TÜRK ASKERİ KUZEY IRAK'TA NE ARIYOR
Türkiye'nin, Kuzey Irak'ta 500'ü Başika'da, Duberdan ve
diğer yerlerde 2 bin kadar askeri bulunuyor. Askerler, İŞİD terör örgütünün alt
yapısını oluşturan Sünni Arap Haşd el Vatani güçlerini ve Kürt peşmergesini
eğitiyor.
*
Türkiye, Irak'taki askeri gücünü Bağdat'ın bilgisi dahilinde
konuşlandırdığını belirtiyor.
Irak hükümeti ise Türkiye'yi izin almadan asker sayısını
artırmakla suçluyor.
*
Nitekim Türk askeri birliği daha önce bir çok kez,
Son olarak da birkaç gün önce Irak Meclisi'nin aldığı bir
kararla "işgalci güç" olarak tanımlandı.
Türkiye komşuluk ilişkisine saygı göstermemek ve Irak'ın
egemenliğini ihlal etmekle sorumlu tutuldu.
BM Güvenlik Kurulu acil toplantıya çağırıldı.
Son zamanda BM Güvenlik Kurulu'nda bekletilen Cumhurbaşkanı
Erdoğan ve Türkiye'ye ait bir çok suç duyurusu bulunuyor.
*
Ciddi bir tartışma başlamıştır..
Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKYB) Türk askerlerinin eğitim
kamplarında Irak merkezi hükümetinin bilgisi ve rızası dahilinde
bulunduğunu,
ABD'nin IŞİD'le Mücadele Koalisyonu ise Irak'a gelecek
yabancı güçlerin, merkezi hükümetin onayı dahilinde orada bulunması gerektiğini,
Kuzey Irak'ta bulunan Türk askerlerinin koalisyonun parçası
olmadığını belirtiyor.
IKYB ;"Sensiz olmaz", ABD ise "Bak
işine" der gibidir...
Başbakan B. Yıldırım ise "Irak'ta 63 ülkenin askeri
unsuru bulunuyor. Etrafımızda çok ciddi istikrarsızlıklar var. Başika'daki
askeri varlık, Musul'un İŞİD tarafından işgalinden sonra ortaya çıkan
zorunluluk dolayısıyladır. Türk varlığı orada kalmaya devam edecektir "
diyor.
*
Herşey ABD'nin Irak savaşının ardından oluşturduğu yapıda
etnik-mezhepsel ayrımlara yapılan vurgunun federal yapının en zayıf yanı
olmasıyla başladı.
Irak'ın tek bir kimlik etrafında bütünleşmesinin
engellenmesi öngörüldü.
Çünkü Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen yapay sınırlar Suriye
ve Irak'ta yeniden çizilmek isteniyor ve Suriye ile Irak'ın yapısı değişmeye
zorlanıyordu.
*
Osmanlı'dan beri ülkeyi yöneten ve ABD işgali sonrasında
giderek El Kaide etkisiyle radikalleşen Sünni azınlık; işgal öncesi kazanımların
peşindeydi.
Şii ve Kürt grupları ise gerekirse ülkenin üçe
bölünmesini dahi kabul ediyor;
Irak güçlü bir ayrışma potansiyelinde yaşıyordu.
Irak'ı bir arada tutan zayıf iç dinamikler, her grubun
geleceğini dış dinamiklerde aramasına neden oldu...
*
Türkiye'de AKP hükümeti ise Irak'ı birlikte tutan unsurların
dağılmasıyla oluşacak istikrarsızlık, çevreye yayılabilir çatışma riski ve
Kürtlerin konumuyla ilgilendi.
Hem olası bağımsız bir Kürt devletinin milliyetçi ve
ayrılıkçı etkilerinin Türkiye Kürtlerine sirayet etmesiyle oluşacak asimetrik
tehditi gördü.
Hem Irak toplumunda, merkezi hükümetin Kürt bölgesinin
tartışmalı bölgeleri, Petrol Yasası ve Musul- Kerkük gibi ağır sorunları
çözeceğine,Irak'ın toprak bütünlüğüne ve geleceğine sahip olacağına dair
inancın tükendiğini farketti...
*
Üstelik, bağımsız devlet gibi davranan Mesud Barzani
liderliğinde Kürt yönetimi;
Bir yanda Türkiye ile düştüğü herhangi bir ihtilafta
sorumluluğu merkezi Irak'a yıkıyor,
Öte yandan çeşitli ülkeleri arkasına alarak diplomatik
gücünü arttıran bir politika takip ediyordu ki, Türkiye rahatsız
oluyordu.
*
Barzani Kürtlerin bağımsızlığını ilan edeceğini: Kürt
Anayasasının hazırlanacağını: Bağımsızlık için sandığa gidileceğini:
Kürdistan'a bağlı Kerkük ve Musul'un Arap,Türkmen ve Kürtlerin eşit temsilinde
federal bir yapıya kavuşturulma olasılığını gündemde tutuyordu.
PKK ise hem bölgedeki güç boşluğunu hem de ABD'nin Kürt
müttefiklerini karşısına almamasından yararlanıyor;Kuzey Irak'ı toparlanma ve
Türkiye'ye operasyonlar yapma yeri olarak kullanıyordu...
*
AKP hükümeti bu çerçevede politikasını;
Hem Kuzey Irak Kürt Yönetimi sahasında ekonomik ilişkilerden
örgütlediği İslami sermaye ile Kürtlerin Türkiye ekonomik ve siyasi kontaklarına
bağlılılığından hareketle bağımsız Kürt Devletini pasifize edebileceği
düşüncesine,
Hem İslam Birliği başlığında bir Sünni koridor
üzerinde "bölgeyi kazanırsak petrolü ve Misak'ı Milli topraklarını da
kazanırız" oportunizmine kurdu...
Teminen Irak'ta çeşitli Şii yerleşim bölgelerine
bombalı terör saldırıları planlamakla suçlanan Cumhurbaşkanı
Yardımcısı Tarık El Haşimi'nin örgütselliğinden yararlandı.
*
Kürt Barzani ve Sünni El Haşimi ortaklığı; Irak hükümetini
oluşturan koalisyon ortakları arasında bir krizi tetiklemesini: Şii Başbakan
Maliki'yi devirmeyi:Irak toprak bütünlüğünü sarsmayı hedefledi.
O günlerde Şii Başbakan Nuri El Maliki, "Erdoğan
Irak'ın iç işlerine karışıyor. Bu politikaları sürdürme konusunda ısrarcı
olmak, Türkiye'yi bölgedeki herkes için düşman bir devlet haline
getiriyor" diyordu...
*
Doğrusu M. Barzani de merkezi hükümeti zayıflatmak ve
Musul'u devlet kontrolünden çıkarmak için,
IŞİD terör örgütü olarak tanınan aslında alt yapısı Tarık El
Haşimi'ye bağlı Saddam'ın BAAS ordusundan bakiye Irak Sünnilerinin oluşturduğu;
Haşd el Vatani güçlerinin Irak'ı fiilen parçalayan
saldırılarını fırsata dönüştürdü.
Tartışmalı bölgeleri ilhak etmeye yönelik adımlarını
pekiştirdi.
*
Irak Anayasası 140.maddesinin kendiliğinden uygulandığını,
Kerkük'ün Kürdistan Bölgesi'ne katılmış olduğunu, bunun müzakere konusu bile
olmayacağını açıkladı.
Ardından "Bağımsızlık Kürdistan halkının doğal
hakkıdır. Kürdistan'ın nihai hedefi bağımsızlıktır. Bağımsızlık referandumuna
gideceğiz" ifadesiyle,
Irak'ın her saat daha fazla siyasi karmaşaya ve
istikrarsızlığa boğulmasına katkı koydu...
*
O konjoktürde Barzani'nin referandum kararı zor bir durumdu.
Eğer Kerkük'ü Kürdistan bölgesi içine alan, böylece
ekonomisi kendine yeten bağımsız bir Kürdistan kurgulanıyorsa; Irak, İran,
Rusya, Çin gibi muhaliflere koz veriliyordu.
Eğer Kerkük ve diğer tartışmalı bölgelerde askeri varlık
tutularak sadece Kürdistan bölgesinde bağımsızlık ilanı kastediliyorsa,
Bu defa da Kürdistan ekonomisini ayakta tutabilmek için
yaşanılan kaos gerekçe gösterilecek ve Irak Anayasası ihlal edilmek pahasına
Kerkük petrollerinin satışına devam edilecekti.
Bu durum Kürdistan-Irak arasında sorunlu tartışmalı
bölgelerin uluslararası platforma taşınması sonucunu oluşturacaktı.
*
O yüzden referandum ve bağımsızlık kararı askıya alındı.
Tartışmalı bölgeleri ele geçirmek için Peşmerge güçleri
özellikle Kerkük'te yoğunlaştırıldı.
Barzani, güya IŞİD'e karşı kullanmak bahanesiyle "Biz
tüm dostlarımızdan silah talep ettik. Askeri destek talebimiz karşısında bize
ilk yardım eden İran İslam Cumhuriyeti oldu. Bize silah verdi ve askeri
işbirliğinde bulundu" dedi.
İran birlikleri hâlâ o bölgededir...
*
Ardından Türk askerleri de yukarıdaki görüntüde olan Kuzey
Irak'a geçti.
İŞİD terör örgütüyle mücadele gerekçesi ve eğit-donat
faslından Barzani'nin peşmergelerine ve Sünni Araplardan oluşan Haşd el Vatani
güçlerine eğitim vermeye başlanıldı.
Musul'un geleceği takip edilmeye başlandı.
*
Sonra Türkiye, Türk askerinin nezaretinde İŞİD terör
örgütünün Suriye ve Irak'ta yasal sahiplerinden çaldığı petrolün ana tüketicisi
oldu.
IŞİD, Musul petrolünü Türkiye'de iki limana gönderiyor, bir
kısmı depolanıyor, bir kısmı kaçak rafinerilerde işleniyordu.
Kerkük – Yumurtalık boru hattından gelen petrolün yasa dışı
ticaretine Türkiye'nin üst düzey siyasi yönetim kadrosunun, Cumhurbaşkanı ve
ailesinin karıştığı açıklandı.
*
Bugün, Musul'da da IŞİD işgaline karşı kısa sürede ve kesin
sonuç alabilecek tek gücün bölge ülkeleri tarafından oluşturulan Şii Haşd Eş
Şabi milisleri ile Gönüllü Halk Güçleri olduğu kabul ediliyor.
Ama Türkiye, bu kez IŞİD işgali altındaki bölgelerin,
Tahran'ın Bağdat üzerindeki nufuzundan endişeyle İran askeri danışmanların
komutasında bulunan Gönüllü Halk Güçleri ve Şii Haşd Eş Şabi
milisleri tarafından korunmasına itiraz ediyor.
Bunların Irak ve Suriye arasında bağlantı kurarak
Suriye yönetimini destekleyeceğinden,
İKYB'nin tartışmalı bölgelerini ilhak etmelerinden,
Bölgede güçlenmeleri durumunda IKYB'nin PKK'yi bölgeden
uzaklaştırma konusunda güç kaybedeceğinden endişeleniyor.
Başika'daki Türk askerini bu düşüncenin karşısına dikiyor.
*
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye ve Irak'ta süren
savaşlarda BM Güvenlik Konseyine iletilmiş üzerine atılı savaş suçlarından
kurtulmak için ilgili ülkelerde yara kaşıyor.
Ah! Şam'da Emevi Camiinde bir namaz kılabilse, Eset'in
cesedini bir çiğneyebilse aklanacaktır.
Teminen Kuzey Suriye'de Fırat Harekâtı sürdürüledursun,
TSK'nın özel kuvvetlerine ait bir birliği ve bunlara ait
askeri mühimmat ve teçhizatla Kuzey Irak'ta bu misyonu bekliyor...
*
Bütün bunlar Türkiye'nin PKK ile mücadele için değil
Kürdistan'a kalıcı bir işgalci güç olarak geldiği,
Kürdistan parçaları arasında olası çatışmaya zemin
oluşturmak ve Kürtlerin kazanımlarını ortadan kaldırma amacına dönük bir hamle
olarak kabul ediliyor.
Türkiye giderek bir başına sınır ihlali yapmak, savaş
hukukunu ve uluslararası yasaları çiğnemekle itham ediliyor.
*
Ne ki, ABD'de başkanlık seçimleri öncesinde Temsilciler
Meclisi ve Senato'da alınan Suudi Arabistan'ın 11 Eylül saldırılarındaki payına
ilişkin karar,
Cumhuriyetçiler ve Demokratlar rekabetinden
hareketle; İsrail'in bölgedeki güvenliğini beklemeye kalmıştır.
Bu yüzden Obama Yönetimi, Moskova ile Suriye'de bir ateşkes
ve siyasi anlaşma yönündeki ikili görüşmeleri kesmiş;
Suriye krizine ait çözüm olasılıklarını seçim sonrasına
ertelemiştir.
*
ABD, Türkiye'nin Fırat Kalkanı harekâtında YPG'ye
söz verdiği için Kürt koridorunu açmamış, TSK'nın önünü tıkamış;
Ankara'nın Kuzey Suriye'deki askeri varlığı tartışılmaya
başlamıştır derken,
Şimdi Kuzey Irak'taki Türk askeri varlığının tartışılması da
buna eklenmiş bulunuyor.
*
ABD Ortadoğu'da düşük viteste gerilimin ateşini
düşürmemenin çabasını sürdürüyor.
Tartışmalar üzerinden olan biteni de hem Suriye'de hem Kuzey
Irak'taki Türk askeri varlığı üzerinden Türkiye hükümetine yüklüyor...
*
Türk askerinin başına gelen pişmiş tavuğun başına gelmemiştir,Türk
halkı üzülüyor.
8.10.2016
Ahmet Kılıçaslan AYTAR
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
ahmetkilicaslanaytar@gmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder