur:
Amerika PYD/YPG güçlerini sadece IŞİD ile mücadele için kullanmıyor.
IŞİD, Suriye’deki varlığını yitirse bile Türkiye Amerika’nın desteğindeki PYD ve onun silahlı gücü YPG ile baş başa kalacak gibi görünüyor. İşte sözünü ettiğimiz “Ensemizdeki tehlike” budur.
Çünkü Amerika, Rusya’yı, İran’ı ve Esad’ı halen düşman görüyor. Bugün işbirliği yapmak durumunda olduğu bu isimlere karşı bölgede kendi çıkarları için “tampon bölge” konumunda gördüğü koridoru mutlaka hayata geçirmek istiyor. Bu koridor PYD/YPG güçlerince oluşturulacak ve korunacak. Böylece Suriye’nin Kuzeyinde Rusya-İran-Esad tehlikesine karşı bir kale inşa edilmiş olacak.
İşte bu proje Türkiye’nin bölgedeki, özellikle de Suriye üzerindeki “kırmızı çizgi” ve görüşlerine tamamen aykırıdır.
Şimdi sinsice oluşturulmak istenilen bu projeyi tehlikeli olarak görmeyecek miyiz? “Ensemizdeki en büyük tehlike” demeyecek miyiz? Bu oluşum bütün hızı ile sürüyor. Biz halen Dolar ile uğraşıyoruz ve tüm dikkatlerimizi bu tehlikeden uzaklaştırıyoruz.
Rusya ile uçak krizinden sonra “yakınlaşıyoruz” diyoruz ya, işte bu oluşumlar Rusya ile yakınlaşma stratejilerimize de uzak kalıyor. Rusya, bölgede çıkarları neyi gerektiriyorsa o şekilde hareket ediyor. Esad ve Halep üzerindeki tüm hesaplarımızın kapanmasını isteyenin de Rusya olduğunu unutmayalım.
Bütün bu gelişmelere karşı nasıl bir hazırlık içindeyiz, projelerimiz ne, neler oluyor, neler bitiyor bunları da şu an için bilemiyoruz. Çünkü bütün meselemiz Dolar’ın sonunun ne olacağı üzerine kurulmuş durumda.
“Fırat Kalkanı” adı altında Suriye topraklarında ÖSO ile başlattığımız operasyonların sonucu ne olacak? Daha açıkçası “Fırat Kalkanı” hedefine ulaştı mı? Dikkat edilecek olursa Amerika sürekli olarak bunu engelliyor. Özellikle de PYD/YPG güçlerine karşı hiçbir şekilde hareket edilmemesini istiyor.
Halep’teki Türkmen vatandaşlarımız şu anda evlerini terk etmiş durumda. “Fırat Kalkanı” ile Tükmenler’i de korumaya alacaktık. Ancak Rusya karşı çıktı. Halep’teki rejim güçleri dışında kalanları da “terörist” ilan etti. Hiçbir şey yapamıyoruz, sesimizi de çıkaramadık. Çünkü Dolar’ın ne olacağı ile uğraşıyoruz.
Bazı güçler bizi bölgeden koparmak istiyor. Önümüze tuzaklar kuruluyor. Ekonomimizle oynayarak önümüzü görmemiz engelleniyor.
Suriye’deki “Kürt Koridoru”nun sadece Suriye ile sınırlı olmayacağı, bunun Kuzey Irak uzantısının da olacağını yine ABD’nin yeni Başkanı Trump’un ekibinden Mary Beth Long açıklıyor. Yanı başımızda gelecekte Bağımsız bir Kürt Devleti’nin temellerinin atılmak üzere olduğunu görmekteyiz.
Nitekim Kuzey Irak’taki Peşmergebaşı Barzani ve ekibi de bu konuda yaptıkları açıklamalarda “Yeni devlet için gün sayıyoruz “demiyorlar mı?
Özetleyecek olursak, sınırlarımızdaki sorunlarımız henüz aşılmış değil ve daha da tehlikeli duruma gelmek üzere. Eğer Amerika, güney sınırımız boyunca uzanacak bir Kürt tampon bölgesi kurarsa –ki kurmakta kararlı- ne yapacağız? Bu bölgesinin oluşmasına Rusya da ses çıkarmıyor.
Batı ise gerek Suriye, gerek Irak ve gerekse bölgedeki gelişmelerde ve oluşumunda baştan bu yana Amerika’nın yanında yer alıyor. Biz hala adı geçen bu ülkelere “dost” ya da “müttefik” diyebilir miyiz?
necdetbuluz@gmail.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder