TÜRKİYE’Yİ KASIP KAVURAN FİTNE
Prof. Dr.
Burhanettin Can
İçinde bulunduğumuz coğrafya, değişik güçlerin
dünya hâkimiyeti için anahtar konumundadır. Değişik güçler, bu coğrafyada
hâkimiyet kurabilmek için 50 -100 yıllık projeler yapmışlar ve uzun vadeli bir
strateji çizmişlerdir. Gerek bölgesel ve gerekse küresel güçler, bu projeler
üzerinden birbirleri ile bazen doğrudan, bazen de taşeronlar üzerinden(“vekâlet
savaşları”) hesaplaşmaktadırlar. Bu hesaplaşma, bir fitne ateşini yakarak İslâm
coğrafyasını kan
gölüne çevirmiştir.
Bu fitne ateşinin tüm sorumluluğunu ve suçunu,
dış güçlere yükleyip kendimizi temize çıkarma, gerçekçi bir yaklaşım değildir.
Bu nedenle “Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz?
Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?”(2 Bakara 44)
ayeti kapsamında, genel olarak İslam Coğrafyasının iç dinamiklerinin, özel
olarak da, Türkiye’nin iç dinamiklerinin, içinde yaşanılan büyük kaos ortamının
ortaya çıkmasında payı olup olmadığı tartışılmalıdır.
Bu amaçla, “İslâm Ümmetinin Helâk Şekli: Birbiri
ile Savaşma” adlı makalemiz, “helâk” anahtar ve odak kavram merkezli olarak
kaleme alınmıştı. Burada, Ümmetin içinde bulunduğu bu durum, bir başka anahtar
ve odak kavram olan Fitne Kavramı, göz önüne alınarak değerlendirilmekte,
dersler çıkarılmakta ve tekliflerde bulunulmaktadır.
Fitne kelimesi, Arapça ftn kökünden türemiş bir
isimdir. Fitne ve ftn kökünün Arap dilindeki anlamları, aşağıdaki gibidir
(1-7):
“Yakmak/yakma, bir şeyi ateşle yakmak/yakma.
Bir şeyi ateşin içerisine atmak/atma, ateşte
eritmek, altın ve gümüşü ateşle eritme.
Bir şeyi sınamak, denemek, test etmek, imtihan
etmek, inceleyip tetkik etmek, bir şey hakkında bilgi almak, bir şeyi iyice
bilmek, deneyerek öğrenmek, bir şeyi arıtıp katışıksız hale getirmek, denemek
için özellikle güç işlere maruz bırakmak. Daha çok belâ ve musibetle imtihan
etme; zor bir teste tâbi tutma.
Öldürmek, azap ve işkence etmek, eziyet etmek,
sıkıntı ve belâya sokmak, sıkıntıya düşmek.
Bir şeyin kalbe çok hoş ve sevimli gelmesi, hoşa
gitmesi, çok beğenilmesi, birini büyülemek, birinin aklını başından almak,
aklını çelmek, gönlünü çalmak, insanı ne yapacağını bilmeyecek derecede
şaşkına çevirmek, tutkun olmak, âşık olmak.
Bir şeyi isteme de çok aşırı gitmek.
Döndürmek, vazgeçirmek, kişiyi üzerinde olduğu
durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak, kişiyi hedefinden
uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek.
Birini ayartmak, azdırmak, saptırmak.
Kötülüğü istemek, kötü yola düşmek.
İnsanlar arasında kargaşa/huzursuzluk çıkarmak”.
"Yakmak, bir şeyi ateşle yakmak"
anlamına gelen ftn kökü, başlangıçta, özellikle altın, gümüş gibi “madenlerin
hâlis’ini sahtesinden ayırmak için ateşte eritilmesini” ifade etmek için
kullanılırken; daha sonra, bu kök anlamından hareketle 'bir şeyi sınama ve
özellikle de zor şeylerle deneme' anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Daha
sonra da fitne ve türevlerinin anlam alanı genişleyerek, “hâlisini sahtesinden
ayırmak için altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak, madeni ateşte
eritmek, bir şeyi ateşte eritmek, yanmak, yakmak, bir kimseye dininden ve
görüşünden dönmesi için işkence etmek, bir şeyi denemek, sınayarak öğrenmek,
sınamak için güç, zor ve sıkıntılı işlere maruz bırakmak, bir kimseyi sıkıntıya
uğratmak, birini ayartmak, azdırmak, baştan çıkarmak, kandırmak, saptırmak;
kişiyi üzerinde olduğu durumdan uzaklaştırmak, bir şeyi ortadan kaldırmak,
kişiyi hedefinden uzaklaştırmak, düşünce ve inançlarından vazgeçirmek; dalâlete
düşmek, bir şeyden çok hoşlanmak; bir şeye aşırı düşkün ve tutkun olmak; âşık
olmak, birini büyülemek, birinin aklını başından almak, gönlünü çalmak, aklını
çelmek, insanı ne yapacağını bilemeyecek derecede şaşkına çevirmek, döndürmek,
deneme ve tecrübe etme, imtihan, belâ, kötülük yönünden ayartma, mihnet, azap,
iğva, kışkırtma, azdırma, baştan çıkarma, zulüm, baskı, ayrılık, nifak,
karışıklık, kargaşa, iç savaş, kanlı çarpışma, ihtilaf, çekişme, birbirine
düşme, kardeş kavgası” anlamlarını ihtiva eden bir boyut kazanmıştır(1 - 4).
Arapça olan fitne ve türevleri, dilimize anlam
alanı daraltılmış olarak geçmiştir(8, 9): “Belâ, musibet, sıkıntı; geçimsizlik;
ihtilal; dinsizlik, canilik; ceza; delilik; güzel yüz, güzel göz, güzel kadın;
imtihan, deneme; ayartma, azdırma, baştan çıkarma; karışıklık, kargaşa; ara
bozma, bozgunculuk, fesat, küfür, azgınlık, sapıklık; arabozan, karıştıran,
fesat çıkaran; fitneye sebep olacak kadar güzel kadın”.
Kuran’da ftn ve türevleri, yirmi yedi tanesi
Mekkî, otuz bir tanesi de Medenî olmak üzere toplam elli sekiz âyette yer
almaktadır(1).
Kur'an-ı Kerim'de fitne kavramı ve türevleri,
hem sözlük anlamıyla hem de ıstılahı anlamı ile kullanılmaktadır. Ulema,
müfessirler, fitne ve türevlerinin yer aldığı bazı ayetlerde bu kavramlara
bazen aynı anlamı, bazen de farklı anlamları vermişlerdir. Bu açıdan
müfessirler, Kur'an'da yer alan fitne kavramının anlamı konusunda ortak bir
mutabakata varamamışlardır.
Ulemanın, yaptıkları yorum ve
değerlendirmelerden yararlanarak fitnenin Kurandaki anlamlarını, aşağıdaki gibi
sınıflandırmak mümkündür(1, 2, 6, 7, 10, 11):
İmtihan,
Deneme, Sınama(2/102; 6/53; 7/155; 8/28; 9/126; 17/60; 20/40,
85, 90, 131; 21/35, 111; 22/53, 25/20; 27/47; 29/2, 3; 38/24, 34; 39/49; 44/17;
54/27; 64/15; 72/17; 74/31). Fitne kelimesi, Kur'an'da
en çok bu anlamlarda kullanılmaktadır(1).
Sapma, Saptırma
Ve Ayartma(3/7; 5/41, 49; 6/23; 7/27; 9/48; 17/73; 27/47;
Azap
(37/63; 51/13, 14)
Delilik (68/1-7;
15/6-7)
FİTNE KELİMESİNİN ISTILAHI ANLAMI
Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılabileceği gibi,
fitne kelimesi ve türevleri, çok anlamlı kelimeler olup çok farklı kelimelerle
etkileşmekte ve bu etkileşimin sonucu bir semantik alan meydana
getirmektedirler. Meydana gelen semantik alanda kelime, yalnızca sözlük
anlamını ifade etmemekte, onu da merkeze alan daha geniş, biraz da farklılaşmış
bir anlama bürünmektedir. Sözlük anlamının dışında ilişki zincirinden doğan bu
anlama ıstılahı anlam denmektedir. Fitne kelimesi ve türevlerinin, genel
olarak, hadislerin etkisiyle zaman içerisinde kazandığı ıstılahı anlam vardır.
Ancak bu noktada da ulema, ittifak halinde değildir(1, 12).
Fitne kelimesinin tek bir tanımının
yapılamamasının sebebi, kelimenin çok geniş bir anlam kümesine sahip olması ve
nispet edilen varlık alanının Allah, insan ve şeytanla alakalı olmasından
dolayıdır.
Fitne kelimesi; Allah ile ilgili olduğu
zaman(“Allah’a nispet edildiği zaman”), “lehlerine ya da aleyhlerine olmak
üzere, kulların iyi ya da kötü şeylerle denenmeleri”, “sınavı”; beşerle ilgili
olduğu zaman(beşerden kaynaklandığı zaman) “her türlü kötülük”, “ayartma”,
“manevi çöküntüye uğrama”, “baskı”, “dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve
şeytanla ilgili olduğu zaman “saptırma” anlamlarına gelmektedir(1, 2).
Çok geniş bir anlam kümesine sahip olan fitne
kelimesinin, hemen hemen her alt anlamına tekabül eden başka kelimeler, sözlüklerde ve Kuran’da
mevcuttur. Kuran’da bu kelimeler, kendi dar anlamları ile ilgili kullanılırken;
fitne kelimesi, her bir kelimeyi kuşatacak şekilde kullanılmaktadır. Bu nedenle
fitne kelimesinin meydana getirdiği semantik alanda, bu kelime grupları ile
kurulan ilişki, çok karmaşıktır.
Belâ-İbtilâ,
İmtihan, Musibet, Zulüm, Ezâ, Fesâd, Tefrika, İdlâl ve Dalâlet,
İğvâ, Azâb kavramlarının, fitne
kelimesinin ihtiva ettiği anlamlarla doğrudan ilişkileri vardır. Bunların dışında, Darrâ, be'sâ, şer, hızy,
dâire, kâria kelimelerinin bazı kullanımları, fitnenin "belâ ve
musîbet" anlamıyla; habâl kelimesi, fitnenin, "bozgunculuk"
anlamıyla, mecnûn kelimesi fitnenin "delilik" anlamıyla; ihrâk
kelimesi, fitnenin "yakmak" anlamıyla; ricz, 'ıkâb kelimeleri,
fitnenin "azap" anlamıyla; sadd kelimesi, fitnenin "haktan saptırma,
engelleme, alıkoyma" anlamıyla ilişkilidir(1, 2, 6).
Fitne ile ilgili âyetler, nüzul sürecine bağlı
olarak incelendiğinde, hem Mekke’de hem de Medine’de nazil olmuşlardır. Fitne
ve türevlerinin yer aldığı ve Mekke’de ilk nazil olan ayet, 68 Kalem Sûresinin
6. Ayetidir(1,7). Fitnenin 'imtihan, sınama', 'baskı, zulüm, işkence', 'sapma,
saptırma, ayartma' anlamları, hem Mekkî ve hem de Medenî sûrelerde yer
almaktadır. 'Fesat, kargaşa, karışıklık çıkarma', 'belâ, musibet' anlamları,
Medenî âyetlerde; 'azap, yakılma, ateşe atılma' anlamları ise, Mekkî âyetlerde
yer almaktadır(1,7). Medenî âyetlerde, Müslümanlar için fitnenin çok büyük bir
tehlike olduğuna özellikle dikkat çekilmektedir(17/73; 6/23; 29/2, 3, 10;
2/102, 191,193, 217; 8/25, 28, 39, 73; 3/14; 6/5; 4/91, 101; 57/14; 24/63;
22/11, 53; 64/15; 5/49, 71, 9/48, 49, 126).
Fitne kavramı Mekke'de, daha çok ferdî sıkıntı
ve bunalımla ilgili olarak; Medine döneminde ise değer, iman ve zihniyet
değişimi, dönüşümü ve hâkimiyet mücadelesi ile ilgili olarak kullanılmaktadır.
Fitne kelimesi, “Allah yolundan alıkoyma”,
“insanları saptırmaya çalışma” anlamlarında, hem Mekkî ve hem de Medenî
âyetlerde yer alırken(37/162; 5/49; 7/ 27). 'Fesat, kargaşa, karışıklık
çıkarma”, 'belâ ve musîbet' anlamlarında fitne kelimesi, Medenî sûrelerde
geçmektedir(33/14; 9/47-48; 3/7; 5/71; 8/25; 24/63; 22/11) (1,2).
FİTNE KAVRAMININ DÖRT BOYUTU
Kur’an’da fitne kelimesi; Allah, insan ve
şeytanla alâkalı olarak üç varlık alanı ile ilgili kullanılmaktadır. Üç
varlıkla ilgili kullanıldığında fitnenin çok geniş olan anlam kümesi,
kullanıldığı varlıkla ilgili olarak genel anlam kümesinin bir alt anlam kümesi
olarak sınırlandırılmaktadır. Bu durumda fitne kelimesi; Allah'a nispet
edildiği zaman “lehlerine ya da aleyhlerine olmak üzere, kulların iyi ya da
kötü şeylerle denenmeleri”, “imtihan edilmeleri”, “beşerden kaynaklandığı
zaman, “her türlü kötülük”, “ayartma”, “manevi çöküntüye uğramaları”, “baskı”,
“dînî-siyasî, sosyal kargaşa ve kaos” ve şeytandan kaynaklandığı zaman da
“saptırma” anlamına gelmektedir(1,2).
Fitne kelimesinin gerek sözlük anlamları, gerek
Kur’an’da geçen anlamları ve gerekse ıstılahı anlamı göz önüne alındığında
fitne kelimesi, Allah, insan, şeytan ve
değişik imtihan konularının yer aldığı dört boyutlu bir uzayda, her boyutu birbiri
ile bağlantılı bir “anlam alanı” oluşturmaktadır.
Fitne kavramının anlam alanının dört boyutlu bir
yapı olduğunu göz önüne aldığımızda fitne sistemini, şöyle formüle edebiliriz:
İmtihan eden :
Allah
İmtihan edilen: İnsan
İmtihan konuları/araçları: Nimetler ve külfetler
İmtihanda saptırıcı, kafa karıştırıcı unsurlar:
İblis, cin ve “insan şeytanları”
İmtihan sonucu: Ödül ve ceza
Fitnenin son bulması: Tüm dünyanın
İslâmlaştırılması. (2 Bakara 193, 8; Enfal 39, 72-73).
FİTNE KAVRAMININ ALLAH BOYUTU:
ALLAH’IN İMTİHAN
ETMESİ
Genel olarak imtihan, “kabiliyeti ölçmek için
yapılan yoklama”, “kişinin mânevi direnme gücünü ortaya koyan zor durum”
anlamına geldiğine göre, Allah’a nispet edilen fitne kelimesi, ödül ve ceza
için bir arındırma, ayrıştırma mekanizmasıdır. Kur'an'da da, en çok bu anlamda
kullanılmaktadır(1).
İnsanlık, değişik fitnelerle sürekli ve karmaşık
bir denemeye tâbi tutularak, tekâmüle doğru yol alması istenmektedir. Ayrık
otlarının, zehirli unsurların, hastalıklı yapıların arındırılarak, ayrıştırılarak
insanlığın tekâmül etmesi, olgunlaştırılması, daha sağlıklı ve sıhhatli bir
yapıya kavuşturulması ve bu imtihan karşısında takındığı tutum ve tavra göre
ödüllendirilmesi için fitne bir sistem olarak ortaya konmuştur. Bu imtihan,
bazen nimetle, bazen de külfetle gerçekleştirilmektedir.
Allah, her şeyi bir kanuniyete göre yaratmıştır.
Sünnetüllah diye isimlendirilen bu ilâhî yasa, değişmezdir (17 İsra 77; 33
Ahzâb 38; 48 Fetih 23). Kâinattaki her şey ve her canlı bu yasaya tâbidir.
Fitne sistemi, bu genel sistem içerisinde, insanların arındırılması,
ayrıştırılması ve bu arındırma ve ayrıştırmanın sonucuna göre ödüllendirilmesi
ile ilgili özel bir alt sistem, özel bir alt yasa olarak var kılınmıştır:
“Her nefis ölümü tadıcıdır. Biz sizi, şerle de,
hayırla da deneyerek imtihan etmekteyiz ve siz bize döndürüleceksiniz.” (21
Enbiya 35).
İmtihan bir ayrıştırma olduğuna göre imtihanın
şartları; “Andolsun, biz sizi bir parça korku, açlık ve bir parça mallardan,
canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri
müjdele.”(2 Bakara 155) ayetinde belirtildiği gibi, insan için özel anlam ve
ağırlığı olan, sevgiyle bağlandığı, sevdiği onun için fedakârlık ettiği, hatta
hayatını ortaya koyduğu alan ve konularla ilgilidir. İnsanın tâbi tutulduğu
imtihan mal, mülk, makam, rızk, evlat, eş, dost, akraba, kavim, sağlık, ölüm,
hastalık, musibet, yokluk, düşman tasallutu gibi hem nimet, hem de külfet
şeklinde ortaya çıkmaktadır. Fitne kapsamında insanın tâbi tutulduğu/tutulacağı
alan ya da konuların bilinmesi ve göz önüne alınması, imtihanın başarılabilmesi
için önemlidir.
FİTNENİN İMTİHAN EDİLEN BOYUTU:
Tevhid dinine göre, bu dünya - öteki dünya
denkleminde; bu dünya, öteki dünyanın tarlası olarak vardır. Dolayısıyla bu
dünyada, insanların yapıp ettiklerinin karşılığında öteki dünyada gidip
yaşayacağı mekân, ya cennet, ya da cehennemdir. İşte İlâhi denklemde,
Sünnetullah’da, fitne sistemi, bir yol ayırımı olup, iman edenle etmeyeni,
samimi olanla olmayanı, sebat edenle etmeyeni, dürüst olanla olmayanı, zalimle
mazlumu, âdil olanla zalim olanı, Hak ile batılı, doğru ile yanlışı, temiz ile
pisi, hak yolda olanla olmayanı, ihlaslı olanla olmayanı, kalbinde hastalık
olanla olmayanı, dünyevileşenle dünyevileşmeyeni, muttaki olanla olmayanı, saf
altınla cürufu/posayı birbirinden ayıran bir kavşak noktasıdır. Bu ayrıştırma
işleminde şeytan, katalizor olarak görev icra etmektedir.
Peygamber olsun olmasın, iman etmiş olsun ya da
olmasın tarih boyu herkes bu temel yasaya tâbi olmuştur ve tâbi olacaktır (2
Bakara 214; 3 Âl-i İmran142; 29 Ankebut 2-5). İmtihan, insan iradesinin test
edilmesidir; insanın özgür iradesi ile yapacağı/yaptığı bir tercihle alâkalı
olarak tâbi tutulacağı ödül ve ceza sisteminin açığa çıkmasıdır. Allah, her
türlü alternatifi yaratandır. İnsan ise yaratılanlar arasında tercih yapandır
(3Âl-i İmrân 265; 4 Nisa 79; 30 Rûm 41; 42 Şura 30). O nedenle, hikmeti farklı
olmakla beraber peygamberler dâhil herkes bu sisteme tâbidir.
Bu çerçevede Kur’an ayetleri incelendiğinde,
Âlemlerin Rabbi olan Allah, Peygamberlerinden aşağıya insana doğru bir
arındırma sistemi ortaya koymuştur. Buna göre Kur’an’da yer aldığı şekliyle,
fitne sisteminde, imtihana tâbi olanları aşağıdaki gibi tasnif edebiliriz:
Genel olarak tüm insanların imtihan edilmesi
Özel olarak Müminlerin
imtihan edilmesi
Özel olarak Kâfirlerin
imtihan edilmesi
Hz. Davut( 38 Sad 24-25)
Hz. Süleyman( 38 Sad 34-39)
Hz. İbrahim(2 Bakara 124)
Hz. Musa ( 20 Taha 40; 28 Kasas 14-28)
Semûd kavminin
imtihan edilmesi
İsrâiloğullarının
imtihan edilmesi
Firavun’un kavminin imtihan edilmesi
Hz. Musa’nın kavminin imtihan edilmesi
DİN KAVRAMININ ALTI BOYUTU VE FİTNE SİSTEMİ
Din, İslâmî terminolojide anahtar/odak
kavramlardan birisidir. Din kelimesi, dil yönünden incelendiğinde; baş eğmek,
itaat etmek, hakkını almak, ödünç almak, borç almak, borç vermek, adet edinmek,
baş eğdirmek, zorlamak, hesaba çekmek, idare etmek, ceza veya mükâfat vermek ve
hizmet etmek gibi anlamları bulunmaktadır (3,4,13,14). Kur’ân-ı Kerim’de dinin
bütün bu anlamları birbiri ile bağlantılı kullanılmakta ve 6 boyutlu bir yapı
tanımlanmaktadır:
1. Yüce egemenlik sahibinden gelen üstünlük ve
galibiyet: Allah.
2. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler
sistemi: Tevhidî Değer Sistemi.
3. Yüksek hâkim otoriteden gelen değerler
sistemi çerçevesinde fıtrat üzerine inşa edilen ‘fikrî ve amelî nizam’.
4. Yüksek egemenlik sahibinin verdiklerine karşı
‘kendini borçlu hissedip boyun eğmek’, ‘O’na itaat etmek’, ‘tapınmak’, ‘hizmetkârlık
yapmak’.
5. Yüksek otorite sahibinden gelen değerler
sistemini benimseyip, hayata aktaran insan topluluğu: ‘Millet’/‘Ümmet’.
6. Yüksek otorite tarafından vazedilen nizama
uymaya ve ihlâsla bağlanmaya karşılık bu yüksek otoritenin verdiği “mükâfat
veya karşı gelmek sebebiyle isyan etmeğe verdiği ceza”: Cennet, Cehennem.
Kur’ân-ı Kerim’de Din kelimesinin bu anlam
boyutları ayrı ayrı kullanıldığı gibi, altı anlamı bir arada olacak şekilde de
kullanılmaktadır (1 Fatiha 1-7; 3 Âli İmran 19,64, 85, 110; 5 Maide 44-51; 8
Enfal 39; 9 Tevbe 29-33; 16 Nahl 36; 21 Enbiya 92, 93; 36 Yasin 60, 61; 40
Mümin 26; 10 Yunus 104-106; 110 Nasr 1-3)(13).
Kur’an’da Tevhid dini, bu altı boyutu ile
tanımlanmaktadır. Hz. Peygamber Tevbe sûresinin 31. Âyetini okuyup aşağıdaki
şekilde yorumlarken, din kelimesindeki 6 anlamın nasıl bir bütünlük içerisinde
olduğunun da güzel bir örneğini vermiştir: “Aslında onlar(Hristiyanlar),
bunlara (ruhbanlarına) tapınmadılar, ancak bunlar (Allah’ın haram ettiği bir
şeyi) kendileri için helâl kılınca hemen helâl addediverdiler, (Allah’ın helâl
kıldığı bir şeyi de) kendilerine haram edince hemen haram addediverdiler”(15).
Dolayısıyla bu altı boyuttan herhangi birinin
inkârı, reddi, önemsiz kılınması; dini, tevhid dini olmaktan çıkarmakta, şirk
dini/seküler din haline dönüştürmektedir. Dini, sadece Allah ile kul arasında
namaz, oruç, hac, zekât, dua ve zikir boyutlu olarak tanımlayıp onu, ferdin
kalbine, vicdanına, evine ya da mabedine hapsetmek, bireysel hayattan toplumsal
hayata, ekonomik hayattan ceza hukukuna kadar her alandan tasfiye etmek, günlük
hayatın her sahasını tanzim etmesine karşı çıkmak, tevhid dinini parçalayıp
yeni bir din inşa etmek demektir. Böyle bir din, seküler din olup, Kur’an’a
göre şirk dinidir.
İşte Allah’ a nispet edilen fitne kelimesi,
insanların dinin altıncı boyutu(ödül ve ceza sistemi) ile ilgili bir arındırma
ve ayrıştırma mekanizmasıdır.
HZ. DAVUD’UN İMTİHAN(FİTNE) EDİLMESİ
Kuran, bize Hz. Davud( 38 Sad 24-25), Hz.
Süleyman( 38 Sad 34-39), Hz. İbrahim(2 Bakara 124) ve Hz. Musa’nın(20 Taha 40;
28 Kasas 14-28) fitne kavramı kapsamında özel bir imtihana tabi tutulduklarını
haber vermektedir. Bu peygamberlerin fitneye tabi tutuldukları konular,
genellikle, insanların en çok zaaf gösterdikleri alanlarla ilgilidir. Dolayısıyla
Allah, bu peygamberler üzerinden bizleri eğitmekte ve yol göstermektedir.
Peygamberlerin fitne kavramı kapsamında imtihana tabi tutulmalarına bu açıdan
bakılmalıdır.
Hz. Davud Ve İki Davacı: “Hasım Kıssası” Ya da
“Yargısız İnfaz” Girişimi
Hz. Davud, önemli bilgilerle donatılmış
peygamberden biridir. Gençlik yıllarında Talut’un ordusunda Caluta karşı
savaşmak üzere yer almış ve Düşman komutanı Calut’u öldürmüştür(2 Bakara
249-251). Allah, Davud’a “mülk/iktidar”, “hikmet”, “Hitabet gücü” ve “Kitap
vermiştir”, Zebur, (4 Nisa 163; 17 İsra 55; 38 Sad 18-20). Hz. Davud'un düzenli
zikir yapması ve yaptığı zikre, “dağların ve kuşların iştirak etmiş olması”,
ona has bir özelliktir(34 Sebe 10, 38
Sad 18-19). Hz. Davud’a, “demir madenini işleme, şekillendirme” (“askeri
zırh yapma”), güç ve yeteneği verilmiştir(34 Sebe 10-11).
Peygamber ve Hükümdar olan Hz. Davud, ibadet ve
zikir ile meşgulken, her türlü güvenlik duvarını aşarak yanına girebilen(38 Sad
21) iki kişiyi, karşısında görünce tedirgin olmuş, korkmuştur(38 Sad 22). 38
Sad 22. Ayetinde geçen iki şahıs, sıradan iki kişi olmayıp çok özel özellikleri
olan iki insan olmalıdır. Sıradan iki insana benzememektedirler. Çünkü
kullandıkları ifadeler, özel, yoğunluklu, yol gösterici ve eğiticidir.
Calut gibi bir zalimi, gençliğinde öldürebilen
bir kahraman olan Hz. Davud, çok yüksek olan güvenlik duvarını aşıp yanına
gelebilen bu iki yabancıdan “korkmuştur”/”telaşlanmıştır”. Belki de yanına
nasıl ulaşabildiklerinin şokunu yaşamıştır.
Buradan çıkarılabilecek önemli bir ders, hiç
kimse, gücü, kuvveti ne olursa olsun kendini mutlak güvende hissetmemelidir.
“Barış dönemlerinin geçici dönemler olduğunu unutmamalıdır.” Gururlanmamalı,
kibirlenmemelidir. “Artık bundan sonra
bu ülkede darbe olmaz diyenler”, “kafanızdan komploları atın”, ”siz hala
oralarda mısınız diyenler”, hiç beklenmedik bir anda başlayan Taksim Gezi Parkı
olaylarını ve beraberinde gelen Kadife Darbe sürecini ve 15 Temmuz İhanet
hareketini, bu açıdan bir kez daha değerlendirip kendi muhasebelerini iyi
yapmalıdırlar.
“İki davacı” olduğunu söyleyenler, aralarındaki
davanın ne olduğunu söylemeden, “birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu”(38 Sad
22) diyerek; “hak ile hükmetmesini”, “zulme sapmamasını”, “kendilerini doğru
yolun ortasına yöneltip iletmesini” Hz. Davud’dan istemişlerdir. Bu ifadeleri
ile bu iki yabancı, adeta, Hz. Davud’u uyarmakta, yol göstermekte, eğitmekte ve
de imtihan etmektedirler. Aralarındaki meseleyi, bu ifadelerden sonra
açıklamışlardır.
38 Sad 23.Ayete göre gelen iki yabancı, birbirinin
“kardeşidir”. Kardeşlerden birinin “99, diğerinin tek bir koyunu vardır”. Dava
konusunu anlatan, tek koyunu olan kardeştir. 99 koyunu olan kardeş, tek koyunu
olan kardeşinden, bu tek koyunu da almak istemiş ve onu konuşma tarzı ile de
etkilemiştir. Tek koyunu olan kardeşin meseleyi, Hz. Davud’a getirmiş
olmasından, kardeşinin kararından tam emin olamadığı ve kararsızlık yaşadığı
anlaşılmaktadır.
Hz. Davud, tek koyun sahibi olan kardeşin dava
konusu ile ilgili bu açıklamasından sonra, 99 koyun sahibini dinlemeden
kararını verip hemen açıklamıştır:
“(Davud) Dedi ki: «Andolsun senin koyununu,
kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana
zulmetmiştir.
Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan
(ortak) lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip de
salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.»”…(38 Sad 24).
38 Sad 24. Ayetinden aşağıdaki hükümleri
çıkarmak mümkündür:
1. Malı
gücü çok yüksek olanların, malı
gücü yerinde olmayan ya da zayıf olanların servetlerini ellerinden almak
istemeleri zulümdür. Dolayısıyla tekelleşme, kartelleşme, gayrı İslami bir
ekonomik model olup zulüm mekanizmasıdır. Bugün, Küresel sermaye ile işbirliği
içerisinde olan “İstanbul Sermayesi”, “Anadolu sermayesini” yok etmek
istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir boyutu da vardır.
2. Ayette
geçen “halitlardan” ifadesi, sadece “ticari ortak” olmayıp “bir toplum içinde
yaşan insanlar, dostlar, kardeşler, arkadaşlar, yoldaşlar manasına” da
gelmektedir(16). Dolayısıyla bir toplum içerisinde var olan insanlar, genel
olarak , “birbirlerinin haklarına tecavüz ederler”. Ancak bu genel tutum ve
tavır içerisinde bulunmayan, böyle bir tavır sergilemeyen insan unsuru, “iman
edip de salih amellerde bulunanlardır.” Ancak “onlar da toplum içerisinde çok
azdırlar”.
3. Hz. Davud, davalılardan birini dinlemiş;
diğerine hiçbir şey sormadan, ona konuşma fırsatı vermeden, iddia sahibinin
doğru söyleyip söylemediğini araştırmadan, delil istemeden, acele ile kararını
vererek “yargısız infaz” girişiminde bulunmuştur.
Hz. Davud, hükmünü verdikten sonra, iki
davalının durumunun ne olduğu ve ne tepki verdikleri açık değildir. Hz.
Davud’un kararından sonra olağan dışı bir şeylerin meydana geldiği
söylenebilir. Nitekim olağan dışı bir şey olmuş olmalı ki ayetin devamında;
“Davud, gerçekten bizim onu denemeden(fitne) geçirdiğimizi sandı, böylece
Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden)
yönelip-döndü.” (38 Sad 24) denmektedir. Seyyid Kutba göre; “Muhakemenin bu
safhasında o iki şahıs gözden kaybolmuşlardır. Bunlar Hz. Davud’u denemek için
gelen iki melekti”(17).
Hz. Davud iki davalı ile kendisinin bir
fitneye(imtihana) tabi tutulduğunu ve yargılamada yanlış bir yol izlediğini
anlayarak bağışlanma dilemiş olması; Allah’ın da, “Böylece onu bağışladık.”(38
Sad 25) demiş olması, yanlışlığın tasdik edilmesi manasına gelmektedir.
Devamında gelen ayet, Hz. Davud’un karar vermede yanlış yol izlediği olgusunu,
kuvvetlendirmektedir:
“«Ey
Davud, gerçek şu ki, biz seni yeryüzünde bir halife kıldık. Öyleyse insanlar
arasında hak ile hükmet, istek ve tutkulara (hevaya) uyma; sonra seni Allah'ın
yolundan saptırır. Şüphesiz Allah'ın yolundan sapanlar, hesap gününü
unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azab vardır.»”( 38 Sad 26).
Ayette; 1- Yeryüzünde onun bir halife olduğu
hatırlatılıyor, 2-“İnsanlar arasında hak ile hükmetmesi” emrediliyor, 3-
“Hevaya uymaması” hatırlatıldıktan sonra hevaya uymanın “Allah’ın yolundan
saptıracağı” konusunda uyarılıyor, 4- Allah’ın yolundan sapmanın ana nedeninin
“hesap gününü unutma” olduğu belirtiliyor. 5- Hesap gününü unutup hevaya uyup
Allah yolundan sapanlar için “şiddetli bir azabın olduğu” hatırlatılarak Hz.
Davud ikaz ediliyor.
“İki davalı” meselesi ile ilgili ayetlerinde
devamında, “gökyüzü, yeryüzü ve ikisi arasında bulunan şeylerin batıl olarak
yaratılmadığına” ilişkin daha genel ilahi kanuniyete vurgu yapılmaktadır(38 Sad
27). Bunun anlamı, Fıtrat düzeninde Kâinatta hak ve adalet merkezli bir düzenin
var olduğudur. Dolayısıyla yapılan işlerde, verilen kararlarda, bu düzeni
bozacak hiçbir şey yapılmamalıdır. Ayete göre bu düzeni, “iman edip salih
amellerde bulunanlar” korur; diğerleri ise, ifsad eder. O nedenle “İslah edicilerle” “müfsidler”, “muttakiler ile facirler” Allah indinde bir
değildir(38Sad 28). Allah’a nisbet edilen Fitne sistemi, bu ayrışmayı, arınmayı
sağlamaktadır
Bugün millet olarak çekilmek istenilen
sosyolojik kaostan bu ülkeyi kurtarabilecek olanlar, “iman edip salih amellerde
bulunanlar”dır.
İki Davalı Kıssasının son ayetinde muhatap, Hz.
Muhammed(sas) olup kendisine indirilen Kuran ayetleri üzerinde, “temiz akıl
sahiplerinin” “düşünmesi” ve “öğüt almaları” gerektiği belirtilmektedir(38 Sad
29).
HZ. MUSA’NIN İMTİHAN EDİLMESİ(FİTNE): “YARGISIZ
İNFAZ”
Hz. Musa’nın mücadelesine Kuran’da geniş yer
verilmektedir. Burada, fitne ile ilgili imtihan bağlamında “Kavga Eden İki Adam
Kıssası” ve Hz. Harun İle arasında geçen bir olay ele alınacaktır.
“Kavga Eden İki Adam”, Hz. Musa ve “Yargısız
İnfaz”
Kur’an, “erginlik çağına/”yiğitlik çağına”
ulaşıp olgunlaşmış olan Hz. Musa’ya, Allah’ın “hüküm, hikmet” ve “ilim vererek”
ödüllendirdiğini belirtmektedir (28 Kasas 14). Bundan sonraki ayette ise, Hz.
Musa’nın şehirde kavga eden ,
birisi kendi kavmi İsrail oğullarından, diğeri de, Firavun’un kavmi Kıptilerden
olan iki kişinin kavgasına müdahale ederek Kıptilerden olan şahsa bir yumruk
vurarak onu öldürmüştür(28 Kasas 15).
Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan
Hz. Musa’nın ilk yapması gereken iş, kavga eden tarafları ayırıp, tarafları dinlemek,
sonra da kararını açıklayıp gereğini yapmak şeklinde bir arabuluculuk/hakemlik
yapmak olmalıydı. Ayete göre, Hz. Musa, böyle davranmadı; hiçbir sorgulama
yapmadan, kendi kavminden olana yardım ederek Kıpti’yi bir yumrukla öldürmüş,
yani “yargısız infaz” yapmıştır.
İlim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa, bir
an için, muhtemelen, İsrailoğullarının maruz kaldığı zulme karşı duyduğu
öfkenin ve “heyecanlı kişiliğinin” tesiri altında kalarak yanlış bir tutum,
tavır ve davranış sergilemiştir.
Hz. Musa, yaptığı davranışın yanlış olduğunu
hemen anlamış ve “Sonra da: «Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça
saptırıcı bir düşmandır»” (28 Kasas 15) demiştir. Yaptığı bu hatadan dolayı;
«Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.»
diyerek Allah’tan af dilemiş(28 Kasas 16); Allah da, onu bağışlamıştır(28 Kasas
16). Allah’ın kendisini bağışlaması üzerine, Allah’a «Rabbim, bana verdiğin
nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.» (28 Kasas 17)
sözünü vermiştir.
Bugün 15 Temmuz Askerî Darbe Girişimi
sonrasında, darbecilerle ilgili başlatılan temizlik operasyonlarında, “Açığa
Alma, Tutuklama ve İhraçla” ilgili işlemlerde, Hz. Musa gibi davranılmakta,
gerekli belge, delil ortaya konmadan, muhataplar yargılanmadan öfke ile
cezalandırılmaktadır. “At izi, it izine karıştırılmaktadır”.
Bir gün önce Hz. Musa’dan yardım isteyen, kendi
kavminden olan şahıs, ertesi gün bir başka Kıpti ile kavga ederken gene Hz.
Musa’dan yardım istemesi üzerine
“Musa, ona: «Sen gerçekten açıkça bir
azgınsın.»” (28 Kasas 18) demiştir.
Ancak ,«Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»”
dediği, aynı “suçlu-günahkâra” gene
“destekçi olmağa” kalkmıştır (28 Kasas 19). Bunun üzerine, Kıptilerden olan
Şahıs, “«Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek
istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah
edicilerden olmak/ ara buluculardan olmak istemiyorsun.»”(28 Kasas 19) uyarısında bulunarak; yaptığı işin, adeta
“yargısız infaz” olduğunu, “zorbalık olduğunu” hatırlatmak istemiştir.
Hz. Musa, ikinci günde karıştığı olayın devamını
getirememiştir. Çünkü birinci gün öldürdüğü adamdan dolayı sarayda, kendisi
hakkında ölüm kararı vermek üzere bir toplantı yapıldığı haberi, “Şehrin öbür
yakasından koşarak gelen bir adam” tarafından kendisine ulaştırılmıştır.
Haberci, şehri terk etmesinin yararlı olacağını ona söylemiştir (28 Kasas 20).
Hz. Musa, Hz. Harun Ve “Yargısız İnfaz” Girişimi
Hz. Musa, kavmini Mısırdan çıkarıp Firavun’un
zulmünden kurtardıktan sonra yerine vekil olarak Hz. Harun’u bırakarak Allah
ile buluşmak üzere 40 günlük bir inzivaya çekilmiş ve yerine Hz. Harun’u vekil
olarak bırakmıştır. Hz. Musa, Allah ile buluştuğunda kavminin Allah tarafından
imtihana tabi tutulduğunu ve Samiri’nin kavmini saptırdığını öğrenmiştir. Büyük
bir öfke ve üzüntü içerisinde kavminin yanına geri döndüğünde kavminin ona,
«Biz sana
verdiğimiz sözden kendiliğimizden dönmedik. Samiri bizi yanılttı” cevabı
üzerine; Hz. Musa, öfke ile elindeki kutsal emir yazılı levhaları bırakarak
kardeşinin üzerine yürümüş, onu saçından sakalından yakalayarak; “«Ey Harun».
«Onların saptıklarını gördüğün zaman seni (onlara müdahale etmekten) alıkoyan
neydi?» «Niye bana uymadın, emrime baş mı kaldırdın?» (20 Taha 92) diyerek
suçlamış ve hırpalamıştır.
Hz. Musa, kavminin bu duruma niçin düştüğünü,
neler olduğunu, vekil bıraktığı Hz. Harun’a sormadan, onun ile konuşmadan,
doğrudan doğruya onu suçlayarak üzerine yürümüş, saçını başını yolmaya
başlamıştır. Bunun üzerine Hz. Harun, kardeşi Hz. Musa’ya; «Annem oğlu, bu
topluluk beni zayıflattı (hırpalayıp güçsüzleştirdi) ve neredeyse beni
öldürmeye giriştiler. Bari
sen düşmanları sevindirecek bir şey yapma ve beni bu zalimler topluluğuyla
birlikte sayma(7 Araf 150); “sakalımı ve başımı tutup-yolma. Ben, senin: -
“İsrailoğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü önemsemedin” demenden endişe
edip korktum.»” (20 Taha 94) şeklinde cevap vererek onu itidalli davranmaya
davet etmiştir.
Gerçekte Hz. Harun, üzerine düşen sorumluluğu,
gücü oranında yerine getirmiş; fakat başaramamıştır(20 Taha 90). Taha 90
Ayetinin yeminle başlamış olması, Hz. Harun’un üzerine düşen sorumluluğu
gereğince yerine getirdiğinin bir ölçüsüdür. Hz. Harun’un açıklamasına rağmen
kavminin cevabı; “«Musa bize geri gelinceye kadar ona (buzağıya) karşı bel
büküp önünde eğilmekten kesinlikle ayrılmayacağız.» (20 Taha 91) şeklinde çok
sert ve kesin olmuştur.
Adaletsiz bir şekilde kardeşini suçladığını ve
hata yaptığını anlayan Hz. Musa,
kendisinin ve kardeşinin af edilmesini Allah’tan istemiştir(7/151).
Gerçekte ilim, hikmet ve hüküm sahibi olan Hz. Musa’nın yaptığı iş, yargısız
infaz girişimiydi.
HZ. MUSA’NIN KAVMİNİN İMTİHAN EDİLMESİ(FİTNE)
Toplumsal Değişimin Tedriciliği
İsrailoğulları, Mısır’da Firavunların zulmü
altında yaklaşık 250 yıl civarında köle olarak yaşamışlardır. O dönemdeki inanç
sistemleri açık değildir. Ancak Mısırdaki hayat tarzından çok etkilenmiş
olmaları gerekir ki; Hz. Musa’nın verdiği mücadeledeki mucizeleri görmüş ve
yaşamış olmalarına rağmen, Kızıldeniz’i geçtikten sonra, putlara tapan bir
kavimle karşılaştıklarında, Hz. Musa’dan kendilerine de tapınacakları putlar
yapmasını istemişlerdir (7 Araf 138). Bunun üzerine Hz. Musa, onlara geçmişte
gördükleri zulümleri ve Allah’ın bahşettiği nimetleri hatırlatmış ve tekrar cahiliyeye
dönmeme noktasında onları uyarmıştır(7 Araf 139-141).
Buradan çıkarılacak en önemli ders; toplumsal değişimin, tedrici, uzun vadeli ve
zorlu bir yolculuk olduğu gerçeğidir. İnsanlar, yıllar içerinde kazandıkları
inançlarını, alışkanlıklarını, örf, adet ve geleneklerini ani bir şekilde
bırakamaz ve değiştiremezler.
Şahit oldukları bunca mucizeye rağmen
İsrailoğullarının, şuur altındaki câhilî inanç ve yaşam biçimlerini, kısa
zamanda değiştirememelerinin sebebi budur.
Kavminin kısa bir müddet önce kendilerine putlar
yapmasını istediklerini bildiği halde Hz. Musa, toplumsal değişimin tedrici
değişim boyutunu göz önüne almayarak, Allah ile görüşmek için çok acele
etmiştir. Nitekim Allah, buluşma anında kendisine; «Ey Musa, seni kavminden
çabucak ayrılıp gelmeye sevk eden
nedir?» (20 Taha 83) sorusunu yöneltmiştir. Hz. Musa, kavminin durumundan emin
olarak, Allah’a; «Onlar arkamda izim üzerindedirler, benden hoşnut kalman için,
sana gelmekte
acele ettim Rabbim.» (20 Taha 84) şeklinde cevap vermiştir. Bunun üzerine
Allah’ın kendisine; “«Biz senden sonra kavmini deneme (fitne)den geçirdik,
Samiri onları şaşırtıp-saptırdı.»” (20 Taha 85) şeklinde verdiği cevap, hem
kendisinin, hem de kavminin imtihana tâbî tutulduğunun ifadesidir. Hz Musa
açısından bu, aynı zamanda bir eğitimdir. Dersin konusu; bireysel ve toplumsal
değişimin tedriciliği ve uzun vadede gerçekleşmesidir.
Dikkat edilmesi gereken nokta, Hz. Musa, Allah
ile görüşmek için randevu talep ettiğinde, kendisine, talebin hemen ardından
randevu verilmemiş, araya 40 günlük bir sürenin konmuş olmasıdır(7 Araf 142).
Bunun sebebi ve hikmeti nedir? Ne olabilir?
Bir ihtimal, Hz. Musa’nın, Allah ile konuşma
anına/buluşma anına ruhsal olarak hazırlanması gerekmektedir. Verilen süre
bununla ilgili olabilir. Nitekim Hz. Musa, “«Kavmimde benim yerime geç, ıslah
et ve bozguncuların yolunu tutma»”(7 Araf 142) diyerek kendi yerine kardeşi
Harun'u vekil tayin edip, kavminden ayrılıp inzivaya çekilmiş; ibadet ederek
kendisini büyük buluşmaya hazırlamıştır(18,19). İkinci ihtimal, Hz. Musa’nın
kavmi, imtihana tâbî tutulacaktır. Bu imtihanın sonuçlarının tezahürü için bir
süreye ihtiyaç vardır. Üçüncü ihtimal, hem birinci, hem de ikinci ihtimalin
birlikte var olmasıdır. Üçüncü ihtimalin olması, daha kuvvetlidir. En doğrusunu
Allah bilir.
Toplumsal değişimin tedriciliğinden dolayı
İsrailoğullarının tâbî tutulduğu imtihanın sonuçlarının tezahür etmesi ve
hayata fiilen yansıması için 40 günlük bir süre yeterli olmuş olabilir. Nitekim
bu sürede Hz. Musa’nın kavmi, Samiri’nin kurduğu tuzağa düşmüştür. Kavmi, Hz.
Musa’nın kendilerine yaptığı tebliğin muhtevasını unutarak “Samiri’nin altın
buzağısını” ilâh olarak benimseyip, ona ibadet etmişlerdir(7 Araf 148). Ancak,
sonra yaptıklarından pişman olmuşlar ve Allah’tan af dilemeye başlamışlardır(7
Araf 149).
Görülebileceği gibi, iman dairesinden, cahiliye
ya da inkâr dairesine; cahiliye ya da inkâr dairesinden, iman dairesine geçiş,
ani ve sancısız olmamaktadır. Hz. Musa’nın kavminin yaptıklarından pişman
olması ve af dilemesi, bunu göstermektedir. Kavim, çok ciddi bir gelgit
yaşamıştır. İster beşeri olsun, ister olmasın bütün sistemler, “hal
değişiminde” “geçici bir rejim” yaşarlar. Bu bir kanuniyettir.
O nedenle “açığa alma , tutuklama ve ihraç etme” işlemlerinde,
toplumsal değişimin yavaş ve tedrici olacağı göz önüne alınmalıdır. Ssağlam
belge ve delil olmadan işlem yapılmamalıdır.
Toplumun İçinde Yaşadığı Ortam Ve Değişim
Hz. Musa, Allah tarafından kendisine verilen
emirlerle dolu levhaları alarak kavminin yanına, kızgın ve üzgün olarak dönmüş
ve onlara sitem ederek Allah’ın azabını hatırlatmıştır(7 Araf 150, 20 Taha 86).
Hz. Musa’nın yaptığı bu sorgulamaya karşı kavmi, O’na “verdikleri sözden
kendiliklerinden dönmediklerini, Samiri’nin kendilerini saptırdığını”
söylemiştir (20 Taha 87, 88). Samiri, o
günün şartlarında, olağanın dışında bir gösteri yaparak; cahiliyenin kirlerini
ve paslarını kalplerinden söküp atamamış bir toplumu, etkilemiş ve onları
tekrar cahiliye inanç sistemine çekmiştir.
Bu gün, üzerinde durup düşünülmesi gereken en
önemli noktalardan birisi de budur. Çevresel etkilerin ve okuyup öğrenilenlerin
insan üzerindeki etkileri (yaklaşık %60
oranında) önemlidir. Hz. Peygamberin (sas); "Her doğan çocuk fıtrat üzre
doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi, Hıristiyan veya putperest yapar…” (20)
hadisine ve vezirin karısının baskısına karşı Hz. Yusuf’un yaptığı duaya, bu
açıdan bakılması gerekmektedir(12 Yusuf 33).
Sade vatandaşlar, genellikle olağan üstülüklere
karşı özel bir zaaf gösterirler. Bu, Kuran’da insanın heva cephesine ilişkin
bir özellik olarak yer almaktadır. İnsanların, peygamberlerin davetine karşı
verdikleri ilk tepkilerden biri, “Mucize göstermeleri gerekmez mi” ve “yanında
melek olması gerekmez mi”? şeklindedir. İşte Samiri de, olağanüstü bir iş
yaparak insanın bu zaafını tahrik ederek Hz. Musa’nın kavmini saptırmıştır.
CIA ve MOSSAD’ın yüksek teknolojik imkânlarını
kullanarak, kendi insanını dinleten, gözleten; sonra da karşılaştıklarında
kalplerini, ruhlarını okuduğu imajı veren bir liderin (F. Gülen), kendisine
tâbî olanlar üzerindeki etkisi, çok büyük olmuştur. Gülen hareketi mensupları,
genellikle, liderlerinin “gaipten haber verdiğine”, “Mehdi olduğuna”, “Allah ve
Peygamberle sürekli görüştüğüne” inanmakta ve liderlerinin “söylediği her şeyi
doğru” kabul
etmektedirler. Bu nedenle, 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbesi ve 15 Temmuz
askerî darbe girişiminden dolayı bu insanların bütün inançlarını, aniden
değiştirip gerçekleri görebileceğini sanmak ve buna inanmak yanlış olur.
SEMUD KAVMİ’NİN İMTİHAN EDİLMESİ
Hz. Salih'in peygamber olarak gönderildiği Semûd
kavmi, Arabistan'ın kuzey-batı kısmında yer alan, günümüzde el-Hicr denilen
bölgede-Hicaz ile Şam arasında- yaşamış, Arabistan'ın Âd'dan sonra en yaygın
kavmi olarak bilinen eski bir Arap kavmidir(1,10,21).
Kuran Semud Kavminden, Âd kavminden sonra, hemen
hemen aynı coğrafi bölgenin “ovalarında”, “bahçelerinde, pınar başlarında,
salkımları sarkmış hurmalıklar arasında güven içinde yaşayan”, “konaklar yapan” ve “dağları ustalıkla
yontarak evler yapabilen”, “yeryüzünde sağlamca yerleştirilen”, Allah
tarafından nimetlendirilen bir kavim olarak bahseder(7/74; 26/141-152). Yalnız
su kaynakları kıt olan bir bölgede yaşamaktadır(22).
Kuran’da Semud Kavminin geçtiği ayetlere göre,
Semud kavminin iki temel özelliği vardır. Birincisi halk, Müstekbir ve mustazaf
olarak iki ana sınıfa ayrılmış ve müstekbirler, mustazaflara
zulmetmektedirler(7/75-76; 11/62). İkincisi, Semud kavminin çeteleşmiş olması
ve toplum içinde “Dokuz Farklı Çetenin”/”Dokuzlu Çetenin”(27 Neml 48) var
olmasıdır. Ayette geçen “Tis’atü Reht” kelimesinin anlamlandırılmasında,
müfessirler arasında ihtilaf vardır. Bir kısmı kelimeyi “dokuz farklı çete”
olarak anlamlandırırken bir kısmı da bu kelimeyi, “dokuz kişilik özel bir çete”
olarak yorumlamışlardır(16,19). En doğrusunu Allah bilir.
Semud Kavmi’nin ismi, Kuran’da, 7/73-79;
11/61-68; 26/141-159; 27/45-53; 54/23-31; 91/11-15; 14/9; 22/42; 25/38; 38/13;
40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/18 ayetlerinde yer almaktadır.
Bu ayetlerin analizinden Semud Kavminin fitne kavramı kapsamında imtihana tabı
tutulma sebeplerini ve sonuçlarını öğrenebilmekteyiz.
Allah’ı ilah ve rab olarak kabul etmemekten
kaynaklanan aşırı sınıfsallaşma, çeteleşme, lüks ve israf içerisinde yaşama ve
kirlenmeden dolayı Allah, Hz. Salih’i, Semud Kavmini uyarmak ve doğru yola
getirmek üzere göndermiştir.
Genel Olarak Toplumların İmtihan Edilmesi
Peygamberlerin yoluna tabi olanlarla
İblis-Tağut’un yoluna tabi olanların birbirinden ayrılması, arındırılması,
saflarının berraklaştırılarak cennet veya cehenneme yollanması ile ilgili ilahi
denklemde genel bir imtihan sistemi mevcuttur. Kuran’da imtihana tabı tutulan
birçok kavmin ismi geçmekte ve imtihan sonuçları açıklanmaktadır(14/9; 22/42;
25/38; 38/13; 40/31; 41/13, 17; 50/12; 51/43-45; 69/4, 5; 85/17-8). Ancak bunlardan Semûd kavminin, İsrâiloğullarının, Firavun’un kavminin ve Hz.
Musa’nın kavminin imtihan edilmesi ile ilgili kullanılan kavram, diğerlerinden
ayrı olarak Fitne kelimesidir. Bu dört kavimle ilgili çok geniş anlamı olan
fitne kelimesinin kullanılmasının özel bir yönü olması gerekmektedir.
Peygamberler, kirlenmenin yaygınlaşıp tefessüh
boyutuna geldiği, zulmün yaygınlaştığı, sömürü çarkında mağdur ve mazlumların
ezildiği dönemlerde insanlığa gönderilmektedir. Peygamberlerin amacı, kalbi,
nefsi, gönlü şirk bataklığında kirlenmiş, yolunu şaşırmış olan insanlığın, şirk
bataklığından kurtarılarak arındırılması, sıratı müstakime çıkarılarak Allah’ın
rızasına uygun bir hayatı yaşamasını sağlamaktır. O nedenle tüm peygamberler
şirke savaş açmışlar Allah’tan başka ilah ve rab olmadığına, ibadetin yalnız ve
yalnız Allah’a yapılmasına davet ederek işe başlamışlardır. Bu davetle de
toplumların imtihanı başlamıştır.
Semud Kavminin Tabi Tutulduğu İmtihan
Semud Kavmine peygamber olarak gönderilen Hz.
Salih, kavmini, “Allah'tan başkasına kulluk yapmamaya”, “ibadet etmemeye”,
“Allah’tan başkasını Rab ve İlah olarak kabul etmemeye”, “Allah'tan sakınmaya”,
“yeryüzünde bozgunculuk yapmamaya” davet etmiştir(7/73; 27/45; 11/61;
26/141-152). Ancak Hz. Salih’in yaptığı bu çağrıya, kavminin “refahtan şımarıp
azan önde gelenleri” karşı çıkmışlardır(14/9; 41/13, 17). Hz. Salih’in daveti
karşısında toplum, “birbiriyle çekişen, düşman iki zümreye ayrılmıştır”(27/45).
Semud kavmi içerisinde meydana gelen bu
kamplaşmada, “Refahtan Şımarıp Azan Önde Gelenleri” İle “Dokuz Farklı
Çete”/”Dokuzlu Çete”, Hz. Salih ve ona iman edenleri, “atalarının yolundan
ayrılmakla” suçlayıp onlara fiziki ve psikolojik baskı uygulamaya
başlamışlardır(7/75-76; 11/62; 26/153-154; 54/24-25). Hz. Salih’in “büyülenmiş
olduğunu” ileri sürerek peygamber olduğuna dair “delili getirmesini”
istemişlerdir(7/73-77; 26/153-154).
Allah, onlara, kıt olan su kaynaklarını kendileri
ile paylaşacak olan çok özel bir deveyi delil olarak göndermiştir. Allah; Semud
kavminin sahip olduğu kıt su kaynaklarını, “deve ile nöbetleşe
kullanacaklarını” ve “otlaklarda devenin rahat bir şekilde otlayacağını”, “ona
zarar vermemelerini, zarar verdikleri taktirde acıklı bir azapla
cezalandırılacaklarını”, Semud Kavmine bildirmiştir(54/27-29; 7/73-77;
11/63-65; 26/155-157; 91/13-14).
Ayetlerden anlaşıldığı kadar, delil olarak
gönderilen Deve, olağanüstü özelliklere sahiptir. Bu olağanüstülük, su ve
otlakların paylaşımı açısından Semud kavminin aleyhine olan bir
olağanüstülüktür. Semud Kavmi için çok önemli stratejik bir madde olan kıt
suyun, Deve ile Semud kavmi arasında nöbetleşe kullanılması, Semud Kavminin
karşı karşıya kaldığı imtihanın büyüklüğünün bir ölçüsü olup bu durum, fitne
kavramı ile ifade edilmektedir. Bir deve ile “su ve otlakları paylaşmak”,
ateşle imtihan edilmek demektir. Böylelikle “halisini sahtesinden ayırmak için
altını potaya atıp eritmek, bir şeyi arıtmak”(fitne) bağlamında toplum
saflaştırılarak ayrıştırılmak istenmiştir(1).
Ancak Semud Kavmi, Allah’ın Deve ile ilgili
koyduğu kurallara/hukuka uymamış; Allah’ın gönderdiği “deveyi, öldürerek”
Allah’a isyan etmiştir(7/73, 77; 26/155-157; 54/29; 91/13-14; 91/13-14). Semud
Kavmi, bununla da yetinmeyerek Hz. Salih’e “Ey Salih, eğer gerçekten Allah'ın elçilerinden
biriysen, haydi getir şu bizi korkutup durduğun azabı!”(7/73, 77) diyerek
meydan okumuştur. Allah’ın azabının gelmesini, Allah’ın elçisi olmanın bir
delili olarak görmeleri, kendileri için sonun başlangıcı olmuştur.
Semud Kavminin İmtihanı için fitne kelimesinin
kullanılmasının bir diğer sebebi, Semud kavmi içerisinde meydana gelen
çeteleşme olabilir. İbni Kesir’e göre bu çete/çeteler, sadece topluma baskı
yapmakla kalmamakta aynı zamanda da iş ve ticarette ahlaksızlığın öncülüğünü
yapmaktadırlar. Ticarette para birimi olarak kullanılan altın ve gümüşü,
“kenarlarından kırparak” hırsızlık yapmaktadırlar(19). Bu hırsızlar şebekesi,
Hz. Salih’in getirdiği değer sisteminin kendi düzenlerini bozacağını gördükleri
için Hz. Salih’i öldürmeye karar vermişlerdir:
"Biz gece ona ve ailesine baskın
verelim, sonra da onun dostuna, ailesinin yok edilişinde bulunmadık, şüphesiz
biz doğru söylüyoruz, diyelim" diye aralarında Allah'a yemin ettiler.”
(27/49).
Önce deveyi öldürmeleri, sonra da Hz. Salih’i
öldürmeye kalkmalarından dolayı Allah, Semud Kavmine, “üç gün mühlet
vermiştir”(11/63-65). Sonra da,
“suçlarından dolayı onların üzerine katmerli bir azap indirmiş”, onları
“yerle bir eden ”
“bir tek çığlık” göndererek “ağıldaki çalı çırpı olan kuru ot haline
çevirmiştir”( 51/43-45; 54/31; 91/13-14).
Böylelikle kurdukları tuzaklar, Allah tarafından
tarumar edilip sonları, gelecek nesiller için bir ibret ve ders konusu
olmuştur:
“Onlar bir
düzen kurdular. Biz fark ettirmeden düzenlerini bozduk.
Hilelerinin sonunun nasıl olduğuna bir bak! Biz
onları ve kavimlerini, hepsini, yerle bir ettik. İşte, haksızlıklarına karşılık
çökmüş bulunan evleri! Bunda, bilen bir millet için şüphesiz, ders vardır.”
(27/50-52).
SONUÇ: 15 TEMMUZ İHANET HAREKETİ SONRASINDA TÂBİ
TUTULDUĞUMUZ FİTNENİN (İMTİHAN) BOYUTLARI
Semud Kavminin helak edilmesi ile ilgili bir
ayette “Bunda, bilen bir millet/toplum için şüphesiz, ders vardır.”(27/52)
denmektedir. Semud kavmini ve Gülen Tehdit – Şantaj - Çeteleşme hareketini göz
önüne aldığımızda; bunların her ikisi de, fitne sistemine/imtihana tabı
tutulmuştur. Gerekli dersi alamadıkları için helak olmuşlardır. O nedenle, 15
Temmuz ihanet hareketinden Müslümanlar gerekli dersleri çıkarabilmelidir. Bu
yazının konusu ile ilgili olarak çıkarılabilecek dersler, şunlar olabilir:
Ders. 1: İyi Niyetle Ortaya Konan Her Karşı
Görüşü, Düşmanlık Ve Hainlik Olarak Görmek, Nitelendirmek Ve Suçlamak
Yanlıştır, Tehlikelidir.
15 Temmuz ihanet hareketi, sadece sürecin bir
parçasıdır; süreç devam etmektedir. Ana amaç, sadece siyasî iktidarı düşürmek
değil; aynı zamanda da yeni sosyolojik fay hatları inşa ederek Türkiye’yi
sosyolojik olarak bölmektir, Suriyeleştirmektir. Sosyolojik savaşın etkileri
anında değil, yıllar sonra görülebilir, yavaş ve tedricidir. Farkına varıldığı
zaman da “kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiştir.
Bu nedenle bugün, sosyolojik savaş amaçlı bir
darbe girişimi stratejisinin izlendiği göz önüne alınarak bir tuzağa
düşülmemelidir. Bu süreçte Türkiye, gizli sosyolojik savaş ajanlarına karşı
teyakkuz halinde olmalıdır.
Başta şer
ittifakı(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) olmak üzere Batı dünyası, Türkiye’ye
savaş açmış bulunmaktadır. Hz. Musa’yı uyararak yardımcı olmak için “şehrin öbür
yakasından koşarak gelen adam” gibi, siyasal iktidarın dışında olup da
Türkiye’nin ve İslâm dünyasının geleceği için yardımcı olmak isteyen insanlar,
yapılar, hareketler vardır, var olacaktır da. Bunlar farklı görüş ve teklifler
yapabilirler. Lütfen, durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler
üzerinde tefekkür edin. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü,
düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır,
tehlikelidir.
Ders. 2: “Onlar Bizim Öğretmenimiz Değil”,
“Onlar Yaptı Biz de yapalım” Anlayışı Yanlıştır
Dini bir söylemle ortaya çıkan Gülen hareketi
zamanla Şer ittifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) kontrolüne girerek
taşeron örgüt haline gelmiştir. Devlet ricalinin kendilerine ödül verip ödül
almasından yararlanarak, devletin değişik kademelerine (özellikle, üniversite,
maliye, polis, yargı, ordu) yerleşmişlerdir. Maliye-Polis-Yargı-Ordu düzleminde
oluşturdukları tehdit-şantaj-çete mekanizması ile hakim oldukları her yerde,
kendilerinden başkalarına tuzak kurarak, şantaj yaparak yok etmeye çalışmışlar;
hukuklarını çiğnemişler, mal ve makamlarına “kanunen ve cebren” ortak
olmuşlardır.
Semud kavminin “refahtan şımarıp azan önde
gelenlerinin” “su nimetini ve otlakları”, Allah’ın gönderdiği Deve ile paylaşmamaları
gibi bunlar da, bulundukları her yerde, Allah’ın hiçbir nimetini, Allah’ın
kullarından hiç kimseyle, özellikle de Müslüman kimliklilerle, hiçbir şekilde
paylaşmak istememişlerdir. “İki Davalı
Kıssasında” olduğu gibi, Başkalarının “bir koyununu” kendilerinde var olan “99
koyuna katmak” için şantaj ve tehdide başvurmuşlardır(38 Sad 24). Bulundukları
her yerde “İnsanlar arasında hak ile hükmetmemişler”, “hevaya uyarak Allah’ın
yolundan sapmışlar” ve de saptırmışlardır(38 Sad 26). “Güç zehirlenmesine”
uğramışlardır.
Bütün bunlarla yetinmeyip tıpkı Semud Kavmindeki
“Dokuz Çete” gibi 15 Temmuz Gecesi, anı bir Askeri darbe girişimi ile
Türkiye’ye el koymak istemişlerdir. Sonra da “Dokuz Çete”nin, “Onun dostuna, ailesinin yok edilişinde
bulunmadık, şüphesiz biz doğru söylüyoruz” (27/49), dedikleri gibi bunlar da,
“bu darbe girişimi ile bizim herhangi bir ilişkimiz yok” demektedirler.
Onlar o
gece “Dokuz Çete”nin yaptığı gibi bu millete bir tuzak kurmuştu, “Allah da
onlara bir tuzak kurmuştu”(27/50-52; 14/46); fakat onlar, bunun farkında
değillerdi.
O nedenle “Onlar yaptı biz de yapalım” anlayışı,
tehlikeli ve yanlıştır. Aşağıdaki hususlara dikkat edilmelidir:
Gülen hareketinden doğan boşluğu doldurmak aşk
ve şevkiyle, hiç kimse ve hiçbir yapı, başkaları için iftira, dedikodu
mekanizmasını çalıştırmamalı; tuzak kurmamalıdır.
Genel olarak herkesin, özel olarak da farklı
cemaat, hareket, tarikat, teşkilat ve parti mensuplarının(ister dindar isterse
dinsiz olsunlar, ister ayık isterse sarhoş olsunlar) güç ve kuvvetleri ne
olursa olsun, hepsinin hak ve hukuklarını korumak esas olmalıdır.
Nimet ve külfet adil bir şekilde
paylaşılmalıdır. Bu noktada, “Bizden olan ve olmayan” ayırımı yapılmamalıdır.
“Yeryüzünü ıslah etmeyip, bozgunculuk yapan
beyinsizlerin emirlerine itaat” edilmemelidir(26/152).
“Yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklığa yol”
açılmamalıdır(7/74).
Ders. 3: Hak İle Hükmedilmesi Hevaya Uyulmaması
Esas Alınmalıdır
Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşımda
yargısız infaz yapılmamalıdır. Yargısız infaz geleneği inşa edilmemelidir.
OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır.
Müslüman camia, İstiklal Mahkemeleri ve Takriri Sükun kanunu uygulamalarını
yıllarca tenkit etmiştir. 28 Şubat Postmodern darbe döneminde yaşananlar,
unutulmamalıdır.
Hz. Davud’a, 38 Sad 26. Ayetinde “insanlar
arasında hak ile hükmedilmesi”, “hevaya uyulmaması” emredilmektedir. Sadece bir
siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin
mensupları arasında hak ile hükmedilmesi istenmemektedir. Hak ile hükmedilmesi
konusuna ateistler de, komünistler de, dinliler de dinsizler de dahildir. Bu
noktada yapılan adaletsizliğin, hesabı ahrette verilecektir. Bu asla
unutulmamalıdır.
O nedenle; “Ey iman edenler, adil şahidler
olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi
adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup
- sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”(5 Maide
8).
Unutmasın ki; ADALET YOKSA BARIŞ DA
OLMAYACAKTIR.
Ders. 4: Liderler Daha Dikkatli Ve İtidalli Bir
Tutum, Tavır Sergilemeli Ve Güzel Bir Dil Kullanmalıdırlar
Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında
“Açığa Alma, Tutuklama ve İhraç Etme” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile
Hz. Musa’nın Kavga eden iki adamla ilgili takındığı tavır arasında bir
benzerlik vardır.
28 Kasas 15-19 ayetleri kapsamında dile
getirilen hata, sadece farklı kavimlerle ilgili olmayıp, aynı zamanda farklı
siyasî parti, cemaat, tarikat, mezhep ve din mensupları arasındaki adaletsiz
tutum, tavır ve davranışlar için de geçerlidir.
Kendisine ilim, hikmet ve hüküm verilmiş olan
Hz. Davud ve Hz. Musa, yukarıda ifade edilen hataları yapabiliyorsa; bugünkü
liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok çok daha yüksektir.
Bugünkü liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahiret’e iman eden , “temiz akıl”,
“salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur(11 Hud 116).
Ders. 5: Allah’a Ve Ahiret’e İman Edenler,
“Düşmanları Sevindirecek İşler Yapmamalıdırlar”
Allah’a ve Ahiret’e iman eden “temiz akıl”,
“salih amel” ve “fazilet” sahipleri, bu sorumluluklarını yerine getirirken
suçlanmamalı, hakarete uğramamalıdırlar. Öyleyse, Allah’a ve Ahiret’e iman
edenler, Hz. Harun’un Hz. Musa’ya söylediği gibi “düşmanları sevindirecek bir
şey yapmamalıdırlar”
(3 Âli İmran 118-120).
Ders. 6: Allah’a ve Ahiret’e İman Edenler Laik-
Seküler Bir Düzeni Savunmamalıdırlar
15 Temmuz İhanet Hareketi sonrasında, Şer
ittifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm) bir taşeron örgüt olarak kullandığı
Gülen Hareketi bahane edilerek dine ve dindara, cemaat ve tarikatlar üzerinden
üstü kapalı, dolaylı bir savaş açılmıştır. Bu savaşta yürütülen psikolojik
harekâtın ana konusu; laik ve seküler bir düzenin ne kadar doğru ve elzem
olduğudur. Bu psikolojik harekâta göre;
din, Allah ile kul arasında sadece ibadet boyutlu bir olgu olup, kişinin
vicdanında, evinde ve mescidinde yaşamalı; sosyal hayatı tanzim etmeye
kalkmamalıdır.
Bu şekilde tanımlanan din, şirk dinidir; Kur’an
ve Sünnetin tanımladığı tevhidî dinin parçalanmasıdır.
15 Temmuz sonrasında yoğun psikolojik baskı
altında kalan Müslümanların karşı karşıya kaldığı fitne (imtihan, deneme);
laik-seküler bir hayat tarzını kabul
edip etmeyecekleri ile ilgilidir.
Ders. 7: “Yalnızca Zulmedenlere İsabet Etmekle
Kalmayan Bir Fitneden Korkup-Sakınmak”
Yığınla taşeron örgütün kullanıldığı, vekâlet
savaşlarının yapıldığı, istihbarat örgütlerinin cirit attığı, kimin elinin
kimin cebinde olduğunun kolayca anlaşılamadığı, öldürülen ve öldürenin tekbir
getirdiği, çok kirli, pis ve karanlık bir sosyolojik savaş ve doğru ile
yanlışın harmanlanarak servis edildiği bir psikolojik harekât yürütülmektedir. Libya , Suriye, Irak , Yemen ,
Somalı, Afganistan’da vekâlet savaşlarının neden olduğu bir iç savaş
yaşanmaktadır. Mısır’da tam bir zulüm hâkimdir. Bu fitnenin diğer ülkelere ne
zaman sıçrayacağı/sıçratılacağı henüz belli değildir.
Türkiye, yaklaşık 30 yıldır, “Türkiye’nin stratejik
ortağı” ve “Model Ortağı olan ABD” tarafından beslenen ve desteklenen PKK
ihanet hareketiyle uğraşmaktadır. Şimdi bu ihanet hareketine, Taksim Kadife
darbe süreci ile ABD tarafından taşeron örgüt olarak kullanılan Gülen Hareketi
de katılmıştır.
15 Temmuz İhanet hareketi, Gülen hareketinin bir
taşeron Örgüt/Truva atı olarak kullanıldığı bir vekâlet savaşı olup, son
yüzyılda, milletimizin bağrında, en büyük fitne ateşini yakmayı
gerçekleştirmiştir.
O nedenle;
“Sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle
kalmayan bir fitneden korkup - sakının. Bilin ki, gerçekten Allah, (ceza ile)
sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”(8 Enfal 25)
Ders. 8: “Yeniden İman Ederek” “Allah’ın İpine
Sımsıkı Sarılmak Düşüp Parçalanmamak”
Türkiye, başlatılan muhbirlik sistemi ile çok
ciddi bir travma yaşamaktadır. İnsanlar bireyselleştirilerek
yalnızlaştırılmaktadır. Hak ile hükmetmeyip, heva ve hevese uyarak hareket
etmek, süreci hızlandırmaktadır. Bu, “Hesap gününü unutmanın bir sonucu ortaya
çıkan sapma olup “Allah’a ve Resulüne
ihanet etmek” demektir(8 Enfal 27).
Öyleyse; “Ey iman edenler, hepiniz topluca
İslam'a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir
düşmandır.” (2 Bakara 208)
Öyleyse; “Ey iman edenler, Allah'a, Resulüne,
Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin…” (4 Nisa
136).
Öyleyse;
“Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı yapışın, dağılıp
ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz
düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp - ısındırdı ve siz Onun
nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun
kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah,
size ayetlerini işte böyle açıklar.”(3 Alı Imran103)
HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR.
Kaynaklar
Keskin, H., Kur’an’da Fitne Kavramı, Rağbet Yayınları:
19-36; 198.
Akyüz, V., Kuran’da
Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s: 311-339; 122-132.
Ünal A., Kuranda
Temel kavramlar, Beyan yayınları, İstanbul, 1990, s: 295-302.
Öztürk, Y.N.,
Kuran’ın Temel kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991, s: 137-140; 86-92.
Karaman, F. Ve
Diğerleri, Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara , 2006, s: 188
Ragıb el İsfahani,
Müfredat,( Çeviri), Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.
Yazır M.H.E., Hak
Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul,
c: I, II
Türkçe Sözlük, TDK,
Ankara 1986, s.
365.
Doğan. D. Mehmet.
Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.
Mevdûdî,
Tefhimü'l-Kur'ân, İstanbul, II, S: 297;
55.
Ateş, S., Yüce
Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, İstanbul, V,S: 54
Kemâlî, H. M.,
"İslam'da İfade Hürriyeti: Fitne Kavramının Tahlili", İslami Sosyal
Bilimler Dergisi,İstanbul 1993,sayı:2,s.41.
Mevdudi, Kur’an’ın
Dört Temel Terimi, Özgün Yayıncılık, İstanbul, 1999, S:123-137
Attas N., İslâm ve
Laisizm, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002, S: 69-99,
Tirmizî, Tefsir,
Berâe, (3094).
Yazır, E.H., Hak
dini Kuran Dili, azim dağıtım, İstanbul, cilt 6, s: 464-467; S: 147.
Kutup S.,
Fizilal-il –Kuran, Hikmet yayınları, İstanbul, cilt 12, s: 383-387.
Kutup S.,
Fizilâl-il –Kuran, Hikmet yayınları, İstanbul, cilt 6, s: 245-279; c 10 s: 64.
İbn Kesir, Hadislerle Kuran- ı Kerim Tefsiri, Çağrı
yayınları, İstanbul, 1985, c10, s: 5259-5266
Buhari, cenâiz 80;
Müslim, kader 22; Ebu Davut, sünnet 17; Tirmizi, kader 5.
Esed,M., Kur'an Mesajı, III, 929.
Yazır, E.H. Hak Dini Kuran
Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, C: 4, S: 551
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder